DerlediklerimizGüncel

İNCİ HEKİMOĞLU | ‘Kabataş’taki bacı’, uzman çavuşlar ve İstanbul Sözleşmesi

İstanbul Sözleşmesi’nden imzasını çekmek isteyen iktidarın yöneldiği istikamette kadınları bekleyen riskler, sözleşme maddelerinden kolayca anlaşılıyor değil mi?

Hatırlarsınız, 2015 yılındaki Gezi isyanını karalamak için başvurulan  “Camide içki içtiler”den, “Kabataş’ta benim başörtülü bacıma saldırdılar”a uzanan binbir yalanı.

O görüntüleri görmek kısmet olmadı ama Ayasofya’nın açılışına gitmek için yollara düşenlerden bir grubun kadın makinisti linç etme girişiminin görüntüleri var.

Korkunç olay, İstanbul Valiliği’nin Ayasofya’ya gitmek isteyen kalabalığın yarattığı riskleri önlemek için metro seferlerinin durdurulması emri üzerine Ulubatlı istasyonunda metronun durdurulması üzerine yaşanıyor.

Makinist Gizem Gül daha makinist kabininden dışarı adımını atar atmaz öncülüğünü sarıklı ve cübbelilerin yaptığı en az 15-20  kişilik erkek güruhu üstüne yürüyerek linç etmeye çalışıyor.

Görüntü bir yerde kesilip, sonra devam ediyor. Dolayısıyla Gizem Gül’ün darbe alıp almadığı anlaşılmıyor ama bir güvenlik görevlisinin olağanüstü çabasıyla Gül tekrar kabine sokulup linçten kurtarılıyor.

Onlarca erkek savunmasız bir kadına saldırıp linç etmeye çalışacak kadar cüretkar, gözü dönmüş, nefret dolu ve ahlaksız. Çünkü o sarıkların altındaki zihin dünyasında makinist olarak ‘erkek işi’ yaptığı yetmezmiş gibi ‘fetih törenine’ katılmalarını engellemeye kalkan bir kadın ‘recm’ edilmeyi bile hak eder. Hele bir de başı açık, pantolonlu, evinde 4 çocuk bakması gerekirken çalışıyorsa.

Bu cümleleri rahatça kurabilmemin nedeni her birinin kılık kıyafetlerindeki tarikat temsiliyeti ve o tarikat liderlerinin kadın üzerinden topluma kustukları  vaazları.

Bir başka yanı da olmayan “Kabataş” görüntüleri üzerine açıklamalar yapanların, “Diliniz kaba vicdanınız taş” ortak başlığıyla çıkan yazılara imza atanların sesinin çıkmaması. Umarım utançtandır.

Metrodaki linç girişiminde mağdur ve saldırganlar farklı olsaydı yazılacak yazıları, yapılacak hakaretleri  tahmin edebiliyorum. Birkaç yıl sürerdi muhtemelen.

Elbette ki saldırgan bir erkek güruhunun yaptığını bir kesime mal etmek, olayı köpürtüp iktidar eliyle yaratılan kamplaşmaya su taşımak da doğru değil. Ama tarikat neferlerinin saldırganlığını da önemsiz bir olay gibi göremeyiz.

Çünkü  İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmasında olduğu gibi  yönetimin tepesindekilerin kadın politikalarına yön veren bir kesimden söz ediyoruz. Makinist Gül’ü linç etmeye kalkarken tereddüt duymamalarının nedeni de sırtlarını dayadıkları iktidar odakları. Elinde üç hilalli bayrak sallayan,  tarikat liderlerine selam duran polisleri varken neden çekinecekler ki.

Batman’da 17 yaşındaki İ.E’yi zorla alıkoyan, 20 gün boyunca cinsel şiddet dahil her türlü işkenceyi yapan uzman çavuş Musa O. bile “alkollüydüm” deyince serbest kaldı.

Başına gelenleri anlattığı bir mektup bırakarak intihara teşebbüs eden İ.E ise  halen yoğun bakımda hayata tutunmaya çalışıyor.

“Nitelikli cinsel istismar” suçundan sevk edildiği Siirt Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’nce adli kontrol şartıyla serbest bırakılan Musa O’nun İ.E’ye söylediği  “Defalarca yaptım, istediğin yere şikayet et! Bana bir şey olmaz” sözlerine bakılırsa başka hayatları da karattığı anlaşılıyor. Ama tabii bu sözleri de hiç sorgulanmıyor, diğer mağdurların kimler olduğu araştırılmıyor.

Uzman çavuşların karıştığı tek suç bu değil. 10 gün kadar önce Şırnak’ta, 13 yaşındaki bir kız çocuğuna cinsel saldırı girişiminde bulunan uzman çavuş Aslan A.,çocuğun çığlıklarını duyanların müdahalesiyle yakalandı. Musa O. gibi  “alkollüydüm” savunması yaptı ama suçüstü olduğundan tutuklanmaktan kurtulamadı.

Uzman Çavuş Aslan A.’nın kurt işaretli, hendek çatışmaları sırasında girilen evlerin yatak odalarındaki aynalara yazılmış “bodrumda aşk güzeldir” yazıları önünde verdiği pozlar da medyaya yansıdı. Diyeceğim o ki, o yazıların yazılmasına ve çatışma yaşanan yerlerdeki tacizlere yol verenler, bu tecavüzlerin de azmettiricisi.

İşte  İstanbul Sözleşmesi’nin altına imza atan ülkelere getirdiği yükümlülüklerden bazıları tam da bu suçları kapsıyor. Örneğin;

Taraflar herkesin, özellikle de kadınların, gerek kamu gerekse özel alanda şiddete maruz kalmaksızın yaşama hakkını yaygınlaştırmak ve korumak için gerekli olan yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır.”

Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.”

Taraflar kadınlara karşı herhangi bir şiddet eylemine girişmekten imtina edecek ve devlet yetkililerinin, görevlilerinin, organlarının, kurumlarının ve Devlet adına hareket eden diğer aktörlerin bu yükümlülüğe uygun bir biçimde hareket etmelerini temin edeceklerdir.”

Sözleşme, yalnızca barış dönemlerindeki değil, silahlı çatışma dönemlerindeki ve silahlı çatışma sonrasında devam eden şiddeti de yasaklar.”

İstanbul Sözleşmesi’nden imzasını çekmek isteyen iktidarın yöneldiği istikamette kadınları bekleyen riskler, sözleşme maddelerinden kolayca anlaşılıyor değil mi?

(artı-gerçek. 27 Temmuz 2020)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu