GüncelMakaleler

MAKALE | İstanbul Seçimleri; Sandık Yetmez Sokakta Direniş!

"Devrimci-demokratik güçler, geniş kitlelerin AKP şahsında düzene karşı birikmiş öfkesinin bir başka düzen gücü eliyle sisteme akıtılmasına ise izin vermemelidir"

İstanbul seçimleri, 31 Mart’ta ‘Millet İttifakı’nın adayı Ekrem İmamoğlu’nun kazanmasıyla gündemdeki ağırlığını ve önemini korumayı sürdürüyor.

31 Mart seçimlerinin doğrudan iktidar tarafından “beka” ve “Türkiye seçimi” olarak görülmesi ve kitlelere böyle propaganda edilmesi bu ağırlığın temel nedenleri arasında.

İktidarın istim üzerinde yol alan gerçekliği, süreğen hale gelen ağır ekonomik kriz, derinleşen enflasyon ve zamlar ile düşen alım gücü ve yoksulluk, buna eklenebilecek gelişmeler olarak S-400 ve Suriye’deki durum ve bu diziye eklenebilecek daha birçok faktör ise seçimlerin stratejik önemini belirliyor.

Uzunca bir süredir hükümet olmaktan iktidar olmaya terfi eden AKP’nin, işçi sınıfı ve emekçi kitleler; Kürtler, Aleviler, kadın ve LGBTİ+’ler, gençler ve çocuklara yönelik bugün karşımıza çıkan tablonun temel müsebbibi olduğu tartışma götürmez bir gerçek.

En azından AKP iktidarının Türk Büyük Burjuvazisinin taleplerini yerine getirme ve geniş kitleler nezdinde rıza üretmede son derece kabarık bir sicili olduğu herkesin malumu. Süreklilik arz eden kriz hali, düzen cephesinde siyasi alanda yaşanan devamlı sirkülasyonun da temel nedeni.

Zira, krizlerin derin ve sürekli olduğu coğrafyamızda bu durum, Türk Burjuvazisinin sözcüsü durumundaki siyasi partileri geniş emekçi kitlelerin hedefi haline getirmekte ve söz konusu partilerin tarihin çöplüğüne atılmasına neden olmaktadır. Kuşkusuz her kriz, mevcut partilerin sahneden inmesine neden olduğu gibi kimilerinin de aynı sahneye zuhur etmesini de beraberinde getirmektedir.

Türk Burjuvazisinin, Osmanlı’dan devraldığı ‘kriz yönetimi’ ve R.T. Erdoğan’ın da sıkça yinelediği gibi ‘krizi fırsata çevirme’ konusunda oldukça birikimli  olduğu unutulmamalıdır.

Açık ki, siyasal boyutuyla karşımıza çıkan gelişmeler ancak onlara gerçek rengini veren temel güçlere bakılması ve buradan doğru yapılacak analizlerin sonucunda doğru ve bilimsel bir şekilde anlaşılabilir.

Bu bakımdan Türk Büyük Burjuvazisinin içinde bulunduğu durum, uluslararası sermaye ile kurduğu ilişkiler ve yönelimi belirleyicidir. Sınıf  mücadelesinin andaki durumu bunun koordinatları, sermayenin güncel deki durumuna bakılarak anlaşılabilir. Madalyonun diğer yüzünde ise işçi sınıfı ve emekçilerin daha geniş bir parantezde ezilenlerin siyasal yönelimi, sistemin ideolojik- politik ve kültürel hegemonyasına yönelik duruşu belirleyicidir.

Bu perspektiften bakıldığında, Türk Büyük Burjuvazisinin ekonomide yaşanan kriz halinden dolayı emperyalist sermaye nezdinde zor durumda olduğunu ve çıkış yolu aradığını söylemek mümkün.

Türk sermayesi, geleneksel olarak yaptığı gibi ‘krizi fırsata çevirmek’ için devlet aparatını devreye sokacak ve krizin yükünü de emekçilerin sırtına yıkacaktır. Ne var ki bunun yapılabilmesi için geniş yığınlar nezdinde güçlü bir şekilde rıza üretebilen, etkin bir siyasi partiye, aktöre gereksinim vardır.

Bugün bu ihtiyaç çok daha yoğun bir şekilde hissedilmektedir.

Çünkü geniş emekçi kitleler, gelinen aşamada sistemin ekonomik krizinin yarattığı çok derin bir öfke ve tepkiyi biriktirmekte, bu birikimde bugün için sandıkta su yüzüne çıkmaktadır.

Geçiş Süreci, AKP’nin Türbülansı!

Kuşkusuz Türk burjuvazisi bu gerçeğin bilincindedir. Anlaşılan o ki Türk Büyük Burjuvazisi,  toplumsal çelişkilerin AKP iktidarı ile kontrol altına alınabileceği ve sürecin AKP iktidarı ile yönetilerek krizin fırsata çevrilebileceği konusunda önemli kuşkular taşımaktadır. 16 Nisan referandumu ve 24 Haziran seçimlerinde sermaye, kuşkusuz muhalefetin kazandığını biliyordu buna rağmen AKP iktidarının hile ve yolsuzluklarına onay verdi. Çünkü AKP hala, arkasına aldığı mutlak devlet gücü, şiddeti ve terörü ile geniş kitleler üzerinde hegemonya kurma kudretine sahipti.

Ne var ki 31 Mart’ta, biriken sinerjinin ceberut devlet korkusuna rağmen artık dizginlenemediği ortaya çıktı. Adana, Mersin, Antalya, İzmir, Ankara ve İstanbul gibi büyük şehirlerin CHP’nin eline geçmesi de bunun bir göstergesi olmuştur. Sermayenin, kitlelerin sandıkta, geleceğe dair verdiği mesajı aldığına şüphe yok.

Bahsini ettiğimiz toplumsal koşullarda, giderek keskinleşen ve artık kendini toplumsal alana, 31 Mart sonrasında da kendiliğinden bir şekilde sokağa vuran tepkilerin çevrelediği bir resimde İmamoğlu’nun bugünkü çıkışı ve kısa sürede geniş yığınlar nezdinde bunca popüler olması şaşırtıcı olmayacaktır.

Türk Büyük Burjuvazisinin toplumun nabzını tutmada son derece başarılı olduğunu unutmamak gerekir. Diğer yandan her ne kadar Başkanlık istemi ile birlikte tüm yetkiler Saraya ve tek adama verildiyse de burjuvazinin her zaman için olası kazalara karşı yedek kaptanları hazırda bulundurmaya özen gösterdiğini de unutmamalı!

Görünen o ki sermaye, krizle birlikte ekonomi çarklarında yaşanan sorunları hem kendisi ama daha da önemlisi ortaya çıkardığı sonuçlar itibariyle ezilenler açısından büyük riskleri beslediğinin farkındadır. İmamoğlu’nun çıkışı da bu farkındalığın bir sonucu olarak gerçekleşmiştir. YSK’nin İstanbul seçimlerini iptal edip tekrar seçim kararı verdiği saatlerde Koç ve Sabancı Holding temsilcilerinin İmamoğlu ile görüntü vermesi, Galatasaray Genel Kurulunda yapılan konuşmaları da bu tablo içinde okumak doğru olacaktır.

Sermaye açık ki Kemalist-Ulusalcı Blok’a dünden daha fazla arka çıkmakta onu güçlendirecek manevralara yönelmektedir. Burjuvazinin  müesses nizamının devamını, AKP dışında bir seçenekte aramaya başladığına yönelik bu açık mesajlar bir yanıyla da geniş kesimlere verilmektedir.

İngiltere merkezli sermaye odakları ve ABD emperyalizmi ile geleceğe dair ‘yeni’ bir düzlem üzerinden, ‘yeni’ bir yapılanmaya gidildiği ve ‘yeni’ bir düzenin kurulması konusunda bir anlaşmaya varıldığı anlaşılıyor. Bu mutabakatın ya da yönelimin, siyasi partileri aşan bir muhtevaya sahip olduğu ve ilk olarak devletin derin çekirdeğinde, yeni bir güç dengesinin kurulmasıyla onu takiben de yasal alanda tedavüldeki düzen partilerine uzanacağını öngörmek  mümkün.

Açık ki bugün, düzen cephesinde 2002’den bu yana süregelen güç dengeleri ve rol paylaşımında başka bir deyişle kaptan köşkünün dizaynına ilişkin bir geçiş sürecinin yaşandığı söylenebilir. Türk Büyük Burjuvazisi, İstanbul seçimlerinin iptal edilmesiyle, AKP iktidarına bir şans daha verirken diğer yandan İmamoğlu’nun temsil ettiği Kemalist-Ulusalcı Blok’u örgütlemek içinde kolları sıvamıştır.

AKP iktidarı kazanırsa onunla, kazanamaz ise İmamoğlu’nun temsil ettiği güçlerin de seçenekler arasında olduğu; siyasal İslamcı cenahta da yeni partilerin sahaya ineceği bir denklemle yola devam edilecektir.

31 Mart seçimleri, AKP iktidarı içindeki çözülme ve çürümenin artık geniş kitleler nezdinde de görünür olduğunu belki de bundan da önemlisi söz konusu kesimlerin artık buna tepki göstermeye başladığını anlatmıştır. AKP iktidarı, her adımıyla daha fazla zayıflayacağı ve daha fazla teşhir olacağı bir türbülansa girmiş durumdadır. Bundan sonrası AKP iktidarının kalan son barutunu tüketmesi ve düzen cephesinde rakip bloğun örgütlenmesi için zaman kazanılmasından ibaret olacaktır.

 Gemi Farklı Liman Aynı

Açık ki İstanbul seçimlerinin iptali, AKP iktidarının kendi hukukunu ayaklar altına aldığına, geniş kesimlerin seçme ve seçilme hakkı temelindeki tarihsel birikimine ve demokratik hakkını yönelik bir saldırı ve gasp anlamına gelmektedir.

YSK kararından sonra Kadıköy, Şişli, Beşiktaş gibi merkezler ile kimi mahalleler de kendiliğinden bir şekilde sokağa taşan öfke, bu bakımdan anlamlıdır ve gelecek açısından umut vericidir. Kitlelerin sandığa yansıttıkları iradelerine sokakta sahip çıkması, ezilenlerin bilincindeki mücadele azminin gelişimi açısından önemlidir. OHAL karanlığından geçildiği koşullarda, AKP iktidarının ağır bir zulüm cenderesi altında bu çıkış, sahiplenilmesi ve içinde yer alınması gereken bir çıkıştır.

Devrimci-demokratik güçler, geniş kitlelerin AKP şahsında düzene karşı birikmiş öfkesinin bir başka düzen gücü eliyle sisteme akıtılmasına ise izin vermemelidir. Kuşkusuz bunun yolu da sürece aktif bir şekilde dahil olmaktan, YSK’nin gayr-ı meşru kararına karşı mücadele etmekten, YSK ve onun temsil ettiği seçim sistemini ve de AKP iktidarını teşhir etmekten geçmelidir.

Bugünkü durumda devrimci-demokratik güçlerin zayıflığı, AKP karşısında çarenin İmamoğlu’nda aranması tehlikesini getirmiştir.

Deyim yerindeyse İmamoğlu, pek çok devrimci-demokrasi gücü açısından AKP iktidarının geriletilmesi için elle tutulur tek seçenek olarak kalmıştır.Düzen partileri ve AKP’nin gadrine uğramış kesimler açısından bu bir gerçekse de devrimci-demokratik güçlerin İmamoğlu rüzgarına kapılması son derece tehlikelidir.

Bu tablonun esaslı yaratıcılarından birinin CHP olduğu ise asla hatırdan çıkarılmamalıdır.

İmamoğlu’nun AKP iktidarının sarsılmasında önemli bir rol oynayacağı kesindir. Ne var ki eğer devrimci-demokratik güçler, bu süreci sistemin teşhiri, yığınların açığa çıkardığı hareketlilik ve sinerji ile bağımsız politikaları ekseninde bağ kurma perspektifi ve yönelimi ile ele alamaz ise olan mevcut öfkenin bir başka yelkenle yeniden aynı limana götürülmesi olacaktır.

Kürtlere yapılan zulüm değil mi?

Tüm bu sürecin belki de en görünmez kılınan yanı da İmamoğlu’nun mağduriyeti ile birlikte çok güçlü bir şovenizmin inşa edilmesi ve Kürtlerin unutulması, yok sayılması olmaktadır.

İmamoğlu, YSK’nın hukuksuzluğuna tepki gösterirken T. Kürdistanı’nda, HDP’li belediyelere KHK kararı ile atanan kayyumlara gözünü kapatmaktadır. Sandıklar sanki sadece İstanbul’da kurulmuş gibi yapılmakta, Kürtlere devletin reva gördüğü hukuksuzluklar ise görmezden gelinmektedir. Diğer yandan hapishanelerde 7 bini aşkın devrimci-yurtsever tutsağın devam eden açlık grevi ve 30 yurtseverin ölüm orucu direnişi sürmektedir. Açık ki, İmamoğlu veya CHP, anaların her gün dövülerek yerlerde sürüklenerek gözaltına alınmasını görmezden gelmekte İmralı’da uygulanan sistematik tecride onay vermektedir. Başka bir deyişle İmralı üzerinden, Kürt ulusunun siyasi iradesine ve varlığına yönelik ceberut devlet zulmünü beslemektedir.

Tek başına bu durum bile AKP karşıtlığı ile sınırlanmış bir muhalefetin tehlikeleri hakkında yeterince fikir vermektedir.

Açık ki İmamoğlu, kitlelerde biriken sinerjiye yaslanmakta, bu dinamiğin üzerinden yükselmekte ama aynı zamanda bu öfkenin de açığa çıkmasını sağlamaktadır. Bu bakımdan, devrimci-demokratik güçlerin tüm dikkatini tamda bu dinamiğe,  biriken bu sinerjiye, ezilenlerin demokratik taleplerinin sokakta sahiplenilmesine yoğunlaştırması gereklidir!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu