GüncelMakaleler

ANALİZ | İşbirliğine Karşı Birleşik Direniş!

Şüphesiz eskide yaşananlarla bugün yaşananlar benzerlikler gösterebilir. Ancak her dönemin güncel dinamikleri vardır ve değişmeyen tek şey değişimdir.

Ortadoğu’da yeni bir şey yok mu? Değişimin diyalektiği işlemiyor mu? Tarihsel dinamiklere ve güncel gelişmelere bakıldığında bölge hakkında uzun süredir araştırma ve analiz yapan birçok kişi bu sonuca ulaşabilir.

Son yıllarda öncesine göre gözle görülür bir hareketliliğin olmadığı Filistin’de gelişen işgal saldırıları karşısında yükselen direniş sonucu bir ateşkesin sağlanmış olması; devrimin başladığı 2011 yılından bu yana Rojava’da sürekli hale gelen ambargo, suyun gaspı, ekinlerin yakılması gibi uygulamaların tekrarı; faşist TC devletinin iç politikaları ve bölgede oynadığı rol; emperyalistlerin Ortadoğu’daki politikaları gibi gelişmelere bakıldığında “eski döneme geri dönüş mü?” yorumları sık sık yapılmaktadır.

Şüphesiz eskide yaşananlarla bugün yaşananlar benzerlikler gösterebilir. Ancak her dönemin güncel dinamikleri vardır ve değişmeyen tek şey değişimdir. Bu nedenle Ortadoğu’daki güncel gelişmelere ve tarihsel benzerliklere bakıp bir şeylerin değişmediğini iddia etmek devrimci dinamiği hiçe sayan, değersizleştiren ve umutsuzluğu besleyen bir yaklaşımdır.

Tersi bir yerden idealist bir umut anlayışını da benimsememekte fayda vardır. Lakin bölgedeki ve dünyadaki gelişmeler, diyalektik biçimde sentezlenirse dünle benzerlikleri olsa da bugün dünden çok daha farklı bir durum söz konusudur.

Filistin Direnişi Sürüyor!

Ortadoğu’da vesayet savaşları sürerken, bölgede bir süredir ekonomik olarak yerleşmeye başlayan emperyalist Çin devletinin prestijini artırdığını gözlemlemek mümkün.

Çin, son olarak Filistin’deki işgalini pekiştirmeye çalışan İsrail’e kafa tutar gibi görünerek bölge halklarının gönlünü çalma yolunda bir adım attı. Yalnızca işgale karşı yaptığı açıklamalarla değil, Filistin’e yapacağını duyurduğu Covid aşısı ve para yardımı ile “Filistin’in yanındayız” imajını güçlendirmeye çalışıyor.

ABD ise son başkanı J. Biden aracılığıyla bir kez daha malumu ilan ederek; “şunu açıklığa kavuşturalım. Bölgede İsrail bağımsız bir devlet olarak tanınmadıkça barış olmayacak” dedi. 10 Mayıs’ta yeniden şiddetlenen işgal saldırıları ve direniş dahilinde birçok yorum yapıldı.

Doğu Kudüs’ün Şeyh Cerrah Mahallesi’nden Filistinli aileleri atma çabası, Harem’üş Şerif’te Ramazan’da geleneksel toplanma alanının kapatılması, İsrail polisinin Mescid-i Aksa’yı basması ve radikal Yahudilerin “Araplara Ölüm” sloganıyla Harem’üş Şerif’e girecek şekilde düzenlediği Kudüs Yürüyüşü çatışmaların güncel nedenleri gibi görünmekteydi.

Ancak bu gelişmeler şüphesiz kendiliğinden ortaya çıkmadı. Filistin’e dönük saldırılar bir seçim propagandası şeklinde de okundu. B. Netanyahu, kaybedilen prestijini güçlendirme adımı attı ve aynı zamanda J. Biden’dan da açık destek aldı.

2019’dan bu yana hükümet kuramayan İsrail, saldırıların Haziran’da tekrarlanacak seçimlere yatırım olduğu vurgusunu yinelerken “sağda ve solda birlik” çabası, Filistinli direniş gruplarının birleşik direnişi karşısında sekteye uğradı.

Siyonizm Filistin’de işgale karşı birleşen güçler karşısında bir yenilgi almış gibi görünüyor. İsrail’de “sağı ve solu birleştiren milli duygular” aynı oranda Filistin’e de etki etti ki 2006’da işgale karşı oluşturulan ortak operasyon odası 2018’de ismini “Filistinli Direniş Grupları Müşterek Odası” şeklinde değiştirerek yeniden örgütlendi.

“Müşterek Oda”nın direnişi İsrail’in saldırılarını durdurarak başarılı bir operasyon düzenledi. FHKC’nin de saldırılara karşı Ebu Ali Mustafa Tugayları ile yer aldığı direniş gruplarının işgal saldırılarını şimdilik durdurması önemli bir yerde duruyor.

Parçalanmış Filistin’de birlik politikaları güçleniyor.

Siyonist İsrail’in saldırıları şimdilik durmuş gibi görünse de Gazze’nin durumu öngörülebilir; ağır yıkımdan sonra bir sonraki perdeye kararlılıkla hazırlık yapılıyor. Bunun karşısında direniş grupları da hazırlığını hem içte hem de enternasyonal alanda güçlendirirse bir sonraki saldırı da büyük olasılıkla boşa çıkarılacaktır.

Her fırsatta Müslüman olduğunu, İslam kardeşliğini haykıran ülkelerin ise İsrail’le işbirliği devam ediyor. Türkiye ve Fas gibi devletler utangaçça İsrail’i kınarken, İsrail’le aralarındaki her türlü anlaşma devam ediyor.

Hatta öyle ki R.T.Erdoğan’la bir dönem aynı gemide olan ama çıkar çatışmaları sonucu kendi gemisine atlayan A. Davutoğlu, sanki bir dönem bütün bu politikaların savunucusu değilmiş gibi Erdoğan’ın İsrail’le olan ilişkilerini hatırlattı!

Bölgede doğal az boru hattı başta olmak üzere çeşitli ticaret yolları üzerinden yapılan ve İsrail’in de dahil olduğu birçok anlaşma mevcut. Bilinen anlaşmalar dışında yapılan sessiz birlikler de var. Mısır ve Ürdün’ün ardından 2020 yılında BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan da İsrail ile normalleşmeyi kabul eden ülkeler kervanına katılmıştı.

Ancak İsrail’le ilişki geliştiren bu devletler kendi ülkelerinin halklarının tepkisinden çekindikleri için utangaçta olsa kınama mesajları yayınladılar. Hatta TC de dahil birçok devlet yapılan ateşkesten kendine pay çıkarmaya çalışsa da ateşkese esasta Mısır’ın önayak olduğu biliniyor. Ancak gerçek ortadadır.

İsrail’in saldırılarını durdurması, Filistin’in birleşik direnişi ve dünya halklarının tepkileri nedeniyledir.

Filistin’de yeniden yükselen çatışmanın ve artan bu saldırıların şüphesiz tek bir sebebi yok. Seçimler, sürekli hale gelmiş olan direnişi kırmak, Çin gibi bölgede güç kazanmaya çalışan emperyalist güçlerle ABD gibi uzun süredir bölgede bulunan emperyalistlerin vesayet savaşları gibi birden fazla nedenin ve haliyle birden fazla da sonucun olacağı bir durum söz konusu.

Çelişki ve Çıkarların Merkezinde Rojava!

Saldırı altında olan bir başka yer ise Rojava. Devrim umudunu yeniden yeşerten ve DAİŞ’e karşı başarılı bir direniş örneği sergileyen Rojava, TC devletinin doğrudan işgal saldırılarına karşı direnmeye devam ediyor.

Bir yandan yeni işgalleri engellemek için cephe hatları güçlendirilirken diğer yandan işgal edilmiş olan Serekaniye, Efrîn ve Gire Spi’nin yeniden özgürleştirilmesi için çalışmalar da sürüyor.

İşgal altındaki bölgelerde halkın durumu oldukça ağır. TC devleti, Efrîn’i işgal ederken çeşitli planlamalar yapmıştı. Efrîn, Kürtlerin yoğunluklu yaşadığı ve örgütlü oldukları bir bölgeydi. Devrimin ilk yıllarında Kobane ile Efrîn’i birleştiren özgürleştirme hamlelerinin başarıya ulaşmasıyla Kürtlerin bölgedeki bütünlüğü yönünde büyük bir adım atılmış oldu. Yine doğal kaynaklarıyla Efrîn önemli bir ekonomik merkez olarak durmaktaydı. TC devleti bu şekilde hem Kürtlerin bölgedeki bütünlüğünü kesmiş oluyor hem de bütün bu doğal kaynakları istediği gibi harcayabiliyor.

Zira bugün Efrîn’de binlerce zeytin ağacı kesiliyor, doğası talan ediliyor. Yine bölgede yaşayan halka yönelik insanlık suçlarının ardı arkası kesilmiyor. Bölgeye yerleştirilen birçok çete grubu var. Bu şekliyle TC, Efrîn’de demografik yapıyı değiştirme hedefi güdüyor.

Kürt ulusal özgürlük hareketinin ve halkın bölgede yarattığı bütün değerler böylece silinmiş olacak. Diğer yandan HRE’nin (Efrîn Kurtuluş Güçleri) içerideki eylemleri de bütün ajan faaliyetlerine ve zorlu koşullara rağmen sürüyor.

Önce Türkiye ardından Irak Kürdistanı ve son olarak da Rojava’yı ziyaret eden üst düzey ABD heyeti, ilk kez Özerk Yönetim ve MSD ile resmen görüştü ve bu görüşmeyi açıkladı. Heyet, “Koalisyon güçlerinin DAİŞ karşısında tam bir zafer elde etmek, istikrarı desteklemek ve Özerk Yönetim’i güçlendirmek için bölgede kalacağını” vurguladı.

J. Biden, D. Trupm’ın kaybettiği sempatiyi yeniden kazanmaya çalışıyor. Ancak bunu yaparken şüphesiz tarihsel işbirliklerine ve çıkarlarına zarar verecek bir adım da atmayacaktır.

ABD emperyalizmi, Rusya, Çin ve İran’ın bölgede prestij kazanmasının önüne geçmek istiyor. Bir yandan “Sezar Yasaları”nın ağır etkileri Rojava’da sürerken diğer yandan sözde DAİŞ’le mücadele için bölgeden çekilmeyeceklerini duyurdular.

Mazlum Ebdî’nin de “olumlu” olarak değerlendirdiği bu görüşme şimdilik hem ABD’nin hem de Özerk Yönetim’in çıkarlarının korunacağı izlenimi veriyor.

Tabi burada politik uyanıklık ve bu doğrultuda pazarlıklar söz konusu olmazsa ABD kendi çıkarları için bugün verdiği sözleri de, bu olumlu tavrını da işine gelmediği anda geri çekecektir. Zira ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Çavuşoğlu’yla yaptığı telefon görüşmesinde “NATO müttefikimiz Türkiye ile ortak önceliklerimizde iş birliğinin devam etmesi büyük önem taşıyor. Suriye ve Afganistan da dahil olmak üzere ABD ve Türkiye arasındaki iş birliğinin önemi” vurgularına dikkat etmek gerekiyor.

Özerk Yönetim’le yapılan toplantının bütün detayları paylaşılmamış olsa da Rojava’da yeniden güçlenmeye başlayan DAİŞ faaliyetleri, suyun TC tarafından gaspı, Sezar Yasaları nedeniyle halkın ağır ekonomik durumu, TC işgali altındaki bölgelerdeki doğa ve insan katliamları gibi birçok konunun gündemde olduğu duyuruldu.

Rojava Direnmeye Devam Ediyor!

Özerk Yönetim’in kontrolündeki bölgelerde ağır ambargo ve savaş suçlarına rağmen halkın durumu görece daha iyi bir durumda.

Ancak işgal altındaki bölgelerde çetelerin birbirileriyle süren çıkar çatışmaları, çocukların kaçırılması, yoksulluk ve faili meçhul cinayetler her geçen gün artmakta. Bu sebeple son günlerde Serekaniye’de yaşayanlar eylemler örgütleyerek YPG’yi yeniden istediklerini haykırıyorlar.

Özerk Yönetim’in kontrolündeki bölgelerde ise TC devleti insanlık suçlarına devam ediyor. Ekinlerin yakılması politikası yeniden uygulanmaya başladı. Fırat nehrinden bölgeye gelen su ise kesilmiş durumda.

Küresel ısınma ile birlikte artan kuraklık sebebiyle hem Rojava halkı hem de Özerk Yönetim şimdiden büyük bir sıkıntı yaşıyor.

TC’nin saldırıları bölgeye yönelik tek saldırı değil. Suriye rejimi de Difa-el Vatani gibi gruplarla saldırılara devam ediyor. Rejim her ne kadar “Bu gruplarla ilişkimiz yok” açıklamaları yapsa da İran destekli bu çetelerin rejime hizmet ettiği halk arasında da teşhir olmuş durumda. Diğer yandan Rusya ve Amerika’nın Rojava üzerindeki planları sürüyor.

Ancak son saldırılarla birlikte Özerk Yönetim bölgede her şeye rağmen özgücüne dayanan üretimi artırma ve emperyalist güçlere güvenmeme konusunda kararlı. Bölgede aktörlerin sayısı fazla olduğundan dengeler de çok hızlı biçimde değişebiliyor.

Sezar Yasaları ve başkaca uygulamalar nedeniyle Özerk Yönetim artırmak zorunda kaldığı fiyatları halkın tepkisiyle birlikte geri çekme kararı aldı.

Bu durum ekonomik olarak Özerk Yönetimi zorlayacak olsa da halkın taleplerine kulak vermek uzun vadede kazandıracaktır.

 Irak Kürdistanı’nda Gerilla Direnişi!

TC devletinin Irak Kürdistanı’na yönelik saldırıları devam ediyor. TC’nin Heftanîn’ine yönelik saldırıların ardından Garê’de aldığı ağır yenilginin rövanşı olarak da görülebilecek Metîna, Zap ve Avaşîn’e yönelik saldırıları aslında geniş bir işgal planının parçası.

Yeni hareket ve savaş tarzını uygulayan gerilla güçleri tüm teknik üstünlüğüne rağmen işgalci güçlere göz açtırmıyor. TC devleti gerçek rakamları asla açıklamayacak olsa da gerilla kaynakları TC’nin kaybının ağır olduğunu belirtiyor.

Gerilla sadece Heftanîn, Garê, Metîna, Zap ve Avaşîn’de TC devletini vurmuyor. Aynı zamanda T. Kürdistanı’nda da eylemlerine devam ediyor. Son olarak Amed’te bulunan 8’inci Ana Jet Üs Komutanlığı’na düzenlenen eylem ve ardından Batman İHA üssüne yönelik eylem TC’nin bütün emperyalist desteğe, gelişmiş tekniğe ve bölge gerici devletleriyle yaptığı işbirliğine rağmen gerilla karşısında başarılı olamayacağını gösteriyor.

Gerillanın savaşta yeni bir hamle geliştirmesi, özellikle de düşmanı havadan vurması, savaşın yeni bir boyut kazanmasına işaret ediyor. Bu teknik sürdürülebilirse TC rejimi gerilla karşısında daha da zorlanacak, dengeler değişecektir.

KDP ve Irak devletiyle yaptığı işbirliği Medya Savunma Alanlarına yönelik saldırılar da önemli bir rol oynuyor. Ancak KDP, Kürtlerin tepkileri nedeniyle bu işbirliğini açıktan sağlayamıyor.

Garê’ye yönelik saldırılar sırasında KDP’nin işbirliğinin teşhir olması Kürtler arasında büyük bir tepkiye neden olmuş KDP “Bizimle alakası yok” açıklaması yapmak zorunda kalmıştı.

Diğer yandan TC’nin bölgedeki işgal saldırılarının sadece Kürtleri değil Arapları da olumsuz etkilediği gerçeği söz konusu. Zira Rojava’da işgal ettiği alanlarda TC’nin uygulamalarından ve çetelerinden kurtulmak isteyenlerin sesi sadece bu bölgelerle sınırlı kalmıyor, kalmamalı.

Hem Türkiye’de hem Irak’ta yandaş medya bu durumu duyurmamaya kararlı olsa da devrimci-demokratik basın bu konuda daha büyük adımlar atmalı.

İşgal altındaki bölgelerde halkın durumu işgal hazırlığının yapıldığı bölgelerde iyice anlatılabilirse meselenin sadece Kürtleri bağlamadığı aynı zamanda Arapları ve bölgede yaşayan diğer milliyetleri ve inançları da en olumsuz şekliyle etkileyeceği anlaşılacaktır.

Zira ne Türkiye’de, ne T. Kürdistanı’nda ne Irak’ta ne de I. Kürdistanı’nda halk mevcut yönetimden memnun değil. Anti-demokratik uygulamalar ve ekonomik krizler nedeniyle öfke her geçen gün büyüyor.

Gerici güçlerin ve emperyalistlerin işbirliğine karşı halkların birleşik direnişi büyümeli.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu