Makaleler

40. YILINDA KIBRIS İŞGAL ALTINDA, ESİRLERE NE OLDU?

Kıbrıs, Sicilya ve Sardanya’dan sonra Akdeniz’in üçüncü büyük adasıdır. Coğrafi konumu itibariyle önemli bir yere sahiptir. Geçmişten günümüze sayısız işgal ve savaşların yaşandığı Kıbrıs stratejik konumu, Ortadoğu’ya açılan pencere olması ve her türlü müdahale için harekete geçebilme açısından önemlidir. M.Ö adaya yerleşen Rumlardan 2671 yıl sonra, yani 1571 yılında Türkler adaya adım attılar. Adada hâkimiyeti ele geçirdiler, despot yönetimlerinden dolayı hâkimiyetlerini kaybederek azınlık durumuna düştüler. Kıbrıs adası 1878 yılından 1960’a kadar, esas olarak İngiliz emperyalizminin kolonisi durumunda idi.

ABD emperyalizmi, 1950’lerden sonra ilgisini çeken adayı ele geçirmek için her türlü yol ve yöntemi denemekten kaçınmamıştır. Bir zamanlar insanların dostça, kardeşçe yaşadığı Kıbrıs adasında,1960 yılında kabul edilen Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nda Cumhurbaşkanı’nın çoğunluk olan Rumlar (% 82) tarafından yardımcısının ise azınlık olan Türk’lerden (% 18) seçilmesi kararlaştırıldı. Buna göre Cumhurbaşkanı Makarios, yardımcısı Fazıl Küçük olacaktı. Bakanlar Kurulunda 7 Rum 3 Türk, Yasama Görevini 5 yılda bir seçilen 35 Rum 15 Türk’ten oluşan Temsilciler meclisi yerine getirecekti. Yasalar ulus’ların konumuna göre belirlendikten sonra adada yaşayanlar tarafından alınan en önemli ortak karar ise Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir başka devletle birleşmesi ya da bölünmesinin yasaklanması idi. Yine Kıbrıs Anayasası’na göre iki resmi dil olacaktı. Türk’lerin adadaki nüfusu % 18 olmasına rağmen, % 30 temsil oy hakkı ile ”eşit” taraf sayılmaları, gelecekteki planları için isteklerini kabartıyordu. Nitekim de öyle oldu. 1950 yılına kadar Türkiye’nin Kıbrıs diye bir sorunu yoktu. Dış İşleri Bakanı Necmettin Sadak TBMM’de yaptığı konuşmasında ”Bugün Kıbrıs Meselesi diye bir şey yoktur” diye açıklama yapıyordu. Türkiye ve Yunanistan 1952 yılında NATO’ya üye olunca, Türkiye Kıbrıs’ta durumunun aynen korunmasından yana oldu. Yunanistan ile karşı karşıya gelmek istemedi. Dünyada Varşova Paktına karşı kurulan, bir askeri Pakt olan NATO, komünizme karşı mücadelede başka bir sorun ile NATO üyesi iki ülkenin karşı karşıya gelmesini o zaman öngörmedi. 1954 yılında Yunanistan, İngiltere’nin Kıbrıs’ın ”kendi kaderini tayin hakkını” tanıması için BM’ye başvurdu. Yapılan görüşmelerde Türkiye’nin adanın İngiltere’ye ait olduğunu belirterek İngiltere’nin yanında saf tuttu. Yine BM oturumlarında Tunus ve Cezayir’in Fransız sömürgeciliğine karşı yürüttükleri Ulusal kurtuluş mücadelesinde yine Türkiye Fransa’dan yana tutum aldı. Artık Türkiye, Ortadoğu halkları gözünde sömürgecilerden, emperyalistlerden yana tavır alan bir ülke olarak tanınmaya başladı. ABD’nin,  adada etkisinin her geçen gün artmasından rahatsız olan İngilizler, Kıbrıs’ın etki alanına girmemesi için bir Türk-Rum çatışması yaratarak adadaki hâkimiyetini güçlendirmek istiyordu. ABD emperyalizmi 1950’li yıllarda Kıbrıs’ın bölünmesi ve ABD üssü haline getirilmesi planını hayata geçirmeyi hedefliyordu. Değişen dengeler İngiliz’lerin aleyhine işlemeye başlamıştı. Mısır’da Nasır yönetimi Süveyş kanalının ulusallaştırıldığını açıklamasından sonra, Mısır’a yerleşmiş olan İngiliz askeri üsleri kapatıldı. Mısır’da üslerini kaybeden İngiltere için Kıbrıs artık vazgeçilmez öneme sahipti. Artık Kıbrıs bölünecek Rum ve Türk tarafları ve her ikisi de kendi ”anavatan”larına katılacaktı. İngiliz emperyalizminin ”böl ve yönet” politikasına en uygun düşen çözüm de bu olacaktı. Yine dünyada Kıbrıs’ta yaşanan değişiklikler, emperyalist güçler arasındaki çelişkiler Kıbrıs’a hâkim olan İngiliz’lerin, elinden kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya getirdi. 1960’lardan sonra

kıbrıs 1SSCB yanlısı Kıbrıs’ta AKEL Partisi adadaki oy oranını giderek artırmaya başladı. Kıbrıs Cumhuriyeti, Bağlantısızlar Hareketi zirvesinde kurucu üye ünvanını aldı. Bağlantısızlar Hareketi SSCB’ye yakınlığı ile tanınıyordu. Tüm bu gelişmeler yapılacak bir seçimlerde kazanacak ”komünist”lerin ardından Batı için çok büyük bir tehlikenin kapıda olduğunu görebiliyordu. ABD Emperyalistleri Kıbrıs’ı ele geçirmek için 1950’lerden itibaren Kıbrıs’lı Rum’lar arasında EOKA (Kıbrıs’lı Savaşçıların Ulusal Örgütü) denilen faşist bir örgütlenme, Kıbrıs’lı Rum’lar, Kıbrıs’lı Rumları, Kıbrıs’lı Türk’lere karşı ”Kıbrıs Rumlarındır”,”Yunanistan’a bağlanmalı” sloganı

ile harekete geçirmiştir. Aynı şekilde İngilizler de Kıbrıs’lı Türk’ler arasında TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) denilen faşist nitelikli bir örgütlenme başlatmışlardır. Başına da atanan kişi Rauf Denktaş olmuştur. Her iki faşist örgütlenmeler de gerici şovenist olup, iki halkı birbirine düşman etmeye ”Rum ve Türk’ler” bir arada yaşayamaz, anlayışında, toplumu ikiye bölmüşlerdir. 1963 yılında Rumlarla Türk’ler arasında başlayan çatışmalar iki halkı karşı karşıya getirmiştir.1967 yılında yine iki halk birbirine düşürülerek çatışmaya sürüklenmiştir. Emperyalist burjuvazi iki halkı bölerek nihayet 1974 yılında planlarını hayata geçirdiler.

İşgalci Türk Ordusu KIBRIS’TA 

Türk Devleti’nin esas amacı adada tek başına bir yönetim ile Kıbrıs’ı ele geçirmek olmuştur. Irkçı, faşist Turan düşüncesini her daim savunan, 1960 yılında Türkiye’de gerçekleştirilen askeri cuntanın içinde, görev alan katıldığı askeri cuntanın işbaşına gelmesinden sonra Albay rütbesi ile ordudan uzaklaştırılıp, sürgüne gönderilip Milliyetçi Çalışma Partisi ile devamı olan MHP’yi kuran Albay Alparslan Türkeş ve arkadaşları Kıbrıs’ta ”Türk’lerin ezildiğini”, ”haklarının kısıtlandığını”, Rumların da ENOSİS istedikleri ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a katmak için, fırsat kolladıkları şeklinde bir propaganda ve kaos örgütlemeye giriştiler. Tamamen Özel Harp Dairesi’nin planı ve provokasyonları ile adada bir savaş ile toprakları ele geçirmek hedefindeydiler. Büyük Yunanistan düşünü kuran Grivas’ın ırkçı EOKA örgütlenmesi ile Özel Harp Dairesi’nin kurduğu TMT ve başına getirdiği Rauf Denktaş özel örgütlenmesi, Türk Rum kardeşliğini savunanlar ile Rum’lara saldırmaya ve öldürmeye başladı. Aynı şekilde EOKA Teşkilatı ise Türk’lere karşı saldırılar yaparak karşılıklı saldırılar yaşandı. Şiddetlenen çatışmalarda 24 Türk’ün öldürülmesini müdahale gerekçesi olarak gören Türkiye adayı işgal edebileceğinin sinyallerini verdi. 15 Temmuz 1974 yılında, ABD güdümündeki faşist Sampson kliği, başta olan İngiliz uşağı Makarios’u darbe ile alaşağı ederek, iktidarı ele geçirdi. Teşhir ve tecrit olan bu iki klik yönetimi sivillere terk etmek zorunda kaldı. Darbeyi de fırsat bilen Türk hâkim sınıfları ve hükümet olan Ecevit bütün emperyalist güçlerin de desteğini de alarak adayı işgal etti. İlk harekât Temmuz 1974’de, ikinci harekât ise Ağustos ayında Cenevre görüşmelerinin yapıldığı sırada ”herhangi bir ilerleme” sağlanamadığı gerekçesiyle gerçekleştirildi. Dönemin Türk Dışişleri Bakanı Turan Güneş’in görüşmelerde yer aldığı, ”Ayşe tatile çıksın” şifresini kullanarak, harekât emrini Bülent Ecevit’e verdi. Ayşe, Turan Güneş’in kızının ismidir. Yani işgal edebilirsiniz mesajını Ecevit’e iletmiştir.kıbrıs 5 Türk hâkim sınıflarının görünüşte ”sol”, özünde faşist olan adamı Bülent Ecevit Kıbrıs’a çıkartma yaparak bu işgalin adına ”barış harekâtı” adını koydu. İşgalci Türk ordusu adaya ”barış ve kardeşlik” götürmek için çıktı, dedi. ”işgal ordusu” olmayacak diyen, her konuşmasında ”barış, kardeşlik, özgürlük” gibi yüce kavramları ağzından düşürmeyen B. Ecevit, faşist yüzünü gizleyebilmiştir. Hatta bazı sol çevreleri de etkisi altına almıştır. Kıbrıs işgal harekâtı 40 bin askerle, zırhlı araçlarla kara, deniz, havadan yapılan başka bir ülkenin topraklarını işgal edilmesi olayıdır. Barış harekâtı olmamış, katliama dönüşmüştür. Barış harekâtı adı altında, binlerce yaralı, esir, ölü ve yıkım ”kardeşlik” adı altında yapılmıştır. İşgal, Türk milliyetçiliğini, şovenizmi körüklemenin aracı olmuştur. % 38 toprak parçasını işgal eden Türk ordusunun hâkimiyeti altına girmiş oldu. Kuzey bölümü güneyden koparılmış, kuzeyde Rum’lar göçe zorlanmış 200 bin’e yakın Rum evini, köyünü bırakarak terk etmek zorunda kaldı. Türkiye’de, Ermeni’lere-Rum’lara-Kürt’lere yapılan soykırım aynen Kıbrıs’lı Rum’lara yapılmıştır. Güney’den Türk’ler, kuzey’e yerleştirilerek fiilen işgal tamamlanmıştır. İşgal ordusu benzeri görülmemiş uygulamalar ile talan, soygun, tecavüz ve infazlar ile savaş suçu işlemiştir. Ada’nın demografik yapısını bozarak tamamen Türk tarafını çoğaltmak için Türkiye’den seçilen MHP’li ırkçı kesimler buraya taşındılar. Adada evlere, topraklara, ganimetlere el koyarak yerleştiler. Türk’lerin öldürüldüğünü söyleyen işgalci Türk ordusu sivil halka saldırmaktan kaçınmadı. Binlerce sivil savunmasız insanlar uykularında katledildiler. Katliamları ”adaya demokrasi” getirdik diye yutturmaya çalıştılar. Beşparmak dağları diye bilinen Pentadektylos dağları kan gölüne döndü. Türk ordusu belki tarihinin en vahşi saldırılarını, katliamlarını burada yaptı. Yüzlerce, binlerce insan ”esir” alındı. Topraklarından, yurtlarından alınarak bilinmez yerlere götürüldü ve infaz edildiler. Kıbrıs halkına ”barış, özgürlük, huzur vaadiyle işgal eden Ecevit, NATO’ya bağlı ordusu ile inandırıcı olmamıştır. Kıbrıs, Türk ve Rum halklarının ortak devleti olan Kıbrıs Cumhuriyeti, Türk Devleti’nin işgaliyle ikiye bölündü. 13 Şubat 1975’de KTFD adı verilerek başına Özel Harp Dairesi’nin getirdiği, kukla bir devletin, kukla yöneticisi Rauf Denktaş atandı. Yapılan antlaşmalara göre kuzeydeki Rum’lar güneye, güneydeki Türk’ler kuzeye yerleşmek üzere yer değiştirdiler. Türkiye’den belli bir nüfus getirilerek nüfusun çoğaltılması hedeflendi. KTFD parlamentosunda bütün üyelerin oybirliği ile 1983 yılında KKTC kuruluş bildirgesi, bütün parlamenterlerin oy birliği ile kabul edildi. 20 Temmuz 1974’de Türk ordusu tarafından işgal edilen 40 yıldır, halen işgal altında olan Kıbrıs’ta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilan edildi. İşgalci Türk ordusunun Kıbrıs’ta uyguladığı zulüm, vahşet, savaşın görüntüleri esirlere karşı, savaş hükümlerini hiçe sayarak yok edilmesi dünya kamuoyunda tepkiyle karşılandı. İşgalci Türk ordusunun Kıbrıs’tan derhal, şartsız ve hiçbir koşul ileri sürmeden geri çekilmesi istendi. BM’lere verilen bir önerge ile BM Genel Kurul’u Kıbrıs konusunda, olağanüstü toplanarak belli başlı kararlar aldı. 550 sayılı karara göre ”bütün işgal güçlerinin Kıbrıs Cumhuriyeti’nden derhal çekilmesi” talep edildi. BM Genel Kurulunda 103 Evet, 5Aleyhte (Türkiye, Pakistan, Bangladeş, Somali, Malezia) ve 20 Çekimser oyla kabul edildi. KKTC’nin tüm BM üye devletler tarafından tanınmaması istendi. BM’ye göre Türk askeri adada işgalcidir. Türk hâkim sınıfları, yani işgalciler uluslararası alanda ağır bir diplomatik yenilgi aldılar. Tüm tepkilere rağmen adanın kuzeyinde faşist Türk ordusunun işgali altında, kukla bir devlet KKTC oluşturuldu. Savaşın yıkıntıları, savaşın bitiminden sonra hepsi teker teker ortaya çıkmaya başladı. Terör estiren Türk ordusunun adaya sözde barış, kardeşlik, huzur getirdik yalanları hepsi bir bir ortaya çıkmaya başladı. Acı, yıkım, korku ve vahşetten beslenen İşgalci Türk ordusu, savaştan sonra başı hayli ağrımaya başladı. Karşı karşıya kaldığı sorunların başında esir alınıp, kaybolan Rum’ların sorunu gelmektedir. bugün bile akıbetlerinden haber alınamayan kayıp Rum esirler sorunu, kayıp yakınlarının olduğu kadar, tüm insanlığın sorunudur. Vicdanları halen sızlatmaya devam etmektedir.

 

kıbrıs 2Kayıp Askerler ve Siviller Öldürüldü

1974 yılına kadar Barış içinde bir arada yaşayan Rum ve Türk halkları, emperyalist efendilerinin çıkar kavgasına kurban edilerek yerlerinden, yurtlarından edildiler. Acı, ızdırap, korku ile karşı karşıya kalan halk yaralarını bugün bile saramamıştır. Savaşta öldürülenlerin mezarları belli anılmaktadırlar. Ama 1500 yakın kayıp Rum’dan bugüne kadar haber alınamamıştır. Kayıp yakınları, aileler örgütlenip BM’lere, Türkiye’yi şikayet ederek, sivillerin ve askerlerin akıbeti hakkında Türkiye’den soruşturma açılmasını istediler. 25 yıldan sonra ilk defa Kıbrıs Rum kesiminde kayıp yakınları kayıpların akıbetlerinin belirlenmesinde ilerleme sağlanamadığı için, protesto etmek amacıyla BM Genel Sekreteri, Kıbrıs Özel Temsilcisi Ann Hercus’un evinin yakınında oturma eylemi yaptı. İlkokul öğrencilerinin de katıldığı eylemde Ann Hercus’a bir mektup verildi. ”Mektupta BM’in kayıp sorununun çözmesinin görevi olduğu, Türkiye’ye baskı yapılmasını istediler. Kayıp askerler ile sivillerin akıbeti hakkında 35 yıl sonra ortaya çıkan kemikler bize, kuşku bırakmayacak şekilde bu kişilerin öldürülüp, yok edildiğini göstermektedir. 1974 yılında, savaş sırasında esir alınıp fotoğrafları çekilerek, tüm dünyaya servis edilen, Türk ordusunun ”şefkatli”, savaş kurallarına uyduğu imajını vermeye çalışan, o dönem Türk basınında ve yabancı basında adeta ikon olan 5 Rum askerinin (K. Antonakıs Mıchael-30, Nıcolaou P. Chrısttomos-26, H. Phılıppos Stephanos-19, P. Ioannıs Charelembas-24, Skordıs Georghıos-25) teslim olmuş görüntüleri ile Türk askerinin, Rum askerine bir sigara ikram eden görüntüsü, basında günlerce, milliyetçi, ırkçı, şoven rüzgarın aracı olmuştu. Ama Türk askerinin bu foyası, yalan ve sahte şefkati 35 yıl sonra ortaya çıktı. Kıbrıs işgal harekâtında çekilen bu fotoğraf, Türk askerleri tarafından esir alınan 5 Rum askerinin Kuzey Kıbrıs’ta bir Türk köyünde yer alan su kuyusunun içinden çıkması oldu. Kayıp yakınlarından alınan DNA örnekleri analiz edildiğinde bunlardan 5’nin, 35 yıldır kayıp olan Rum askerlere ait olduğu ortaya çıktı. Bu askerlerin 14 Ağustos 1974’de esir alınan Rum askerler olduğu belirlendi. Bir TV programında baklayı ağzından kaçıran Kurtlar Vadisi dizisinde ”kılıç” adında bir mafya babasını cezalandıran Atilla Olgaç’ın anlattıkları insanın kanını donduracak gibidir. Olgaç askerlikte terhisine bir gün kala Mersin’den Kıbrıs’a gönderilince işgal harekâtında görev aldığını, vatan için adam öldürdüğünü itiraf etti. 19 yaşında esir düşmüş bir Rum’u yüzüne tükürdüğü için alnından vurduğunu, sonradan buna 9 kişinin daha eklendiğini itiraf etti. Bu hareketin bir suç olduğunun farkına varan, gelen tepkiler üzerine ”şaka” yaptığını söyleyen Olgaç, inandırıcı olamamıştır. Kıbrıs işgali ile başlayan ihlaller, hukuksuzluk, işgallere karşı Rum halkı örgütlenerek, AİHM’ne başvurarak haklarını aramışlardır. Evinin elinden alındığına karar veren mahkeme Titiana Loizidou’ya Türkiye’nin 1,2 milyon Euro ödemeye mahkûm etti. 1994 yılında Rum hükümeti harekât sonrası kaybolan

kıbrıs 61491 kişi için ve yerlerinden edilen 221 bin kişinin zararlarını karşılaması talep edilen başvuruyu AİHM’ne 1996’da yaptı. Türkiye’yi İnsan Hakları Sözleşmesini ihlal ettiği sonucuna vardı. Nihai karar ise 2014 yılında açıklandı. Türkiye harekât sonrası kaybolan ailelere 30 milyon Euro, adanın kuzeyinde malların zararını karşılamak için ise 60 milyon toplam 90 milyon Euro ödemeye mahkûm etti. “Şefkatli Türk Ordusu”nun, Rum halkının topraklarını işgal edip, akıl almaz zulüm, vahşet ve acı yaşatmasını Türkiye’de tüm ilericiler, devrimciler şiddetle karşı çıkmış, aynı zamanda kınamıştır. Çünkü bu acıların aynısını Türk Ordusu, Türkiye’de yaşayan Rum, Ermeni, Kürt, Alevi… Kendisine muhalif olan tüm kesimlere uygulaya gelmiştir. Bu yüzden sicili kirlidir. Tüm uluslararası sözleşmelerde sözde imzası olan Türkiye, gereklerini hiçbir zaman yerine getirmemiştir. Ermeni jenosidi ile 1,5 milyon Ermeni’nin yok edilmesi, 350 bin Rum’un topraklarından göçe zorlanması, artık Türkiye’de Rum ve Ermeni’lerin sayıları yok denecek kadar azalmıştır. ”Şefkatli Türk Ordusu”nun, Kürt Ulusal Kurtuluş mücadelesinde uyguladığı vahşet henüz hatıralardan silinmedi. Gerillaların organlarını kesmek, kesik başları ile hatıra fotoğrafı çektirmek insanlıktan nasibini almayan faşistlere ancak mahsus olabilir. Dersim’de insanları mağaralarda gaz bombaları ile imha eden Türk Ordusu’nu Dersim’liler asla unutmamıştır. 14 yaşında teslim olan, gerillaya 45 yıl hapis cezası veren Türk ordusu ile adalet sistemi ne kadar korku içinde olduğunu göstermiştir. Teslim olan gerillaları bile kurşuna dizen ”şefkatli Türk ordusu” her zaman savaş suçlusu olarak bilinecektir. Faili meçhul cinayetlerde öldürülüp, halen nerede oldukları belli olmayan, mezar taşları olmayan insanların ölümünden sorumlu ”şefkatli Türk ordusu”dur. Kürt ve Ermeni olduğu için kendi askerini dahi öldüren ancak ”şefkatli Türk ordusu”nda görülür. Dün Kıbrıs’ta halkları birbirine düşüren emperyalizm, bugün aynı senaryoyu Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar genişleterek bölgeyi savaş alanına çevirmiştir. Rum Türk çatışması yerini bugün etnik-din ve mezhep savaşlarına bırakmıştır. Değişen hiç bir şey olmamıştır. Savaşlardan ülkelerini bırakarak kaçan insanların sayıları her geçen çoğalarak artmaktadır. Ülkemizde bu politikaların uygulayıcısı R T Erdoğan’dır. Kessab’dan başlayıp Suriye, Irak’a kadar uzanan bu bölgede Suni-Şii-Kürt çatışması ile halkları birbirine kırdırıp seyreden Erdoğan İnsanlığa karşı ağır suç işlemeye başlamıştır. Türkmen’lere yardım adı altında IŞID örgütünün tüm lojistik askeri ihtiyaçlarını karşılayan Erdoğan halkların, tüm insanlığın düşmanıdır. 40 yıldır Rum ve Türk halkları arasında devam eden Kıbrıs Sorunu ne Lahey Planı, ne Annan Planı ne de bir başka plan çerçevesinde çözüme ulaşabilir. Tek çözüm yolu Halkların Kardeşliğidir. Ağır suç dosyaları ile savaş suçu işleyen TSK’nın Uluslararası mahkemelerde hesap verme zamanı gelmiş, çoktan da geçmiştir.

Temmuz 2014

Agop Ekmekçiyan

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu