DünyaGüncel

“Münih Davası” Temyiz Başvurusu Reddedildi

"Alman devletinin yürüttüğü ve ceza yasasının 129. paragrafının a ve b bendini kendisini dayanak ettiği bu operasyon, devrimci ve komünistlerin Türkiye ve Kürdistan’da faşizme karşı sürdürülen mücadeleyi mahkûm etme amaçlıdır."

Almanya’da kamuoyunda, “Münih Komünistler Davası” olarak bilinen 10 devrimcinin yargılandığı davada, avukatların temyiz başvurusunun Federal Yüksek Mahkeme (BGH) tarafından ret edildiği, 5 Haziran 2023 tarihinde savunma heyetine ve yargılananlara tebliğ edildi.

BGH, davaya bakan mahkeme heyetinin dava boyunca hukuksal olarak tüm gerekçeleri yerine getirdiği ve herhangi bir eksiklik yaşanmadığını, bundan ötürü de temyiz başvurusunu reddettiğini gerekçelendirmiştir. Bununla birlikte, Almanya federal hukuku gereğince dava sonuçlanmış ve Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi’nin verdiği cezalar da onanmış oldu.

Almanya ve Türkiye’nin iş birliğiyle 15 Nisan 2015 tarihinde; örgüt yöneticisi oldukları iddiasıyla Almanya, İsviçre, Yunanistan ve Fransa’da sürdürülen operasyonda 10 kişi gözaltına alınıp tutuklanmıştı. Münih Eyalet Mahkemesi’nde 17 Haziran 2016 tarihinde görülmeye başlanan dava, 19. 07. 2020 tarihinde sonuçlanmıştı. BGH’nin temyiz davasını reddetmesiyle birlikte aldıkları hapis cezalarının yüksek olmasından dolayı, yargılananların yeniden tutuklanmaları söz konusudur.

Karar, gerici çıkar ilişkilerine dayanmaktadır

Alman devletinin yürüttüğü ve ceza yasasının 129. paragrafının a ve b bendini kendisini dayanak ettiği bu operasyon, devrimci ve komünistlerin Türkiye ve Kürdistan’da faşizme karşı sürdürülen mücadeleyi mahkûm etme amaçlıdır. Almanya ceza kanunun 129. paragrafı 1970 yılında “terörist örgütleri” cezalandırmak için “a” bendi yasaya dahil edilmiş ve sonrasında bu yasa sürekli güncellenmiştir. Yasa, şimdiye kadar daha çok kendi ülkesindeki faşizme ve baskıya karşı mücadele eden ve Almanya’da faaliyet yürüten çeşitli örgütlere karşı kullanılmıştır. Buna göre örgütlerin Almanya’da gösterdikleri faaliyetlerden dolayı kovuşturma yürütülmesi öngörülmektedir. 2012 yılında yasaya “b” bendi de eklenerek, herhangi bir örgütün Almanya’da yürüttüğü faaliyeti değil, kendi ülkesinde sürdürdüğü faaliyeti yargılamaya dönük bir yasa haline getirilmiştir. Bu yasa gereğincede, Almanya’da birçok dönem; PKK, DHKPC ve başka ülkelerden örgütlere yönelik operasyonlar düzenlenmiş, bu örgütlerin yöneticisi oldukları iddiasıyla, birçok devrimci ve yurtsevere yıllara varan cezalar verilmiştir.

Bu yasal düzenleme esasta faşizmin hâkim olduğu; ulusal ve toplumsal mücadelenin yoğun sürdürüldüğü ülkelerde silahlı mücadele veren örgütler üzerinde Demokles’in kılıcı olarak kullanılmaya çalışılmaktadır. Örneğin; Filistin halkının İsrail işgaline ve katliamlarına karşı sürdürdüğü haklı ve meşru mücadele, Almanya’da yasaklanmaktadır sürekli. Ya da Latin Amerika ve Asya ülkelerinde mücadele eden örgütlerin çalışmaları yasaklanmak istenmektedir.

Bunun arkasında yatan esas mesele, Alman devletinin bu ülkelerle olan ekonomik ilişkileri ve çıkarlarıdır. Özellikle Türkiye ile Almanya arasında Osmanlı’ya kadar dayanan köklü ilişkileri söz konusudur. Bundan dolayı tamamen Türk devletinin istem ve talepleriyle bu tür operasyonlar düzenlenmektedir. Ki tam da Münih davası başladığı süreçte, 2016’da R.T.Erdoğan’ın katıldığı bir televizyon programında, “Biz Merkel’e Almanya’da faaliyet yürüten 550 kişi hakkında dosya verdik ama sadece şimdiye kadar 50’si hakkında işlem yapıldı, diğerleri ne oldu bilmiyoruz” söylemi bunu doğrulamaktadır.

Aynı şekilde Alman devletinin Türkiye ile çıkar ilişkisi konusunda da dönemin İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere’nin sözleri bunu ispatlamaktadır. Maiziere, 4 Şubat 2016’da katıldığı Monitor adlı televizyon programında: “Bizden, sabah akşam Türkiye’yi eleştirmemizi bekleyenlere bundan vazgeçmelerini öneririm. Bizim çıkarlarımız var. Türkiye’nin çıkarları var. Tabi ki Türkiye’yi eleştireceğimiz konular var. Ancak Türkiye’den yönelen mülteci akışını önlemek istiyorsak, bunun karşılıklı çıkarlar temelinde bir de karşılığı var” demişti.

Tabi ki Almanya’nın çıkarları sadece “mülteci akışı”nın durdurulması değildir. Aynı zamanda Avrupa Birliği’nin Ortadoğu’daki müdahalesinde Türk devletine verdiği görevler söz konusudur. Bunu; Libya, Irak, Suriye ve Afganistan işgallerinde yaşadık ve gördük.

Yine Alman devletinin, Türkiye’deki yoğun ekonomik yatırımları söz konusudur. Türkiye’nin ucuz iş gücü olmasından dolayı 7 bin civarında Alman şirketinin yatırımları söz konusudur. Bunun sonucunda da milyarlarca lira ekonomik gelir gelmektedir. Bu da, bu tür operasyonların karşılıklı gerici çıkarların korunmasına yönelik önemli bir nedeni oluşturmaktadır.

Sistem giderek saldırganlaşmaktadır

Emperyalist sistem içinde bulunduğu kriz ve buna karşı gelişebilecek en küçük bir toplumsal mücadeleyi bastırmak için giderek daha da saldırganlaşmaktadır. Başta Fransa ve Almanya olmak üzere bütün Avrupa ülkelerinden yeni yasal düzenlemelerle, bu saldırıları meşrulaştırılmaya ve yasal dayanakları oluşturulmaya çalışılmaktadır. Fransa’da kamuoyunda “Sarı Yelekliler” olarak bilinen kitle hareketine ve sonrasında emeklilik yasasına karşı işçi ve emekçilerin sürdürdüğü sokak hareketine karşı polisin saldırısı bunun bir örneğini teşkil etmektedir.

Aynı şekilde Almanya’da çıkartılan yeni toplantı ve gösteri yasaları da gelişebilecek toplumsal direnişleri bastırmak için yeniden ele alınarak, her türlü müdahale meşrulaştırılmak istenmektedir. Kısa süre önce Leipzig kentinde sonuçlanan anti-faşist harekete yönelik açılan davada verilen cezalar buna örnektir. Küçük bir anti-faşist grup, bölgede yoğun faaliyet yürüten Neo-Nazilere karşı militan mücadele verdikleri için ilk önce içlerinden bir muhbir yerleştirilmiş ve sonrasında da bu muhbirin verdiği bilgiler doğrultusunda 3 kişiye dava açılmıştır.

RAF davasından sonraki en yüksek ceza örneği

Savcılığın iddianamesi, bu grubun Neo-Nazilere karşı verdikleri militan mücadelesi yer almaktadır. Sonuçlanan bu davada, sorumlu olduğu iddiasıyla Lena E. adlı bir anti-faşiste 5.5 yıl ceza verilmiş ve uzun zamandır gözaltında olduğu için şartlı tahliye ile bırakılsa da, kimliğine ve pasaportuna el konuluştur. Bu davada, Almanya’da 1970’lerde görülen RAF davasından sonra yerli bir örgüte verilen en yüksek cezadır.

Gene başka bir davada devrimci Avukat Roland Maister’e (aynı zamanda Münih mahkemesinde de savunma avukatıydı) karşı açılan davadır. Roland Maister, “halkı kışkırtmak” iddiasıyla ilk önce hakkında dava açılmış ve bu davayı kazanmasına rağmen şimdi de üyesi olduğu Hamm Barosu tarafından hakkında soruşturma davası açılmıştır. Soruşturmaya gerekçe olarak da Enternasyonal Birlik’in (Internationalistische Bündnis) Ernst Thälmann’ı ölümünün 75. yılında Hitler faşizmi döneminde Buchenwald toplama kampında katledilenlerin anmak için düzenlenen etkinliktir.

Enternasyonal Birlik tarafından Ernst Thälmann’ın anıtına çelenk bırakılarak faşizmin kurbanları anmak istenmiş fakat polis bunu izin vermek istememiş, buna rağmen eylem gerçekleştirilmiştir. Bundan dolayı da Federal Savcılık tarafından Roland Maister’e dava açılmış ve gerekçe olarak da “komünist kişi ve kurumların toplama kampı alanında yapacakları bu eylemlerin, aynı kampta savaş sonrası tutuklu bulunan ve ölen Nazilerin onurunu zedeleyebilecek olması” gösterilmiştir. Yani Hamm Barosu “Nazilerin onurlarının zedelenebileceği” gerekçesiyle yıllardır devrimcilerin savunmasını yapan bir devrimci avukatı mesleğinde menedilmeye çalışılmaktadır. Kısacası, Alman devletinin bu saldırıları sadece göçmen devrimci ilerici örgütlere değil, aynı zamanda yerli devrimci-ilerici örgütlere de yöneliktir.

Faşizme karşı mücadele yürütmek meşrudur

TC devletinin her türlü saldırısına, tutuklama, işkence, gözaltında kaybedilme ve yargısız infazlarına karşı yıllardır mücadele yürüten devrimci ve komünistlerin yürüttükleri mücadele meşrudur, engellenemeyecektir. Almanya merkezli yürütülen bu operasyonda tutuklanan Müslüm Elma “Bu dava mahkeme salonlarında değil, sokakta kazanılacaktır” demişti. Tam da bu söylemde olduğu gibi tutuklama ve davanın sürdüğü 5 yıl boyunca, demokratik güçlerin ve devrimcilerin uzun soluklu dışarda sürdürdükleri mücadele, tüm kamuoyunda taktire şayandı. Bugün de Almanya Federal Yüksek Mahkemesi’nin verdiği bu karar, faşizme karşı verilen haklı ve meşru mücadele karşısında bir değeri söz konusu değildir. Çünkü verilen mücadele, 50 yıllık bir geleneği temsil ediyor. Ki bu gelenek, Kaypakkaya tarafında Amed zindanında 50 yıl önce başlatıldı ve elden ele dolaşan bir bayrak oldu. Bu bayrak gelecek kuşaklara, aynı şekilde ulaşacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu