GüncelManşet

ATİK tutsağı Seyit Ali Uğur: “Haramilerin saltanatını yıkacağız sevgili yoldaşlar!”

H. Merkezi: Kamuoyunda “Münih Komünistler davası” olarak bilinen Almanya federal ceza kanunun 129 maddesinin b bendinden, “yurtdışında bir terör örgütü üye ve yöneticisi” olmak suçlamasıyla yargılanan, içinde ATİK yöneticilerinin de bulunduğu 10 devrimcinin duruşmaları sürüyor. Duruşmaları süren 10 devrimciden Seyit Ali Uğur, 7 Kasım günü görülen celsede HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile HDP’li 8 milletvekilinin tutuklanmasına ilişkin mahkeme heyetine dilekçe sundu.

Sevgili Figen Yüksekdağ mahkememizin başlangıcında bizimle dayanışmak için bu salonda hazır bulunmuş ve ‘Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur’ sloganıyla bizlere dayanışma ve yoldaşlık çığlığını ulaştırmıştı. Şimdi sıra bizde! Yüksekdağ, Demirtaş ve bütün vekillerimizle onur duyuyor, onların faşist Sultan’a ve zindanlara boğun eğmeyen duruşlarını Vedat Türkali’nin dizeleriyle selamlıyorum; “Boşuna çekilmedi bunca acılar”, “Haramilerin saltanatını yıkacağız” sevgili yoldaşlar!” denilen dilekçede şu ifadeler yer alıyor:

Sultan Erdoğan ülkeyi tam bir terör rejimi altında yönetmeye devam ediyor”

“‘Bu bize Tanrının bir lütfudur’ sözünden sonra başarısız darbe girişiminin yarattığı siyasal-toplumsal iklime yaslanan diktatör Erdoğan’ın Türkiye’yi sürüklediği yer açıkça kurumsal faşist bir diktatörlük rejimidir.

Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik operasyonla muhalif son gazetede susturuldu. Büyükşehir Diyarbakır Belediyesi başta olmak üzere 28 Kürt Belediyesi gasp edilerek %55-90 oranıyla seçilen başkanlar ve meclis üyeleri tutuklandı. Muhalif bütün akademisyenler üniversitelerdeki işlerinden alındı, kimileri ise tutuklanmış bulunuyor. Bütün rektörlük seçimleri kaldırılarak doğrudan Saray’daki faşist Sultan’ın atamasına bırakıldı. Başta HDP’li siyasetçiler gelmek üzere binlerce muhalif ‘terör operasyonları’ kisvesi ile tutuklanmış bulunuyor. Son olarak 6 milyon oyla Parlamentoda 3.güç durumunda bulunan HDP’nin eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figün Yüksekdağ dahil 9 milletvekili Sultan’ın talimatıyla “terörist” oldukları gerekçesiyle tutuklanmış bulunuyorlar.

Faşist Sultan Erdoğan ülkeyi tam bir terör rejimi altında yönetmeye, bu rejimi ‘Başkanlık Sistemi’ olarak kurumlaştırma çabasına devam ediyor. Yasama-yargı ve yürütme erki tamamen Sultan’ın denetiminde çalışıyor. Meclis, Hükümet ve Yargı kurumu doğrudan faşist Erdoğan’ın talimatlarını yerine getiren göstermelik yapılara dönüşmüş durumdadır. Açıkçası, Sultan tanrın lütfunu pratikleştirerek kendi darbesini tüm ülkeye dayatmış bulunuyor.”

“Faşist Sultan Türkiye’yi açık bir hapishaneye, açık bir işkence cumhuriyetine dönüştürmüş bulunuyor”

“Hukukun bütün temel savunma hakları gasp edilmiş durumda. Gözaltı 30 gün. Avukata erişim söz konusu değil. İşkence çığlıkları yükseliyor zindanlardan. Darbeci diye tutuklanan kadın bir hakim; ‘işkence görüyorum, dayanamıyorum artık, kendimi öldüreceğim’ diye insan hakları çevrelerine haber gönderiyor. Yüzlerce polis ve askerin tecavüzlü işkencelerle sorgulanıp itirafa zorlandıkları yönünde bilgiler mevcut. Darbecilik iddiasıyla tutuklanan 20’ye yakın insanın ‘intihar’ ettiğini açıklıyor avukatlar. Bütün basın-internete erişim yasaklandığı gibi toplantı-gösteri-basın açıklaması gibi en temel haklar gasp edilmiş durumda, ısrar edenler vahşice polis şiddeti sonrası tutuklanıyor. Faşist Sultan Türkiye’yi açık bir hapishaneye, açık bir işkence cumhuriyetine dönüştürmüş bulunuyor.

“Yayılmacı-işgalci hezeyanlarına tanık oluyor bütün dünya”

AKP bütün parti teşkilatlarına ve kitlesine silahlanma çağrısı yapmış bulunuyor. Ülke içindeki karanlık tablo ve faşist siyaset kendisini bölge ülkelerini işgal siyaseti olarak gösteriyor. Kıbrıs’tan sonra Suriye ve Irak toprakları da faşist saldırgan Türk işgal ordularının çizmeleri altında bulunuyor. Kerkük, Musul, Halep, 12 Adalar gibi Lozan öncesi Osmanlıya bağlı bulunan her yeri istiyor Sultan. ‘Lozan’ı bize zafer diye yutturuyorlar, oysaki hezimettir’ diyor. Sözünü ettiğimiz bölgeler ‘bizim hakkımızdır’ diye ısrar ediyor. 21.yüzyılın en çılgınca diktatörlerinden birinin yayılmacı-işgalci hezeyanlarına tanık oluyor bütün dünya. Bütün faşist rejimlerde içkin olduğu gibi iç ve dış saldırganlığın at başı gittiği, birbirini beslediği bir tablo söz konusudur.

Uluslararası baskının sonucu IŞİD’le bağını sınırlamak zorunda kaldılar. Ama bu kez El-Kaide türevi cihatçıları eğitmeye, silahlandırmaya devam ediyorlar. Dahası bu katil sürülerini dünyaya muhalif gerillalar olarak pazarlama gayretindeler. Türkiye toprakları bütün bu cihatçı grupların üstlenme, eğilim-hazırlık ve operasyon alanı olarak kullanılmaya devam ediyor. Bu Sultan İslamcı-suni-faşist tabiatıyla Kürt düşmanlığı ve bu çeteler üzerinden bölge ülkelerinde sağlamak istediği siyasal nüfuzla tam uyumlu bir politika.

Faşist terör rejimiyle, saldırgan-işgalci dış politikalarıyla cihatçı terörün hamiliğiyle ve Avrupa’ya, dünyaya tehdit ve şantajlarıyla -mülteci konusu gibi- var olan bir TC rejiminden söz ediyoruz. Halkların demokratik barışı ve özgürlüğü için bölge barışı ve huzuru için, cihatçı terörün yok edilmesi için kesinlikle tasfiye edilmesi, aşılması zorunlu olan faşist İslamcı bir diktatörlük rejiminden.

“Federal Hükümetin AKP-Erdoğan diktatörlüğüne yaptığı jest durumundayız”

Türkiyeli devrimciler olarak bizlerin burada yargılanmamız ve tutukluluğumuz kuşku götürmez biçimde faşist TC rejimine Almanya Hükümetinin desteğinden başka bir anlam taşmıyor. Hükümetin daha seçimler döneminde Erdoğan’a, O’nu meşrulaştıran ziyareti, Kürdistan’da yüzlerce Kürt sivilin öldürülmesinde kullanılan silah ihracatı ve Almanya’da Kürt devrimcilerinin tutuklanması gibi bizlerde Federal Hükümetin AKP-Erdoğan diktatörlüğüne yaptığı jest durumundayız.

Avukatlarımızın ‘davanın Türk rejiminin anti demokratik karakteri ve hukuk sisteminin güvensiz oluşu’ gibi gerekçelerle düşmesi talebiyle verilen dilekçeler temelsiz bulunarak reddedilmiş bulunuyor. Açıkçası, Mahkeme Heyeti şimdiye kadar Adalet Bakanlığının talebi doğrultusunda yargılamanın sürdürülmesi doğrultusunda tutum belirtmiş durumda.

“Karar vermede insani, hukuksal normlar mı, siyasal iktidarın tercihleri mi geçerli?”

Gelinen aşamada, Türkiye’deki son gelişmelerin dayattığı somut durumu da dikkate aldığımızda Mahkeme Heyetinin davayla ilgili bir yol ayrımında, kesinlikle bir dönüm noktasında bulunduğunu düşünüyorum. Karar vermede insani, hukuksal normlar mı, siyasal iktidarın tercihleri mi geçerli? Yalnızca basının tam susturulup-gazetecilerin tutuklanması veya milletvekili arkadaşlarımızın zorbalıkla tutuklanarak halklarımızın iradesinin gasp edilmesiyle sınırlı olmayan büyük bir sorun duruyor. On binlerce hakim-savcı işkenceli sorgular sonucu tutuklu bulunuyor ve halen görevdeki savcı ve hakimlerin tamamı Sultan’a biatlarını sunan yargı organlarının denetiminde hizmet eden memurlar durumundalar. Bunca tutuklamanın, operasyonun ve şu sıralar Almanya Hükümeti dahil bütün dünyanın ‘kaygı uyandırıcı gelişmele’” olarak tanımladığı gelişmelerin Justiz aparatındaki güvenlik pozisyonundalar. Aynı şey polis ve diğer güvenlik görevlileri için geçerli bulunuyor.

Bu durumda gerek içeride tutuklu olan ve gerek halen görevde bulunan hakim-savcı ve güvenlik görevlilerinin güvenirlilik düzeyleri kesinlikle tartışmalıdır. Dahası güvenilemez kaynaklar olarak değerlendirilmeleri gerekmektedir. Tutuklu savcı-polis ve hakimlerinin bir çoğunun sahte belgeler düzenleyerek, sahte kanıtlar üreterek suçlanmasına maruz kaldıklarını ve görev başındakilerin hala yaşadığımız binlerce demokratik aydın, gazeteci ve siyasetçinin tutuklanmasının özneleri olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Alman devletinin ikiyüzlü tavrı

Burada bulunan bizler de aynı güvenlik-yargı, kadrolarca hazırlanan raporların temel referans alındığı savcılık iddianamesiyle yargılanıyoruz. Daha garip olan tarafı Türkiye Devleti kurumlarınca hazırlanan bu raporlar Federal Savcılıkça büyük bir itaat duygusu içinde kendi iddiası olarak sunuluyor. Şaşırtıcı olan ise; davanın durdurulması taleplerinin heyetinizce savcılığın iddiasına dayanak gösterilmiş oluşudur. Aslında konjonktür formda iddiaların doğruluğuna dair kanaati çağrıştıran bir üslupla ret edilmeden söz etmek daha doğru olacaktır.

Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ Almanya’da bulunsalardı, bu durumda bizim gibi terörizm suçlamasıyla yüz yüze kalmaları ve tutuklanmaları ihtimal dahilindedir. Aynı şeyler tutuklanan birçok akademisyen-aydın ve gazeteci içinde geçerlidir. Türkiye’de tutuklanan arkadaşlarımızın, devrimcilerin ve aydınların maruz kaldığı alçakça saldırılara Dünya-Almanya açısından ‘kaygı verici’ tepkileri verip faşist Türkiye rejimine muhalif devrimci-sosyalistleri ‘terör’ suçlamasıyla tutuklanıp- yargılamak ikiyüzlü bir ahlaki-siyasal pozisyonun dışa vurumundan başka bir şey değildir.

“Şimdi sıra bizde!”

Sevgili Figen Yüksekdağ Mahkememizin başlangıcında bizimle dayanışmak için bu salonda hazır bulunmuş ve ‘Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur’ sloganıyla bizlere dayanışma ve yoldaşlık çığlığını ulaştırmıştı. Şimdi sıra bizde, Yüksekdağ, Demirtaş ve bütün vekillerimizle onur duyuyor, onların faşist Sultan’a ve zindanlara boğun eğmeyen duruşlarını Vedat Türkali’nin dizeleriyle selamlıyorum; ‘Boşuna çekilmedi bunca acılar’, “Haramilerin saltanatını yıkacağız” sevgili yoldaşlar.”

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu