GüncelMakaleler

Huzuru kaçan devletin huzur operasyonları ve dağların sesi

Adına “huzur operasyonu” denilen bu baskılama yöntemi ile açıktır ki, hedeflenen “huzur” hakim sınıfların kendilerine reva gördükleri “huzur”u yaratmak, halkı baskı ve korku ile huzursuz etmektir. Sık sık krizin ekonomik ve siyasi etkilerinin kendilerinde yarattığı korkunun yansımalarını bu şekilde manipüle eden egemenler, güç gösterisinde bulunmanın yanı sıra bir iç savaş durumu öncesinde deneyim kazanmaya çalışıyor demek yerinde olacaktır.

Her iktidar kendisinden önceki iktidarları lanetlerken esas hedefi kendisini aklamak ve farklı göstermektir.

İktidara geldiği günden bu yana bu yöntemi kullanan, cilalanmış politik argümanları ile zihinleri bulandıran ve sansasyonel çıkışları ile soytarılıkta doktora yapan AKP iktidarı, gelinen aşamada ciddi bir kriz ile boğuşmaktadır. İç politikadan dış politikaya kadar atladığı bütün süreçlerde hüsran ve çıkmaza girdiği oldukça açıktır. Seçimlerden çıkan oy oranlarına bakılarak anlaşılamayacak olan bu kriz esas olarak TC devletinin konjonktürel süreçte kendi politik krizini ifade etmektedir.

Bu durumun en net farkında olan ve kamarasında oturan AKP’yi bunun telaşı sarmış durumdadır. Bütün sistem partilerini kuşatan bu gerçek ve bu telaş, emperyalist kapitalist krizden bağımsız olmadığı gibi bastırılmaya, sindirilmeye çalışılan işçi ve emekçilerin, çeşitli inanç ve milliyetlerin, kadınların, LGBTİ’lerin, Kürt ulusunun mayalanan öfkesinden duyulan korkunun da izdüşümüdür.

15 Temmuz sonrası ortaya konulan ve sürdürülen OHAL politikası bu korkunun somut görüngüsüdür. Yılları deviren OHAL politikası ve onun uygulayıcısı  AKP iktidarı bir zamanlar kendisinden önceki iktidarları “lanetlerken” onlara taş çıkartan bir performans ile ekonomik, sosyal ve siyasal bir krizin başını çekerek ülkemiz faşizminin geleneksel madalyasına mazhar olmuştur.

OHAL politikası kapsamında toplum içinde yaratılmak istenen korku duvarları ile sindirilmek ve geriletmek istenen toplumsal muhalefetin bugünkü ahvali bir yana tüm bu saldırılar bir tahakkümü ifade etmektedir. Ancak bardağın dolduğu da aşikardır.

Her sokak başında polis kontrol noktaları ile sokaklar tahakküm altına alınmaya çalışılmakta; böylelikle kent-mekan ilişkisi kapsamında şehirlerde oluşturulacak denetim ve baskı aracılığıyla toplumun kontrolü ve yönlendirilmesi tasarlanmaktadır.

15 Temmuz’un ardından başlatılan ve adları çeşitli biçimlerde film galaları gibi şaşaalı bir şekilde konulan kent operasyonları giderek yoğunlaşıyor. Son olarak 30 Mart günü başlatılan ve adına “Huzur Operasyonları” denilen faşizmin gövde gösterisine 55 bin 369 kolluk gücü, iki hava aracı, iki deniz aracı ve 9 bin 245 kara aracı ile toplamda 9 bin 249 ekip, 218 dedektör köpek katıldı. Böylesi bir saldırı furyasının ilki 15 Temmuz’dan hemen sonra gerçekleştirilirken  ikincisinin ise erken seçimlerden hemen önce gerçekleştiriliyor olması dikkat çekicidir.

Adına “huzur operasyonu” denilen bu baskılama yöntemi ile açıktır ki, hedeflenen “huzur” hakim sınıfların kendilerine reva gördükleri “huzur”u yaratmak, halkı baskı ve korku ile huzursuz etmektir. Sık sık krizin ekonomik ve siyasi etkilerinin kendilerinde yarattığı korkunun yansımalarını bu şekilde manipüle eden egemenler, güç gösterisinde bulunmanın yanı sıra bir iç savaş durumu öncesinde deneyim kazanmaya çalışıyor demek yerinde olacaktır. Şehre hakim olmayı, bu şekilde başarabileceğini düşünmektedirler.

Korkuyu manipüle etmek Machiavelli’den beri kullanılan  bir siyasettir. Kendi bakiliğini toplumsal baskıdan gören ve bu şekilde tapınışa bürünen iktidar esas olarak düşme korkusundadır.

Bu düşme korkusunun egemenlerde yarattığı en temel duygu, tüm toplumun onlar açısından her an kendisini tehdit edebilecek bir dikene dönüşme korkusu ve kabusudur.

Merkez Bankası ve AKP arasında eskiden beri süregelen sürtüşme seçimlerde AKP’nin en büyük handikaplarından birisi olmaya devam edecektir kuşkusuz. Sadece Mart ayında döviz fiyatlarının artışı ve TL’nin yüzde 5 değer kaybetmesi bile AKP’nin imaj parlatma operasyonunu boşa çıkarmış gibi görünmektedir. AKP seçimleri atlatana dek ticareti artırmak için faiz indirimi yapacağını yüksek sesle dile getirmektedir. Bu yüksek sesler bir çıkmazın olduğunu gösteriyor.

Erken seçime giderken devletin ahvali

Erken seçime giderken toplum içinde yaratılmak istenen korkunun, esasta devletin krizini yansıttığını ifade ettik.

Bu açıdan bu krizin siyasal ayağa kendini transfer eden bir ekonomik kriz söz konusudur. 15 Temmuz sonrası çatırdamaya başlayan Türkiye ekonomisi özellikle dış politikada ABD emperyalizmi ile yaşanan kriz ile katlanmıştır. 15 Temmuz sonrası dış ticarette Rusya ile olan anlaşmalar, ABD ve TC arasında esen rüzgarları sertleştirmiş ve bu durum ülke ekonomisinde açıkları derinleştirmiştir.

Varlık Fonu diye adlandırılan sömürü ve talan kuyusu ile bu krizden çıkılacağı düşünülse de, sonuç pek umulduğu gibi olmadı. Varlık Fonu genel olarak Norveç, BAE, Çin, Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi bütçe fazlası yani cari fazlası olan enerji kaynaklarına sahip ülkeler tarafından kullanılmaktadır. Ancak TC devletinin kurmuş olduğu ve Varlık fonu devlet kurumlarının satılması ile doldurulmak istenmiştir.

Talan ve yağma ile doldurulan bu havuz işçi  ve emekçilerin sömürüsüne dayanmaktadır, ki bu durum havuzun boşalmasına bağlı olarak yeni saldırı furyası anlamına gelmektedir.

Havuzun boşalmasına paralel ilerleyen bu saldırı güncelde “huzur operasyonu” denilen saldırının aslında bir parçasıdır. Sömürü için gereken koşullar hazırlanmaktadır. Mart ayı başında kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in raporlarında görünür hale gelen TC ekonomisinin çatlakları dolayısıyla Erdoğan’ın son günlerde Merkez Bankası’nın faizleri indirmesine dönük baskısı, ekonomik krizin somut yansımalarının ertelenmesi çabası bir seçim yatırımı olarak görülmelidir.

Merkez Bankası ve AKP arasında eskiden beri süregelen sürtüşme seçimlerde AKP’nin en büyük handikaplarından birisi olmaya devam edecektir kuşkusuz. Sadece Mart ayında döviz fiyatlarının artışı ve TL’nin yüzde 5 değer kaybetmesi bile AKP’nin imaj parlatma operasyonunu boşa çıkarmış gibi görünmektedir. AKP seçimleri atlatana dek ticareti artırmak için faiz indirimi yapacağını yüksek sesle dile getirmektedir. Bu yüksek sesler bir çıkmazın olduğunu gösteriyor.

Korku dağları bekletir

Hakim sınıfların bu saldırı furyası karşısında sinmiş gibi görünen ancak içten içe biriken toplumsal muhalefet gerçekliği ile karşı karşıyayız.

Tarihsel örneklerden de görüldüğü gibi her iktidar ya kendi krizi ile ya da toplumsal muhalefetin şiddetli darbesi ile yıkılmıştır. İşte bu durum burjuvazinin işçi sınıfı ile olan çelişkisinin bir sonucudur. Proletaryanın hıncından kurutulmak için ortaya konulan senaryolar, iktidar değişiklikleri toplumsal nabzı düşürse de esas olan bu nabzın patlama noktasına artarak ve güçlenerek, daha şiddetli ulaşacağıdır.

Korkunun dağları beklettiği aşikardır ve bu stratejik önderlik dağların ardından gelecektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu