Makaleler

DOSYA-2: Asimilasyon kıskacında diller ve kültürler

H. Merkezi: Azınlık ve milliyetler konusunda oldukça zengin olan ülkemizde tüm bu zenginlikler aynı zamanda bir o kadar da baskı altına alınarak; yok sayılıyor, hor görülüyor, asimilasyon politikalarına maruz bırakılıyor. Biz de Özgür Gelecek olarak bu konuda okurlarımız için bir dosya çalışmasına başladık. Destek ve önerilerinizi bekliyoruz.

 

Bir kır dili olarak Zazaca çok eski bir dil!

Kaybolan diller ve kültürler dosyasına bu sayımızda Zazazca dili üzerine yaptığımız röportajla devam ediyoruz.

Bir süredir Kürt Enstitüsü adına Zazaca dersler veren Nurullah Bürçün ile bir röportaj yaptık.

 

– Öncelikle Zazaca’nın tarihi hakkında ne biliyoruz, nereden geldiğine dair nasıl yorum yapabiliriz?

– Zazaca’nın tarihiyle ilgili yazılı bir metin yok elimizde yani bir vesika yok. Edinebildiğimiz en eski metinler, Peter İvanoviç Lerch’in 1857’de basılan ve Kırım Savaşı’nda Çarlık Rus Ordusu’nun eline esir düşen Kürtlerden derlediği metinlerdir. Kürtlerin kendisi tarafından yazılmış ilk metin ise, bir dönem Lice Müftüsü olan Mellê Ehmedê Xasî tarafından kaleme alınmış dini bir eserdir. Mewlûdê Kirdî adlı bu eser 1899 yılında Diyarbekir’de resmi ruhsatla 400 nüsha olarak Litografya Matbaası’nda yayımlanmıştır. Sonrasında yine zamanında Siverek müftülüğünü yapan Osman Esad Efendi (Osman Efendîyo Babij) tarafından yazılıp Celadet Alî Bedîrxan tarafından 1933 yılında Şam’da basılan Bîyîşa Pêxamberî adlı bir dini eser var. Bu metinlerde de Zazaların ve Zazaca’nın tarihine dair bir bilgi yok.

Ancak rivayetler var, onlardan yola çıkılarak bir şeyler söylenebilir. Bu rivayetlerde yöreden yöreye farklılıklar var. Mesela Dersim Alevilerinin rivayetleri Horosan’dan geldikleri şeklindedir. Ama bu rivayetin temeline indiğimizde yine Dersimlilerin kendisinin söylediği, Safeviler döneminde Horasan’a yine bu coğrafyadan gidiş süreci var. Sünni Zazalarda ise rivayetler daha farklı; örneğin Sünni Bingöllüler Bağdat’tan geldiklerini rivayet ederler. Diyarbakır’a gittikçe Şam’dan geldiğini söyleyenler var. Hatta Mekke’den geldiğini bile iddia edenler var ama bunların hepsi farazi bilgiler.

 

– Yazılı bir vesikanın olmaması neyi gösteriyor?

– Yani yazıya ihtiyaç duymamışlar muhtemelen. Zazaların yaşadığı coğrafyaya bakarsak hep dağlık bir coğrafya. Besledikleri hayvan keçi, tarımla da ilgilenmiyorlar. Bazı rivayetlere göre Zazalar uzun zaman haydutlukla, talanla yaşamlarını sürdürmüşler ki yakın zamana dair bile böyle söylenceler çok fazla. Yazı meselesi için de bazı rivayetler aktarılır. Mesela Dersimlilerden yazıyla ilk karşılaştıklarında onun büyü olduğunu düşünen insanlar olduğu söyleniyor, son ikiyüz yıl içinden rivayetler bunlar. Ellerinde sadece yazılı iki şecere var ama onları da okuyabilen kimse yok ve çok az kişi tarafından görülebiliyormuş. Pirleri dedeleri seyit gösteren bu şecereler Osmanlıca yazılmış ve Osmanlı idaresi tarafından verilmiş. Hazırlanışında o günün politik hesapları olan şecereler bunlar. Sünni Zazalar bu konuda medreselerde eğitim gördükleri için yazıyla daha erken tanışmışlar, ilk yazılı metinler de bunu gösteriyor. Dini metinlerle birlikte yazıyla tanışıyorlar ama yazının kendi dillerine uygulanabilirliği fikri yine zaman alıyor muhtemelen.

Tabii burada coğrafyanın etkisi olduğu gibi dinsel bir etki de gözlemliyorum. Şöyle ki, Sünni Zazaların yaşamlarına baktığımızda, ritüellerine baktığımızda İslam’ın izleri çok az. Yüzyıl öncesinden bile kalan ve onlara ait olan camileri neredeyse yok. Şu an Müslümanlar ama onların Müslümanlıklarının da yaklaşık yüz elli-iki yüz yıllık bir geçmişi var, tahmini bir şey tabii, o da Nakşibendî ve Kadri şeyhlerinin bölgeye gelmesiyle başlayan bir durum.

Ama ondan önceki dinleri ya Alevilik ya Yezidilik üzerinedir. Yezidilik üzerinden geldiğini söyleyenler de var çünkü Alevilikle ritüelleri birbirine çok yakın. Ama muhtemelen Kızılbaşlıktır. Yani bizim Kızılbaşlık diye adlandırdığımız yaşam biçimi bugünkü Alevilikle algılanan inanç biçiminden çok, doğayla birlikte bir yaşam anlayışıdır ve kutsalların büyük bir bölümü doğadandır; bazen bir taştır, bazen bir dağdır, bazen bir meşe ağacıdır…  Kızılbaşlık anlayışı tüm yaşamı doğanın içinde doğayla bütünleşerek yaşama anlayışıdır. Alevilik anlayışından daha farklı, Sünni yaşlılar Alevi tabirini kabul bile etmez. Böylesine doğayla iç içe geçmiş bir yaşamın içinde de yazıya ihtiyaç duymamak çok normal geliyor.

 

– Peki bugün çokça tartışılan Zazaca’nın Kürtçe’nin lehçesi olduğu ya da olmadığı veya Zazaların ayrı bir ulus olduğuna dair…

– Bu tartışmaların başlangıcı cumhuriyet dönemi sonrasına dayanır ve büyük bölümü son darbe sürecinden sonra özellikle Kürt mücadelesinin güçlendiği döneme denk gelir ki bu da düşündürücüdür. Öncesinden Zazaların Kürt olmadığına dair tek bir ibare yoktur. 30 yıl dediğimiz zaman diliminde bu ülkede bir darbe var. O darbe sürecinden sonra toplumu yeniden dizayn etme adına çeşitli mühendislik çalışmalarının yapıldığı herkesçe bilinmektedir. Bunlardan Zazalar da payını aldı. Ben böyle düşünüyorum.

Zazalar üzerinde yapılan çalışmalarda da halihazırda nihayetine varması ümit edilen Kürt ayaklanmasının etkileri var. Devletin “ne kadarını koparabilirsek o kadar kârdır” mantığı Zazaların Kürt olmadıklarına dair söylemler geliştirmesini gerektirdi. Zaten bu söylemlerin hiçbirinde bilimsel bir temel yok. Şeyh Sait’e gittiğinizde de, Seyit Rıza’ya gittiğinizde de bu ikisi de Zaza isyanıdır, bunu görmemek körlüktür. Bu iki isyandaki öncüler de kendilerini Kürt olarak ifade etmektedirler. Tüm yazışma ve savunmalarında bunları görüyoruz. Geçmişten bizim Kürt olmadığımıza dair tek ibare yok yani.

Zazaca ile Kürtçe’nin diğer diyalekt ya da lehçeleri ne derseniz deyin aynı kökten geldikleri ve birbirlerine en yakın akrabalar oldukları su götürmez bir gerçektir. Bunu İrani dilleri bilen herkes kolaylıkla görebilir.

 

– Peki bugün bu dil ne kadar konuşulmakta?

– Zazaca’nın yazılı olmamasından kaynaklı bahtsızlığı var. Bugün her şeyin yazı üzerinden yürüyor olmasından kaynaklı Zazaca ciddi bir risk altında diyebiliriz. Eğer dil yazılı değilse çok çabuk değişebiliyor artık. Eskiden farklı dillerin birbirine teması belki onyıllar-yüzyıllarda bir oluyordu ama şimdi bir TV kumandası kadar, bilgisayar bağlantısı kadar uzaklıktalar tüm diller ve temas arttıkça etkileşim de hızlanıyor ve diller değişiyor, dönüşüyor, yok oluyor.

Zazaca’nın gördüğümüz temel tehlikesi Türkçe‘leşmesi ve Kurmancî’leşmesi. Bence Zazaca için ikisi de tehlikelidir. Yani Zazaca’nın kente yetmediğini görebiliyoruz, Zazalar kentli değiller, kentle tanışalı 70-80 yıl olmuş. Bu da kentteki kavramları başka dillerden alma ihtiyacı doğuruyor. Ama bunu yaparken şunun yapıldığını görüyorum; mesela Kurmancî’leşiyor diyoruz, Amed’de karşılanamayan bir kelime diğer yörelerde aranmıyor, yerine Kurmancî kelime alınıyor. Dersim’de olmayan kelime diğer yörelerde aranmaksızın yerine Türkçe kelime alınıyor. Amed’de Kurmancî’leşme Dersim’de Türkçeleşme tehlikesi var. Tabii bir de Dersimlilerin kendi özeleştirlerinden yola çıkarak söylüyorum, köylerde bile Zazaca konuşmuyorlar.

 

– Kurs verirken karşılaştığınız temel sorun nedir?

– Şimdi biz Zazaca dersleri veriyoruz ama öğrencilerin çevrelerinde pratik yapacakları insanlar yok. Yazılı olmadığı için yöreler arasında çok ciddi farklılıklar var. Örneğin bir Dersimli ile Bingöllü ilk karşılaşmada anlaşamayınca iletişimi kesiyorlar, oysa bu aşılabilir bir şey. Çok çabuk pes ediyorlar. Tabii bir dilin yazılabilmesi için öncelikle standardize edilmesi lazım.

Bugün standardize çalışmaları başladı özellikle Vate Grubu’nun çalışmaları var. Ama bunu artık herkesin kabul gördüğü bir platforma çekilmesi lazım. O nedenle dilin biraz siyasi ve dini tartışmalardan uzağa çekilmesi gerekiyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu