GüncelMakaleler

MAKALE | Covid-19 Gölgesinde Hapishane Politikaları

Tutsaklığı boyunca bir çok hak gaspına, tecride maruz bırakılan siyasi tutsaklara bu dönemde tecridin en üst boyutu yaşatılmaya çalışılıyor ve devlet salgını dahi kendi lehine çevirmeye uğraşıyor.

Bütün dünyayı etkisi altına alan ve bir çok insanın ölümüne yol açan yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgını hapishaneler açısından da büyük bir tehlike yaratmaktadır.

Toplumun büyük çoğunluğunun kendini tecrit ettiği ve bireysel önlemlerle virüsten korunma yollarının arandığı şu günlerde hasta mahpuslar başta olmak üzere tutuklular bireysel önlem dahi alamayacak durumdalar.

Ülkedeki hapishaneleri düşündüğümüzde bir çok hak ihlali yaşanmakta ve tutuklular yaşamlarını boyutlu bir tecrit ve baskı altında sürdürmeye zorlanmaktalar.

Koronavirüsün ülkede büyük bir hızla yayılmaya başlaması ile beraber hapishanelere dönük önlemler yok denecek kadar az ve bu önlemler yine tutukluları tecrit etmeye ve “kaderine” terk etmeye dönük. En başta kapalı ve açık görüşlerin kaldırılması ile görüş hakkı gaspının akla gelmesi sadece bu tablonun vahametinin bir göstergesi.

Önlem adı altında görüşçüleri ve aileleri ile iletişimi kesilen, diğer koğuşlarla sohbet hakkı engellenen (siyasi tutsaklara neredeyse her dönem yasak) mahpuslar, vardiyalı olarak çalışan ve dışarısı ile temasını sürdüren hapishane görevlileri, gardiyanlar vs. ile iç içe yaşamaktalar. Yani “önlem”in herhangi mantıklı bir açıklaması bulunmamakta.

Bunun yanında hapishanelerde ki yaşam koşulları düşünüldüğünde çoğu yerde 10 kişilik koğuşta 20, 30 kişi kalan tutukluların kendini izole etmesi, suların sürekli kesildiği, kireçli ve pis olduğu hapishanelerde hijyene ve temizliğine dikkat etmesi, kötü yemeklere mecbur bırakıldığı, gıda fiyatlarının tavan yaptığı koşullarda dengeli beslenmesi mümkün olmasa gerek.

Ancak Adalet Bakanlığı açıklamasında hapishanelerde gerekli önlemlerin alındığını belirterek toplumun tümü için alınan önlemlerde olduğu gibi içimizi ferahlatıyor!

Tutsaklar ise bunun tam tersini söylüyor ve hapishanelerde herhangi bir önlemin alınmadığını, tam tersine hijyen ürünleri gibi kantinden alınan malzemelerin olduğundan çok daha yüksek fiyatlara satıldığını belirterek “önlem alındı” söylemlerini boşa düşürüyor.

Yani bu tecrit politikası aslında bireysel önlemlerle kendini izole etmeye yönlendirilen toplumun bir bütününden farklı olarak tutuklular için mümkün olmayan bir “çözüm” önerisi.

Elbette ki dışarıda da hayatta kalabilmek için, para kazanmak ve hükümetin önlem olarak sunduğu koşulları gerçekleştirebilmek  için bir çok insanın çalışma mecburiyeti söz konusu.

Gencinden yaşlısına hala bir çok insan hayatta kalmak için koronavirüs ile değil emek sömürücüleri ile, enflasyonla, işsizlikle mücadele halinde. Ancak şu anda kendini bireysel önlemlerle virüsten koruyabilen, daha doğrusu korumaya çalışan büyük bir çoğunluğun olduğu aşikar.

Hapishaneler söz konusu olduğunda ise tutsaklar bu gerçeklikten çok uzakta, “biz ölürsek sizi de yanımızda götüreceğiz” tehditleri savuran insanlarla aynı mekanları paylaşıyor ve bir çok açıdan onların şiddetine maruz kalıyor.

Bu dönemde bilinçli olarak suları kesiliyor, sağlık hakkından faydalanmaları engelleniyor. Elbette ki faşizmin temsilcilerinin özelde siyasi tutsaklara “otel konforu” yaşatmasını beklemek ahmaklık olur. Ancak yargı paketi tartışmaları sürerken siyasi tutsakların kapsam dışı bırakılması teşhirin her dönemde yapılmasının zorunluluğunu ortaya koyuyor.

Geçtiğimiz günlerde tutsak Mustafa Koçak’ın ölüm orucu eylemine yapılan müdahalede gördüğümüz üzere, devletin politik tutsaklara yönelik saldırısı salgın tanımıyor ve faşizmi en üst boyutlarda yaşatmaya devam ediyor. Sokaklarda hakkını arayan emekçiler “hijyen kurallarına uyulmadan” gözaltına alınıyor.

Sürgün-sevklerin koronavirüs sebebiyle askıya alındığı söylenmesine rağmen HDP’nin tutuklu eş başkanları başka hapishanelere sürgün ediliyor. Lütufmuş gibi tutsaklara haftada iki kere telefon görüşme hakkı verilirken, tecridin en üst boyutuna maruz bırakılan Abdullah Öcalan ve İmralı’da ki diğer tutsaklar hala dışarı ile hiçbir iletişim kuramıyor.

Hapishanede kalamaz raporlarına rağmen en kötü koşullarda yaşamlarını güç bela sürdürmeye çalışan hasta tutsakların ise salgın koşullarında derhal tahliye edilmesi gerekirken, herhangi bir adım atılmıyor ve yine “kaderlerine” terkediliyorlar.

Tutsaklığı boyunca bir çok hak gaspına, tecride maruz bırakılan siyasi tutsaklara bu dönemde tecridin en üst boyutu yaşatılmaya çalışılıyor ve devlet salgını dahi kendi lehine çevirmeye uğraşıyor.

Siyasi tutsaklara yönelen tecrit politikasının en somut örneği Kürt ulusunun önderi Abdullah Öcalan’ın yalıtılmış bir adada tutularak yıllar boyunca ne aile ne de avukatları ile görüştürülmemesi ve dışarı ile olan bağlantısının Anayasa’ya aykırı olarak gasp edilmesidir.

Abdullah Öcalan başta olmak üzere siyasi tutsakların maruz kaldığı bu negatif ayrımcılık politikaları devletin faşizminin görüngüsü değil bizzat faşizmin kendisidir. Küresel salgın ilan edilen ve toplumun tümünün sözde “aynı gemide”(!) olduğu koronavirüs günlerinde dahi devletin siyasilere ayrı politikalar geliştirmesi, infaz indirimi tartışmalarında siyasilerin kapsam dışı bırakılmaya çalışılması, asla aynı gemide olmadıklarımızın korkularının, telaşının bir göstergesidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu