Güncel

18 MAYIS | 1974 yılı dava tutsaklarından dilekçe: “Arkadaşımız İbrahim Kaypakkaya’nın ölümü ile ilgili açıklamadır!”(2)

1974 yılı dava tutsakları tarafından mahkemede sunulan ve bir okurumuz tarafından yazılan sunuş ve ön açıklamayla elimize ulaşan aşağıdaki metni 18 Mayıs vesilesiyle olduğu gibi yayımlıyoruz.

(…)

II – Yukarda metnini verdiğimiz bu dilekçeye hiçbir cevap verilmemiş ve bir açıklama yapılmamıştır.

Bu dilekçeden bir süre sonra, olayın ağır bir siyasî cinayet olması nedeniyle bütün ilgili makamlarca duyulması ve hatta siyasî parti yöneticilerinin ve parlamenterlerin kulağına gelmesi sonucu CHP Genel Sekreter yardımcısı Ferda Güley Bolu’da «İbrahim KAYPAKKAYA’nın işkenceyle öldürüldüğünden[»] bahsetmiş, İstanbul eski bağımsız milletvekili M. Ali Aybar aynı günlerde Başbakana ayrıntılı bir soru önergesi vermiş, açıklama yapılmasını istemiş ve bu haberler basında yeralmıştır.

Bütün bunlara rağmen küçüğünden en sorumlusuna ve büyüğüne kadar hiçbir ilgili makam bu konuda tek kelime açıklama yapmamış, tam tersine bu konu örtbas edilmeye, geçiştirilmeye çalışılmıştır. Bu konun çeşitli şekillerde üstüne gidilmesine rağmen bu konuda ısrarlı suskunluğun anlamı çok açıktır.

Açıklama yapması gerekenler, devlet mekanizmasının yönetiminde ve her türlü dizginleri ellerinde bulunduran kimselerdir. Bu makamların bu cinayet olayını tevile kaçarak, intihar süsü vererek bile olsa açıklamamaları, açıklayamamaları ve bu konudaki ısrarla susmaları, açıkça suçun ikrarıdır.

Basının, radyonun ve kamuoyuna yönelik her türlü haber araçlarının, olaya intihar süsü verecek her türlü imkânın ellerinde olmasına rağmen bu makamların ısrarlı suskunlukları neyin ifadesidir?

En küçük adi zabıta olaylarını bile binbir sahtekârlıkla ve düzenbazlıkla «anarşistler»in marifeti olarak günlerce kamuoyuna reklam edenler bu olay karşısında niçin susmaktadırlar?

III – Bu cinayet olayının diğer bir delili şudur:

16 Mayıs 1973 günü İbrahim KAYPAKKAYA hücresinden sorguya götürülmeden bir saat kadar önce, yandaki gözaltı koğuşunda adi bir suçtan dolayı tutulmakta olan Cemil OKTAY askerî savcılığa götürülmüştür; Cemil OKTAY, askerî savcılıkta, İbrahim KAYPAKKAYA’yı birtakım sivil şahıslar tarafından gözleri bağlı olarak askerî savcılık binasından çıkarılıp sivil bir otomobile bindirilirken görmüş ve bu durumu, gözaltı koğuşuna döndüğünde şimdi bu davada tutuklu olarak yargılanan Hasan İLTER ve Seyithan DOKAY’a söylemiştir.

Savcılıkta sonradan çıkan söylentiye göre de İbrahim KAYPAKKAYA götürüldüğü bu yerden kurşunlanarak getirilmiştir.

IV – 1973 Nisan’ının ilk haftasında İbrahim daha iyileşmeden ve hastahanedeyken, şimdi bu davada tutuklu olarak yargılanan Hasan İLTER ile yüzleştirilmek üzere askerî savcılığa getirilmiş, Hasan İLTER İbrahimle yüzleştirilebilmek için savcılık odasına alındığında savcı Yaşar DEĞERLİ ile İbrahim KAYPAKKAYA arasında geçen şu konuşmaya şahit olmuştur:

İ. KAYPAKKAYA: «Hakkımdaki bu ifadeleri arkadaşlara işkence ile imzalatıyorsunuz.»

  1. DEĞERLİ: «Tabi sizin gizli dünyanızı ortaya çıkaracak başka yol yok.»

İ. KAYPAKKAYA: «Arkadaşlara bu ifadeleri, beni idam ettirmek için zorla imzalatıyorsunuz.»

  1. DEĞERLİ: «Çok yakın bir zamanda sana gereken cezayı kendi elimizle vereceğiz.»

Bu konuşmalar neyi açıklamaktadır? Bu konuşmalar üzerine yorum yapmaya gerek var mıdır bilmiyorum?

Bu konuşmalardan çıkan anlam açıktık ve bu konuşmalardan sonra meydana gelen katletme olayının baş sorumlusu da ortadadır. İbrahim’in intihar ettiği yalanını düzen ve yukarıdaki cümlelerin sahibi olan kişi ve bu konuşmayı okuyup duyan herkes de bilir ki, «kendisinin idam ettirilmesi için zorla ifadeler düzdürüldüğünden» bahseden, ölmemek için aylarca hastahanede ve hücrelerde her türlü baskı, işkence ve provakasyona karşı direnen bir kişi nasıl olur da yukarıdaki konuşmadan hemen sonra fikir değiştirip intihar eder?

Üstelik bu kişi bir komünisttir ve intihar etmenin bir komünist için korkaklık ve proletarya davasına ihanet olduğunu söyleyen bir kişidir…

Bu yalanlar ve sahtekârlık senaryoları çok acemice ve suçluluk telaşı içinde düzülmüştür.

V – 9 Temmuz 1973’de Selimiye’ye tekrar savcılık sorgusuna bu dava sanıklarından Yalçın BÜYÜKDAĞLI ile savcı Yaşar DEĞERLİ arasında geçen şu konuşma bile, bu konuşmayı okuyan veya duyan akıl mantık sahibi herkese hiçbir dedektiflik bilgisini gerektirmeyecek kadar açık bir biçimde «suçlunun kim?» olduğunu anlatmaktadır.

Konuşma şöyle geçmiştir.

  1. BÜYÜKDAĞLI: «İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın öldüğü doğru mu?»
  2. DEĞERLİ: «İbrahim kendisi intihar etti biz öldürmedik. İntihar ettiği zaman da ben İstanbul’daydım, telgrafla haber aldım.»

Arkadaşın sorusuna ve savcı Yaşar DEĞERLİ’nin verdiği cevaba iki noktada dikkatinizi çekerim: Birincisi, arkadaş, İbrahim’in ölüp ölmediğini sormaktadır; savcı ise cevap olarak doğrudan doğruya «kendilerinin öldürmediğini, intihar ettiğini» söylemektedir.

Bir kere, Yalçın BÜYÜKDAĞLI, ölümün nasıl olduğunu ve kimin öldürdüğünü sormamıştır. Sorduğu ölüm haberinin doğru olup olmadığıdır. Savcı Yaşar DEĞERLİ’nin, sorulmadığı halde İbrahim’i kendilerinin öldürmediğini, intihar ettiğini söylemesi suçluluk telaşının ve psikolojisinin söylettiği sözlerdir. İkincisi, suçluluk psikolojisinin verdiği dürtü ile şecaat arzederken sirkatini söyleyen savcının bu konuşmada suçluluğunu gizlemek için başvurduğu bir yalandır.

Çünkü savcı Yaşar DEĞERLİ bu konuşmada İbrahim’in öldürüldüğü tarihte İstanbul’da olduğunu söylemiştir. Oysa savcı Yaşar DEĞERLİ İstanbul’a 1973 Haziran’ının ilk haftasında gelmiş olup, İbrahim ise 16-18 Mayıs tarihleri arasında, yani savcı Yaşar DEĞERLİ Diyarbakır’da iken öldürülmüştür.

Savcı Yaşar DEĞERLİ’nin böyle bir yalana başvurması bile tek başına, İbrahim KAYPAKKAYA’nın Yaşar DEĞERLİ’nin başında olduğu bir cinayet şebekesi tarafından öldürüldüğünü açıklar.

VI – Ankara Sıkıyönetim’deki başka bir davası nedeni ile 1973 Mayıs ayı içerisinde Ankara Sıkıyönetim 3 no’lu cezaevinde bulunan Aslan KILIÇ’la, Diyarbakır’dan getirilen THKO sanıklarından Mustafa KARADAĞ arasında cezaevinde şu konuşma geçmiştir:

  1. KARADAĞ: «Haberin var mı, İbrahim’i Diyarbakır’da öldürdüler.»
  2. KILIÇ: «Haberim yok ama sen kesin olarak biliyor musun?»
  3. KARADAĞ: «Ben de İbrahim’i ve ölüsünü görmedim. Haberi Diyarbakır askerî savcılığı ve erlerden duydum.

Ayrıca MİT’te beni sorguya çeken ismini bilmediğim saçları dökük ve yüzbaşı rütbesinde bir hakim subay sorguya başlarken «daha geçen hafta burada konuşmayan birini gömdük.

Aynı yolu tutarsan senin de akıbetinin bu olacağından şüphe etmemen için bu şahsın adını da sana söyleyeyim: Bu kişi İbrahim KAYPAKKAYA’dır ve tanırsın da. Şimdi adam gibi konuş» dedi. [»]

Bu konuşmada sözü edilen MİT görevlisi yüzbaşı rütbesindeki saçları dökük Hakim-subay Savcı Yaşar DEĞERLİ’dir.

Nitekim Aslan KILIÇ arkadaş Ankara dönüşü, 1973 Temmuz ayında İstanbul’da tekrar askerî savcılığa götürüldüğünde savcı Yaşar DEĞERLİ ile arasında bu konuda şu konuşma geçmiştir:

  1. KILIÇ: «İbrahim’i işkence ile öldürdünüz, ona söyletemediğiniz şeyleri benden mi almak istiyorsunuz?»
  2. DEĞERLİ: «İbrahim’i biz öldürmedik; tokyosuna koyduğu jiletle bileklerini keserek intihar etti. Hem sen bu haberi nereden duydun?»
  3. KILIÇ: «Ankara’da THKO sanıklarından M. KARADAĞ’dan duydum.»
  4. DEĞERLİ: «Ha, evet M. KARADAĞ’ın sorgusunu ben yaptım; ama sana İbrahim’i bizim öldürdüğümüzü söylemekle yalan söylemiş. Fakat inanmıyorsan İbrahim’i nasıl tedavi edip iyileştirdiğimizi anlaman için sana hastahanede çekilmiş resimlerini göstereyim; (resimleri göstererek) bak!

İbrahim’i şu halden bu hale getirdik. Biz İbrahim’i ölümden kurtardık; biliyorsun yakalandığında yaralı idi ve ayağı donmuştu. Hiç böyle ihtimam gösterenler onu öldürür mü?»

Son konuşmadan da bir kere daha anlaşılacağı üzere Y. DEĞERLİ tam bir suçluluk psikolojisi içerisindedir.

Böyle bir telaşla haberin nasıl öğrenildiğini sormakta, sonra da kendisinin suçluluğunu isbat edercesine, İbrahim’e yaralı iken nasıl ihtimam gösterdiklerinden bahsetmekte, sorgulardaki canavarlığının açığa çıkmasını önlemek amacıyla kendisini şefkatli bir hastabakıcı rolüne sokmaktadır.

Kaldı ki İbrahim’i öldürenler, onu, hasta iken babalarının hayrına ve Savcı Yaşar DEĞERLİ’nin göstermek istediği gibi şefkatli oldukları için değil, iyileştirip konuşturabilmek için tedavi etmişlerdir.

Bu iyilik perilerinin ne denli şefkatli olduklarını bugün dünyada sağır sultan bile duymuştur. Hem, suçluluk psikolojisi içinde olmayan bir kimsenin İbrahim’i iyileştirmede özel gayret sarfettiğinden bahsetmesine, hiç yoktan kendini savunmaya kalkışmasına gerek yoktur.

Savcı Y. DEĞERLİ, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın tokyosuna sakladığı jiletle bileklerini keserek intihar ettiği yalanını söylemiştir.

Polis ve MİT’ten geçmiş herkes bilir ki, külotlara ve koltuk altlarına kadar aranılan, ayakkabıların bükülerek veya pençeleri kesilerek kontrol edildiği, mendil, ayakkabı bağı, gözlük, kemer ve toplu iğnenin bile hücreye girişte sanıkların üzerinden alındığı bu yerlere –önceden konmuş olsa bile- tokyoya jilet koyarak girilebileceğini söylemek düpedüz yalan söylemektir.

Bunu söyleyen kişi kimi kandıracağını sanmaktadır? Ankara MİT’te, bir arkadaşın ayakkabısının pençesindeki lastiğin normalden biraz kalın olması yüzünden ayakkabı pençelerinin testere ile ikiye biçildiğini gözlerimizle gördük. Öte yandan, sünger olan sandaletlere önceden jilet bile konmuş olsa daha ilk büküşte içinde değil jilet, kağıt olup olmadığı bile anlaşılır.

Kaldı ki, İbrahim KAYPAKKAYA intihar ettiği söylendiği güne kadar demire ve kelepçeye vurulmuş olarak ve sürekli gözetim altında bulundurularak askerî hapishanede ve gözaltı hücrelerinde kalmış, görevliler dışında hiçbir kimseyle görüş ve temasta bulunmamıştır.

Değil hastahane ve gözaltı gibi yerlerde, hapishanelerde bile traş için dahi olsa jilet veya hiçbir kesici veya delici şeyin parçası bile verilmemekte, bunun için sık sık aramalar yapılmaktadır.

Sürekli gözaltında ve bağlı olarak tutulan, hiç kimseyle teması olmayan İbrahim KAYPAKKAYA jileti nereden sağlamıştır acaba?

Gökten zembille mi inmiştir jilet? Yüzümüze bu şekilde söylenen bu ylanlar suçluluk telaşı ile olsa gerek çok acemice hazırlanmıştır.

Dosyadaki intihar kılıflarının ise ne tür uydurmalar olduğunu şu ana kadar öğrenebilmiş değiliz.

VII – Savcı Y. DEĞERLİ iddianamede «İbrahim KAYPAKKAYA’nın intiharından önce yapmış olduğumuz sorgusunda her ne kadar örgütsel faaliyetleri konusunda ketum davranmış ise de; …» diyerek, sorgulama sırasında öldürülen İbrahim yoldaşı bir polis ve MİT görevlisi gibi bizzat kendisinin sorguladığını belirtmekte, fakat İbrahim’in bu «ketum» davranışı karşısında kendisinin neler yaptığını açıklamamaktadır.

Fakat polis ve MİT gibi yerlerde sorguda «ketum» davranışın sonucunun ne olduğunu bugün bilmeyen yoktur. Yukardaki cümleyi okuyan kime sorulsa, bu «ketum» davranış sahibinin sonunun ne olacağını daha sonucu öğrenmeden rahatlıkla söyleyebilir.

İbrahim yoldaşın, hizmet ettiği efendileri adına –kendi deyimiyle- «menfur katlinin» baş aktörü Y. DEĞERLİ, bu cümleleri ile şecaat arzedeyim derken sirkatini söylemiştir.

VIII – Faşistler, daha yakalandığı ilk andan itibaren yoldaşımız İbrahim KAYPAKKAYA’ya hunharca davranmışlardır.

Vartinik baskınından sıyrılarak, yarım saatlik bir yaya yürüyüşten sonra Barıkbaşı mezrasına gelen İbrahim KAYPAKKAYA birkaç gün sonra burada yakalanmıştır.

Barıkbaşı’ndan Kutudere’ye kadar dört saatlik bir yol, arkadaşımıza yalın ayak olarak yürütülmüştür. Mirik köyü ile Gökçe köyü arasındaki dereden geçen buzlu çay kıvrılarak aktığı için beş altı defa yalın ayak geçirtilmiştir.

Yolda giden köylüler bu durumu diğer köylülere anlatmışlardır. Aynı baskından kaçan iki arkadaş buzlara gömüldükleri ve 48 saat dağda kaldıkları halde neden ayaklarını üşütmüyorlar da İbrahim KAYPAKKAYA yarım saatlik mesafede bulunan en yakın köye gittiği halde ayaklarını üşütüyor?

Üçüncü bir nokta olarak da iddianamede ark[a]daşımızın Barıkbaşı’ndan Gökçe’ye götürülürken yürümek istemediği ve karların üzerine yattığı belirtilmektedir.

Bu hareketler bir kimsenin yalın ayak karlar üzerinde yürütülürken yapacağı hareketlerdir.

Arkadaşımızın ayak parmaklarının kesilmesinden üsteğmen Fehmi ALTINBİLEK sorumludur ve bu, bizlere yapılan işkencelerin en alçakça olanlarından biridir.

IX – İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş bir komünisttir. [O çağımızın Marksizm-Leninizmi olan Mao Zedung Düşüncesi’ni doğru bir şekilde kavramış ve onun ışığında Türkiye’nin tarihi ve sosyo-ekonomik yapısının tahlillerini ve izlenmesi gereken mücadele şekillerini doğru olarak saptamış, hayatının her dakikasını devrime adayarak, elde silah yılmadan kahramanca savaşarak, Türkiye halklarına önderlik etmiş gerçek bir Komünisttir.

O, bir Komünistin her türlü şart altında, son nefesine dek yılmadan mücadele etmesi gerektiğine inanan ve bunu gerçekten son nefesine kadar uygulayan bir Komünisttir.

Faşistler onu ancak vücudunda kurşun yaraları olduğu halde açlık, susuzluk ve amansız soğuğa karşı tek başına, her türlü savunma ve korunma imkânlarından yoksun olduğu bir anda yakalayabildiler ve İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş {–iddianamede de belirtildiği gibi-} faşist üsteğmen Fehmi ALTINBİLEK’ten başlayarak, tüm faşist ve CIA’nın çömezi MİT’cilere, onların yardakçıları savcılara karşı dişe diş bir mücadeleye girişmiştir. (…)

… emperyalistlerin ve sosyal-emperyalistlerin -devrimleri ve kurtuluş mücadelelerini saptırarak, kendi yıkılışlarını geciktirmek için- bizzat kendileri yarattıkları ve körükledikleri revizyonist, Troçkist ve maceracı sağ ve «sol» oportünist akımların kol gezdiği ve hatta Mao Zedung Düşüncesi’nin bile revizyonizme, kuyrukçuluğa, pasifizme ve teslimiyetçiliğe paravana olarak kullanılmak istendiği bir ortamda, önderimiz İbrahim KAYPAKKAYA –bu revizyonist ve oportünist akımlarla tavizsiz mücadelesinin ve devrimci pratiğinin ateşi içinde– ülkemizin tarihi ve sosyo-ekonomik şartlarını, halkımızın kurtuluşu için verilmesi gereken mücadele biçimlerini, bunun gerektirdiği örgütlenme şekillerini Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi ışığında doğru olarak tahlil etmiş ve bunların pratiğine elde silah savaşarak katılmıştır.

İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş, III. Enternasyonal’in Leninist çizgisinin izleyicisi TKP’nin kurucusu ve önderi Mustafa SUPHİ yoldaştan sonra halkımızın yetiştirdiği ikinci büyük militan Komünist önderdir. Ve o (…) çağımızın Leninizmi olan Mao Zedung Düşüncesi’ne sıkı sıkıya bağlı TKP (M-L)’nin önderidir.]

(…)

O, bir komünistin intihar etmesinin korkaklık, proletaryanın davasına ihanet olduğu bilincinde olan ve bunu yoldaşlarına öğreten bir önderdir.

İntihar, ABD emperyalizminin, onların kompradorlarının ve toprak ağaları kliğinin temsilcisi savcı Yaşar DEĞERLİ’nin iddia ettiği gibi komünistlerin değil, faşist köpekler, işbirlikçiler ve halk düşmanları gibi korkakların halkımızın devrimci mücadelesinin zafere yaklaştığı günlerde seçecekleri bir tercih olacaktır. Stalin yoldaşın önderliğindeki Sovyet Kızıl Ordusu’nun Berlin’e girdiği gün gelmiş geçmiş en büyük faşist köpek Adolf HİTLER’di beynine kurşun sıkan!…

İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş nazi işkence odalarının tavanına kanıyla «unutma ki sen bir komünistsin» diye yazarak falakaya her yatırılışında o yazıyı okuyup faşist cellatlara karşı direnen Dimitrov’ların, Naziler tarafından kurşuna dizilirken, Alman askerlerine «Ben sizin kurtuluşunuz için mücadele ettim, siz kurtuluşunuzu öldürüyorsunuz» diye bağıran Fransız Komünisti George POLIT[Z]ER’lerin, Nazi kurşunlarına karşı korkusuzca göğüs geren Ernest THELLMANN’ların ve ölümü “Yaşasın Ho Şi MİNH” diyerek göğüsleyen Vietnam kahramanlarının her türlü şart altında son nefeslerine dek sürdürdükleri mücadelelerinin izleyicisidir.

Canını proletaryanın ve halkların kurtuluşuna adamış komünistler, faşist zulüm ve baskılardan korkarak intihar etmezler. İntihar tercihini seçecek olanlar, bizzat halkın devrimci mücadelesinden korktukları için zulmeden faşist köpeklerdir!

İşte bütün bu somut gerçeklerden ötürüdür ki, önderimiz İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş intihar etmez ve etmemiştir. ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR! (…)

[İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın ölümü, Türkiye Komünist hareketi için şüphesiz ki büyük bir kayıptır. Ama O’nun öldürülüşü hiç bir zaman TKP (M-L)’nin ve onun önderlik ettiği halkımızın mücadelesini durduramaz. Aksine, sınıf kiniyle dolu olan bizlerin, Türkiye Komünistlerinin mücadelesini daha kararlı, daha şiddetli bir şekilde sürdürmesini sağlayacaktır.

Önderimiz İbrahim KAYPAKKAYA’nın doğru çizgisi artık kitlelere mal olmuştur. Ve bu, devrim ateşinin potasıyla yoğrulacak daha nice İbrahim KAYPAKKAYA’ların doğuşunun mayası olacaktır.]”

[İmzası bulunanlar]

Tutuklu Sanıklar:

Arslan KILIÇ, Yalçın BÜYÜKDAĞLI, Muhsin CANİK, İbrahim GÜLGEÇ, Ayşe İSMAİL, İsmail ÖZBAY, Celâl ERDOĞMUŞ, İbrahim Halil AKYOL, Baki İŞÇİ, Muzaffer ORUÇOĞLU, Zeki ŞERİT, Nezihe BAHAR, Nizamettin KARAKOÇ, Ali ŞENCİ, Gürsel BEZEK, Fatma EREZ, Hüseyin TEKİN, İsmail ERDOĞAN, Ali TAŞYAPAN, Sami SARI, Davut KURUN, Engin GİRAY, Feryal SARIOĞULLARI, Kemal BAHAR, Ali TURAN, Musa SÖĞÜT, Mümtaz ÇELTİK, Hikmet ŞENSES, Süleyman YEŞİL, Güner ALAKOÇ, Ünsal ALANYA, Mukaddes ERDOĞDU, Seyithan DOKAY, Hayrettin İPEK, Hüseyin AÇIKGÖZ, İrfan ÇELİK.(BİTTİ)

**

18 MAYIS | 1974 yılı dava tutsaklarından dilekçe: “Arkadaşımız İbrahim Kaypakkaya’nın ölümü ile ilgili açıklamadır!”(1)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu