GüncelMakaleler

Berivan’dan Rêkanî’ye… Kürdün makus talihini yenmek!

Her koşulda Kürdün payına ölüm düşmesi kader değildir. Ve 12 yaşındaki Berivan’ın tatilde olması gerekirken çalışmak zorunda kalması ve ölmesi karşısında pratik politika geliştirmeyen; kendi vatanında her gün üzerine bomba yağdırılmasını protesto ederken işgalci askerler tarafından öldürülen 12 yaşındaki Hisên’in hesabını sormayan, bu ölümlere karşı durmayan, buna karşı mücadele etmeyen bir devrimcilik de devrimcilik değildir

Antalya’nın Kumluca ilçesinde yaşanan hortumda 13 yaşındaki Berivan Karakeçili öldü. Viranşehir’de 8. sınıf öğrencisi olan Berivan’ın Riha’dan (Urfa) mevsimlik tarım işçisi olarak çalışmak üzere Finike’ye gittiği, Kumluca’da ailesiyle birlikte portakal toplama işinde çalıştığı basına yansıdı. Berivan “çocuk işçi”ydi ve Kürt’tü.

Faşist TC devletinin Irak Kürdistanı’na yönelik saldırılarını Duhok’un Amedi ilçesine bağlı Şiladze kasabasında protesto eden halkın üzerine askerlerin ateş açması sonucunda iki kişinin öldüğü, ölenlerden birinin 12 yaşındaki Hisên Rêkanî olduğu açıklandı. TC devletinin aralıklarla bölgeyi savaş uçaklarıyla bombaladığı, aralarında kadın ve çocukların da olduğu sivilleri katlettiği biliniyor. Bu katliam saldırılarına tepki gösteren halkın bölgede işgalci olan Türk askeri üssüne yürüdüğü ve üssü işgal ettiği basına yansıdı.

Kürdün payına ölüm düşmesi kader değildir!

TC devletinin sınır içi ve sınır dışı Kürt düşmanlığı sınır tanımamakta. Emperyalist efendilerinden Rojava’ya yönelik “güvenli bölge” adı altında işgal pazarlıklarından henüz istediğinin alamayan Türk hakim sınıfları, bir yandan saldırı tehditlerini sürdürürken diğer yandan ise Irak Kürdistanı’nda olduğu gibi katliamlarına devam etmektedir. İçte ve dışta Kürdün payına ölüm düşmektedir. Antalya’da “iş cinayeti” sonucunda ölen çocukla, Irak Kürdistanı’nda hava bombardımanı ya da işgalci askerlerin açtığı ateşle ölen çocukları birleştiren Kürt olmalarıdır. Ve ne yazık ki, Irak merkezi hükümeti, saldırıyı ve askeri üsler aracılığıyla işgali kınarken, kendisine Kürt diyen bölgesel yönetim, saldırıyı gerçekleştirenleri değil, saldırıya uğrayanları kınamaktadır. Bu da Kürdün bir başka çelişkisidir.

Her koşulda Kürdün payına ölüm düşmesi kader değildir. Ve 12 yaşındaki Berivan’ın tatilde olması gerekirken çalışmak zorunda kalması ve ölmesi karşısında pratik politika geliştirmeyen; kendi vatanında her gün üzerine bomba yağdırılmasını protesto ederken işgalci askerler tarafından öldürülen 12 yaşındaki Hisên’in hesabını sormayan, bu ölümlere karşı durmayan, buna karşı mücadele etmeyen bir devrimcilik de devrimcilik değildir. Meseleye bu açıdan bakıldığında düzenin başta Kürt ulusu olmak üzere, işçi sınıfına ve halkımıza reva gördüğü ölüm, açlık, yoksulluk ve işsizlik karşısında mücadele etmenin zorunluluğu bir kez daha kendini göstermektedir.

Rejim artık dikiş tutmuyor!

İş o raddeye varmıştır ki, devlet, DTK Eşbaşkanı ve Colemerg milletvekili Leyla Güven’in tecrit karşıtı açlık grevi eylemi kırmak için kendisini tahliye etmek zorunda kalmışlardır. Faşist rejimin ikiyüzlülüğü burada kendisini çok net göstermiş durumdadır. Rejim, hiçbir yasa hukuk tanımamakta, sabah mahkemelerinden bırakmak zorunda kaldıklarını, akşam bir kez daha gözaltına alıp tutuklamaktadır. Sabah akşam ilgili ilgisiz her konuda kendilerinin de inanmadığı, “dünyada en”ler listeleri açıklamakta, ne kadar yalan söylersek o kadar inanırlar sözünü haklı çıkarmak için yarışmaktadırlar. Korku dağları beklemektedir ve artık rejim dikiş tutmamaktadır.

Rejimin normali saldırganlıktır!

Bir konser vesilesiyle “liberal” cenahtan yine “normalleşme”, “toplumsal uzlaşma” mesajları ardı ardına verilirken, gerçekte rejimin böyle bir gündemi bulunmamaktadır. Aksine rejim, legal-illegal bütün güçleriyle halka yönelik bir saldırı içindedir. Ki beka sorunundan bahsedildiği yerde, bu, eşyanın tabiatına uygundur. Faşist rejim için normalleşme, bütün ilerici ve devrimci dinamiklerin teslim alınması demektir. Bu, içinde bulunduğumuz koşullarda iç ve dış gelişmeler dikkate alındığında sürdürülebilir bir politika olmaktan uzaktır. Rejimin içte ve dışta kendi bekasını sürdürebilmek için işçi sınıfına, Kürde, Aleviye, kadına saldırıyı devam ettirmesinden başka bir çıkış yolu bulunmamaktadır. 12 yaşındaki çocukların kan ve canı üzerinden yükselen bir rejimden bahsettiğimiz bilinmelidir.

Dolayısıyla ekonomik krizin ağırlığını iyiden iyiye artırdığı koşullarda, rejimin başka bir şansı yoktur. Egemenler bütün adımlarını bu gerçeğe göre atmaktadır. 31 Mart’ta yapılması planlanan yerel seçimleri bile, iç ve dış gelişmeler nedeniyle olağanüstü bir genel seçim olarak adlandırmaktadırlar. R.T. Erdoğan Antalya’da yaptığı bir konuşmada yerel seçimleri “Türkiye’nin beka sorunu” olarak tanımlayarak “terör ve dış güçler” demagojisini sürdürdü: “Bölücü örgütün siyasi uzantıları ve Pensilvanya tarafından desteklenen karşı bloğun, vatan gibi, beka gibi Türkiye’nin istiklal ve istikbali gibi hiç bir hedefi hiçbir hassasiyeti yoktur. Bunların yegane hedefi AK Parti’ye çelme takmak, Cumhur İttifakı’nın 24 Haziran seçimlerinde elde ettiği başarının öcünü almaktır.” (27.01.19) Çünkü faşist rejimin ne kadar çabalarsa çabalasın bir meşruiyet ve yönetememe krizi vardır ve bu kriz hali, ekonomik krizle birlikte gün geçtikçe daha da derinleşmektedir. Rejim bir yandan “terörle mücadele” adı altında içte ve dışta saldırılarını artırır ve teknolojik üstünlük propagandası yaparken, diğer yandan ise bekçilerden sivil örgütlenmelere kadar, bir iç savaş hazırlığı içindedir. “Kazanamazsak kazığa oturturlar” ya da “başörtülüler dışarda dolaşamayacak” propagandaları boşuna değildir ve bir korkuya işaret ederek kendi saflarını tahkim etmeyi amaçlamaktadır.

Seçim yaraya merhem değil ama…

Düzenin bu kıyıcılığı beraberinde ne genel ne de yerel seçimler yoluyla bir karşı koyuşu imkansız kılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, faşizmin katliamlarına karşı direnmenin, mücadele etmenin, savaşmanın dışında başka bir yol bulunmamaktadır. Seçimler bu mücadeleye tabi kılındığında taktik bir politika olarak değer kazanır. Yoksa seçimler, ne işçi sınıfının ne başta Kürt ulusu olmak üzere halkın yaralarına merhem olacak bir pozisyon vaat etmektedir. Bunu ifade etmemiz seçimlerin anlamsız, boşuna bir mücadele aracı olduğu anlamına gelmemektedir. Aksine verili koşullarda faşizmin beka sorunundan bahsettiği yerde, yerel seçimlerde faşizme karşı mücadelede devrimci demokratik mücadeleyi güçlendirmenin, gerçekleri halka açıklamanın, demokratik devrim propagandasının bir aracı olarak kullanılabilir. Yeter ki silah doğru kullanılsın.

Yaklaşan seçimlerde demokratik devrimin propagandasını yapmak, kitlelerle yıpranan, yer yer kopan ilişkilerimizi yeniden kurmak ve sağlamlaştırmak, kitlelerin talep ve istemleriyle buluşmak devrimciler açısından önemli bir fırsattır. Bu fırsatı doğru ve devrimci bir zeminde kullanmak, faşizm karşısında ortak devrimci bir tutum geliştirmek ve birleşik mücadeleyi büyütmenin andaki araçlarından biri olan seçimlerde nerede olursa olsun devrimci, demokrat, ilerici ve yurtsever adayları desteklemek, faşist düzen partilerine oy vermemek şiarımızdır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu