Makaleler

TC’nin dış politikası ve iç politikaya etkisi

Türk dış politikasının tanımı Ortadoğu’daki siyasal ve politik gelişmeleri tanımlama ile iç içe geçmiş durumdadır. Ortadoğu’da emperyalist asimetrik işgalin yarattığı ortam aslında pazar dalaşının en net örneğini ortaya koymaktadır. Bir yanda emperyalist politikalar diğer yanda ise bu politikalara dönük kabaran öfkenin saptırılarak halkın öfkesinin gericileştirilmesidir.

Türk dış politikası açık bir gerçek ile karşı karşıya kalmıştır. Bu durum iç politikada bir ekonomik cebelleşmeyi de beraberinde getiriyor. Uzun yıllardır bütçe dengesini dengede tutan ve kendince mali bir disiplin oturtan AKP, yatırımcı ülkelere Türkiye vitrinini parlak ve cilalı gösterdi. Ancak özellikle Kobanê zaferi ve bunun iç politikaya etkisi ülkenin siyasal dengelerini sarstığı kadar ekonomik dengeleri de altüst etti. Bu zaferin hakim sınıflarda yarattığı öfke bu açıdan böylesi bir açıklığa sahiptir ve hakim sınıfların yaşadığı çelişki ülkemiz sınıf güçlerince büyütülme görevini vermektedir. AKP’nin iç politikada ve ekonomide parlak ve cilalı gösterdiği ekonomik vitrin iki buçuk yıldır tozlanmaya başlamıştır.  Öyle ki, bu tozlanma etkisi vitrini çatlatmaya da başladı. Milli gelirin ancak yüzde 1’i tutarında açık verilirken açık katlandı ve yüzde 2’ye çıktı, öyle görünüyor ki bu katlanma yüzde 3’e varacak gibi.

Tarihten bugüne sıcak para yardımları ile ayakta kalan TC devleti, emperyalistlerin pazar dalaşında rol üstlenmekte ve hatta bunlarda aktif rol alarak belli kozları elde etmekte ve bunu sıcak para için şantaj politikasına dönüştürmektedir. Çünkü Türkiye ekonomisinin çarkları, dış kaynak, özellikle de portföy yatırımı da denen kısa vadeli girişlerle, sıcak para ile dönüyor. Sıcak parayı, 20 Eylül tarihli ABD Merkez Bankası Fed’in kararları, Türkiye gibi ülkelerden biraz soğuttu. Türk lirası son haftalarda değer kaybetmeye başladı ve ABD dolarının fiyatı, ağustos sonunda 3,40 TL’ye kadar inmişken eylül sonunu 3.55 TL’nin üstünde kapadı.Öte yandan, 25 Eylül’de Irak Kürt Bölgesi’nde yapılan bağımsızlık referandumunun gerilimi, Türkiye’nin bölgesel risklerini biraz daha artırınca dolar biraz daha yukarı yönlü hale geldi. Bu durum, iç dengelere gerekli ayarları vermeyi gerektiriyor.

TC’nin dış ve iç politika krizi AKP’nin varlık krizidir

Şu bir gerçek ki TC devleti 2011 yılından bu yana bir dış ve iç politika krizi ile boğuşmaktadır. 15 Temmuz sonrası bir nefes almaya çalışan AKP, ABD ile olan krizini belli mecralarda sürdürmenin derdindedir. Şu bir gerçek ki AKP ABD ve Rusya arasında süregelen pazar dalaşını kullanmaktadır.

ABD’ye karşı Rusya ile kurduğu ilişkiler AKP’nin yaşamsal krizinin bir örneğidir. ABD’nin kimi ekonomik operasonları ile hizaya getirmeye çalıştığı AKP Rusya ile ilişkilerini geliştirerek ABD’nin operasyonlarından etkilenmemeye çalışıyor ancak bu bir yere kadar. Zira ABD’nin radar alanından çıkarak giriştiği politikada Türkiye’de iç savaşın çanlarını çalacak bir yerde duruyor. Bunun ülke ekonomisine de etkisini bariz görüyoruz. 27 Eylül’de AKP hükümetince açıklanan üç yıllık Orta Vadeli Program, dört yıl üst üste yüzde 5.5’lik büyüme hedefleri ile emperyalist tekellere göz alıcı bir vitrin düzmeyi hedeflerken bütçe, daha genel anlamda kamu maliyesi ile ilgili iddialı hedefler koymaktan da geri durmamıştır.  Buna göre 2016’da yüzde 1 olan bütçe açığının milli gelire oranı, 2017’yi yüzde 2 ile tamamlayacak.

Bu, yüzde 1.7 olan avro alanı ortalamasının üstünde bir oran olmakla beraber yüzde 3’lük Maastricht kriterinin hala altındadır. Yani TC devletinin ekonomisi krizden çıkayım derken ikinci bir krizi ortaya çıkarmaktadır.  Milli geliri yüzde 1’i dolayına indirmek isteyen AKP, bir yandan yeni vergiler salarak açığı kapatmaya çalışırken bir yandan da borçlanma limitini artırarak hamle yapıyor. Bu ise bataklığa batan bir ekonominin çırpındıkça daha çok battığına işarettir. Bu politikanın OHAL koşullarında gerçekleştiriliyor olması da olası bir toplumsal muhalefetin bastırılması içindir.

TC’nin İdlip operasyonu ve gösterdikleri

Suriye politikasında birçok şantaj politikasını elinde bulunduran TC devleti özellikle ABD’nin Suriye politikasına ters düşünce esas olarak Rusya ile yakınlaşma göstermiştir. Özellikle 15 Temmuz sonrası Rusya ile ilişkilerini bir hayli artıran AKP bu konuda gelinen aşamada Suriye ve Irak’ta kurduğu ordu gücü ile birlikte bölgede bir merci olmaya çalışıyor.  Şunu belirtmek gerekir ki bu TC devletinin komprador yapısını Rusya’ya kaydırdığı anlamına gelmemektedir. Ancak dış politikada battığı her noktada provokasyon yaratarak ilişkileri bozmak ve uzun vadede kendini korumanın derdindedir. Bu açıdan TC devleti, Rusya arasında İdlip’te icra ettirilen operasyon TC devletinin bölgede kendine nüfuz alanını oluşturmasını hedeflemektedir ya da TC devleti böyle ummaktadır.

ABD-Rusya ve YPG-Esad güçleri arasında yapılan anlaşma gereği, Esad güçleri Rakka operasyonuna doğrudan müdahil olmayacaklarını YPG’nin ise Deyrizor’a yönelik herhangi bir operasyon gerçekleştirmeyeceği üzerine anlaşmaya vardırlar. Her şeyden önce YPG Rakka’yı Esad’a bırakacağına dar bir anlaşmada bulunmuş durumdadır. Ancak Rakka ilerleyen dönemlerde Esad ile sürdürülecek müzakerenin bir aracı olacak. Her şeyden önce Afrin konusunda YPG ve Rusya’nın bir anlaması söz konusudur.

Rus askeri birlikleri Afrin sınırına konumlanarak TC’ye açık bir mesaj vererek TC’nin provokasyonlarına geçit vermeyeceğini belirtti.  Ancak TC gibi provokasyon üzerine bir politika işleten bir devletin bölgede neler planlayacağı merak konusudur ve buna hazırlıklı olmak gerekir. İdlip üzerinden Afrin’e yakınlaşmaya çalışan TC devleti iç politikada veya dış politikada icra ettireceği bir provokasyon ile Afrin’e girme bahanesi ortaya atabilir. İdlip’te TSK’nin denetimindeki cihatçıların Nusra ile çatışması her şeyden önce Türkiye’de cihatçıların askeri eylemlerinin yapmasını da gündeme getirmektedir. Çünkü cihatçı savaşın temel hedefi savaşın merkezini güçlendirmek için savaşı başka merkezlere yayarak caydırıcılık politikası izlemektir. Bu açıdan Nusra ve DAİŞ’in TC’nin iç politikasını ve ekonomisini etkileyecek bir saldırı planlaması ülke ekonomisin alt-üst edecek bir yerde durmaktadır. TC devletinin dış politikasının yarattığı ortam iç politikada krizi büyütecek bir yerde durmaktadır. Suriye’de çatışma finalinin İdlip olacağına dair tartışmaları ise net koymak doğru olmaz. Zira TC devletinin İdlib’e girmesi aslında yeni bir sürecin başlangıcına işarettir. Bu başlangıç Rojava’da yeni bir sürece evrilecektir. Çünkü Rojava’nın bağlantısı için Cerablus hala TC’nin destekçisi cihatçıların denetimindedir.

Suriye’de yaşanan iç savaşın TC ekonomisinde yaratacağı etki en çok kendini 2019 seçimlerinde gösterecektir. Bunun yaratacağı politik atmosferin telaşında olan AKP OHAL’in yarattığı avantajları kullanmak isteyebilir. Bu açıdan ortaya çıkan politik atmosfere göre önümüzdeki sürecin politik reaksiyonlarını görmek ve buna uygun davranmak gerekmektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu