GüncelManşet

Akademi biat etmiyor, direnişi seçiyor!

Türk devleti kurulduğundan bu yana eğitimde yaptığı reformlar ile kendi iktidarlarını sağ;amlaştırma doğrultusunda bir yol izlemiştir.  Devlet kurulduktan sonra Tevhidi Tedrisat Kanunu ile eğitimin her alanına Kemalist ideolojiyi yerleştirmek olan amacı daha sonra Adnan Menderes’in iktidara gelmesi ile ilk eğitim modeline tepki olarak muhazafakar bir eğitim anlayışı geliştirmiştir.

Son olarak 12 Eylül askeri darbesi ile iktidara gelen cuntanın ilk iki eğitim modeli karşısında Türk–İslam-Kemalist sentezine dayalı eğitim modeli oluşturmuştur. Nitekim bugün kendini gösteren gerçek karşısında eğitim, iktidarlar için siyasi bir malzeme olmanın ötesine geçemediği gibi bunu kontrol altına almak için dönem dönem yeni hamleler de geliştirmiştir. AKP’nin 12 Eylül Darbesinden kalan YÖK’ü kaldırmaması dönemin cuntaları ile aynı yaklaştığının da bir kanıtıdır. TC devletinin geçmişinde gerçekleşen darbelerle hemen hemen tasfiye edilmeye çalışılan ilk alanlarını akademi oluşturuyor.

27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleşen darbede 1.402 üniversite öğretim görevlisi görevden alınırken, 12 Eylül darbesinde ise 3.854 öğretmenle birlikte 120 üniversite öğretim görevlisinin işine son verilmişti. Tabi akademiye saldırlar 1960 yılında başlamadı. TC tarihinde ilk tasfiye, reform hareketlerine uyum sağlayamayacakları gerekçesiyle 1933’te gerçekleşti.

Ardından 1948’te Ankara DTCF öğretim görevlisi olarak görev yapan Behice Boran, Pertev Naili ve Niyazi Berkes görevlerinden alındı. Nitekim tarihin her dönemeçinde hedef tahtasında olan akademi, en büyük saldırıyı 15 Temmuz darbe girişimin ardından almıştır. Binlerce akademisyenin, öğretim görevlisinin işine son verilmesi bu süreçte yaşandı. Özellikle sokağa çıkma yasakları sürecinden gerçekleşen onlarca katliam karşısında “bu suça ortak olmayacağız” şiarıyla ülkenin dört bir yanında ve yurtdışında birçok öğretim elemanının da destek verdiği Barış İmzacısı akademisyenler iktidar tarafından hedef gösterilerek karalama propagandasına girişildi. Tüm bu saldırılar karşısında geri adım atmayacaklarını ifade eden akademisyenlere açılan soruşturmaların asıl ayağını ise 15 Temmuz’dan sonra ilan edilen OHAL ile birlikte çıkarılan KHK’lar ile yapılan ihraçlar oluşturdu.  Binlercesini ihraç eden iktidar hiçbir şekilde meşrululuğu kalmayan yargı sürecinin de önünü de kapattı.

 

Peki, nedir akademinin AKP’den çektiği?

koçMevcut iktidarlar, iktidarda bulundukları süre boyunca iktidarlarının devamını kalıcılaştırmak için birçok yol yöntem geliştirirler. AKP iktidarının en acımasız saldırdığı alanlardan biri de akademi olmuştur. Korkularının ürünü olarak KHK’lar ile önce akademik alanı elde tutmaya çalışıyor, sonra ise istemedikleri tasfiye ediyorlar. Bunun en büyük işlevini gören YÖK olsa da bununla da istedikleri hedefi elde edemeyenler üniversite rektörlüklerine yandaş, aynı siyasal çizgide yürüyenleri yerleştirerek baskı altında tutmak istiyor. 

2010 yılında yapılan rektör seçimlerinde İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Rektörlüğü’ne dönemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dayısının damadı Prof. Dr. Galip Akhan’ın atanması ve AKP Genel Başkan Yardımcısı Haluk İpek’in kayınbiraderi, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Metin Doğan’ın Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanması bu gerçeği gösteriyor. 

Daha sonra 2012’den bu yana parça parça yasallaştırılan yükseköğretim yasa tasarısıyla üniversitelerin ve akademinin geleceğini yakından ilgilendiren düzenleme ile yeni sorunlara da imza atılıyor. Bu tasarıyla, 1 Ocak 2018 tarihinde yürürlüğe girmesi planlanan sistemle, atanacak araştırma görevlilerinin esnek ve güvencesiz istihdam biçimi olan 50/d ile atanmasına ve bu kişilerden doktorasını ya da sanatta yeterlilik eğitimini tamamlayanların, üniversite senatoları tarafından belirlenen ve YÖK tarafından onaylanan performans kriterlerini de karşılamaları koşuluyla sadece % 20’sinin yardımcı doçent olarak atanması, doktora sonrası araştırmacı adı altında esnek ve güvencesiz istihdamın kapıları ardına kadar açılarak akademisyenlerin belirsizliğe mahkum edilmesi, tezli yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin projelerde “burs” verilerek esnek ve güvencesiz biçimde çalıştırılması, üniversiteler bünyesinde “teknoloji transfer ofisi” adı altında sermaye şirketlerinin kurulmasının hedeflendiğini açıklayan Eğitim-Sen açıklamasında, “Yükseköğretim alanında yaşanan sorunlara çözüm üretmek bir yana yenilerini ekleyeceği açık olan, hatta acil çözüm bekleyen kimi sorunları da derinleştirecek olan bu düzenlemeler üniversiteye ve akademiye yönelik yürütülen saldırıda önemli bir dönüm noktasını oluşturmaktadır” dedi. Tüm bu saldırıların sebebi belli ki devleşen öfke karşısında oluşan korkudur.

“Herkes üzerine düşeni  yaşıyor!”

IMG 1616OHAL kapsamında yayınlanan yeni iki KHK ile ihraç edilen toplam 2.756 kişi arasında Semih Özakça’yı ziyaret eden hocası Yrd. Doç. Dr. İrfan Mukul da var. Semih Özakça’nın hocasının “Herkes üzerine düşeni yaşıyor. Semih ve Esra, benim öğrencim. Bin defa da olsa giderim” sözleri büyüyen dayanışmanın ilk adımları -ki bunun karşısında KHK’lara sarılmış bir iktidar var.- Açlık grevindeki Semih Özakça ve Nuriye Gülmen üzerinde kumpas ve komploları sonuç vermeyince son çare direnişe destek verenler hedef seçildi. Korkuyorlar çünkü yaptıklarının hesabını vermekten kaçamayacaklarını biliyorlar. Toplumun üzerine salmış oldukları korku bulutlarının altından biriken öfkenin patlamasından korkuyorlar.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu