GüncelMakaleler

ANALİZ | Tarımda Köleliğin Adı: Sözleşmeli Üretim! (2/2)

"Tarımsal alanda sendikasızlık, kooperatifsizlik demek sorunların kitlesel olarak dile getirilmemesi, savunulamaması dolayısıyla bunlara dönük hak arama taleplerinin gelişmemesi demektir. Bu da emperyalist-kapitalist neo-liberal politikaların tarım alanını teslim almasına yol açacaktır"

Neo-liberal serbest piyasa ekonomi politikalarıyla birlikte devletin tarımsal üretim alanlarından çekilmeye başlaması ve kamu mekanizması tarafından yaratılan boşluğun (tarım -KİT’lerinin özelleştirilmesi veya işlevsiz hale getirilmesi, tarımsal kalkınmayı desteklemek amacıyla kurulan Ziraat Bankası- Tarım Kredi Koopertiflerinin, köylünün mülksüzleştirilmesinde borç kredi tuzağı olarak kullanılması, desteklerin kaldırılması, var olanların ise piyasa koşullarında sembolik düzeyde içinin boş olması vb…) kapitalist tekellerle ve komprador sermaye tarafından doldurulması çiftçi, köylü için pazarda eşit olmayan güçlerin mücadelesinden başka bir şey değildir.

Her mevsim tekrarlanan bu kısır döngü bir süre sonra köylünün iflas ederek üretimden çekilmesiyle sonuçlanıyor ve başka alternatifi olmadığından şekere bulanmış zehirli sarmaşık olan sözleşmeli tarıma geçmesine neden oluyor.

Siyasi iktidar erkiyle uygulanan IMF-DP-DTÖ tarım politikası sadece köylülüğün sonunu hazırlamıyor, gıdanın ilk basamağı olan tarımın tasfiyesi, emekçi halk sınıflarını açlığa-yoksulluğa mahkûm ediyor. Bu sorun toplumun tüm katmanlarını ilgilendiren stratejik öneme sahip bir sorundur.

Türkiye’de tarım alanının yaşadığı sorunların başında yer alan plansız, programsız kendiliğindenci üretim rejiminin sorumlusu olarak köylüler gösterilmek istense de, asıl sorumlu siyasi iktidarı elinde bulunduran sermaye erkidir. Yaşanan her türlü sorun karşısında savunmasız bırakılan köylü ekim zamanı geldiğinde hangi mahsülü ekeceğine, algısal tecrübesiyle karar veriyor. Bir önceki sezon hangi ürün deseni para kazandırmış ise bir sonraki ekimde ona yöneliyor.

Plansız ve kendiliğindenci üretim rejimi köylüyü kendi kaderiyle başbaşa bırakan bir sistemdir. Bu sorunu çözmesi gereken kurum Tarım ve Orman Bakanlığı iken, Bakan “çözüm” (çözümsüzlük) mercii olarak sermayeyi, özel şirketleri işaret ediyor. Kendi mesuliyetinde kamu adına çözülmesi gereken şey tek amacı kar sağlamak olan özel sermaye odaklarına havale edilerek çözüm şöyle dursun, köylü için daha büyük sorunların kapısını ardına kadar açmış oluyorlar.

Tarımdaki plansız üretimi çözmek için öne sürülen sözleşmeli üretim demek;

Köylünün emeğine, toprağına yabancılaşmasıdır.

Köylünün toprağı üzerindeki hâkimiyetini özel şirketlere, tüccara- tefeciye, hal simsarlarına, büyük market zincirlerine kaptırmasıdır.

Köylünün tarlasına ekeceği tohumun özel şirketler tarafından belirlenmesidir./ Köylünün hangi tohumu kullanacağı konusunda söz hakkını yitirmesidir.

Köylünün hangi ilacı hangi sıklıkla kullanacağı konusunda söz hakkı olmamasıdır.

Köylünün traktörü ve diğer ekipmanları için mazotu nereden alacağı hakkında söz hakkının olmamasıdır.

Köylünün tarlasını hangi sıklıkla sulamasına şirketlerin karar vermesidir.

Köylünün sözleşme yükümlülükleri gereğince yüksek verim için gübre-tarım ilacı gibi kimyasalları aşırı kullanması, aşırı sulama ihtiyacı oluşması toprağın ve yeraltı sularının zehirlenmesidir. Bu da toprağın kullanım ömrünün azalması yani köylünün tek geçim kapısı olan üretim metasının yok olması, sözleşmeli üretimin kaçınılmaz sonuçlarındandır.

Bu listeyi daha da uzatabiliriz ama bu kadar yeterli olacaktır. Özcesi sözleşmeli tarımsal üretim köylünün kendi toprağında karın tokluğuna çalışan mevsimlik işçi olmasından başka bir şey değildir. Ki bu politikanın temel hedefleriden biri de budur. Türkiye tarımında tamamen tekelci şirketlerin egemen olması Türkiye çiftçi ve köylüsünün bu şirketlerin salt işçisi, tarım proleteri haline getirilmesidir.

Tarımsal alanda uygulanan ihracat-ithalat politikalarından yeni üretim modeline kadar bütünlüklü olarak bakıldığında bu nokta rahat görülecektir. Bu açıdan bakıldığında konunun esasında bağımlılık sorunuyla ilgili olan boyutu daha da öne çıkmaktadır, çünkü sözleşmeli tarımsal üretim modeli demek tam da bu anlama gelmekte; yarı-sömürge, yarı-feodal bağımlı yapısını derinleştirmekte, bunu pekiştirmektedir. Bu da ülke tarımındaki politikalara karşı mücadelenin demokratik devrim mücadelesinin milli yönünün de bulunduğunu gösterir. AKP’nin “ yerli ve milli” diye sunduklarının gerçekte nasıl bunların karşıtı olduğu buradan rahatça anlaşılmaktadır.

AKP’nin son 18 yılda uyguladığı tarımsal politikalar, üretim modelleri destekleme biçimleri, ithalat- ihracat politikaları, tarım alanlarının imara açılması, ekim yapılan alanların daralması, kredi politikası, sigorta yapısı, sanayi-tarım dikey birleşmeleri, tarımın yatay daraltılması, tarımsal nüfusun sürekli düşürülmesi stratejik hedefi, tohum yetiştiriciliğine ilişkin hayata geçirdikleri uygulamalarla gıda güvenliğinin, tarımsal ürünler ve bunlara bağlı gıda ürünlerinin fiyatlarının sürekli yükselmesine bakıldığında ortaya çıkan en temel eksikliğin bu alandaki örgütsüzlük olduğu çok net görülmektedir.

Bu durum politika geliştiricilerin elini rahatlatırken üreticilerin yani tarım emekçilerinin elini zayıflatmaktadır, güçsüzleştirmektedir. Tarımsal alanda sendikasızlık, kooperatifsizlik demek sorunların kitlesel olarak dile getirilmemesi, savunulamaması dolayısıyla bunlara dönük hak arama taleplerinin gelişmemesi demektir. Bu da emperyalist-kapitalist neo-liberal politikaların tarım alanını teslim almasına yol açacaktır.

https://ozgurgelecek23.net/anazli-tarimda-koleligin-adi-sozlesmeli-uretim-1-2/

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu