Makaleler

“Barış Süreci” Üzerine…

Son süreçte neredeyse ülke gündeminin tamamını kapsayacak kadar büyük bir sorun olarak Kürt Ulusal Sorunu; an be an, yeni gelişmelerle karşımıza çıkmaktadır. 30 yıllık savaş ile birlikte; neredeyse TC’nin iç politikada da, dış politikada da belirlediği her stratejik yönelimde önemli bir paya sahip olan Kürt Ulusal Sorunu; son süreçte İmralı Hapishanesi’nde Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerin açığa çıkmasının/çıkarılmasının ardından yeni bir rotaya girmekte, bu çerçevede tartışmalar yürütmektedir.

Emperyalizme uşaklık noktasında sağlam bir karneye sahip olan AKP hükümetinin; özellikle emperyalizmin güncel ihtiyaçları çerçevesinde Ortadoğu’ya “ayar çekme” pratiklerine hız verdiği bir süreçte; böylesi bir gelişme ile karşı karşıya kalmak, bizler açısından şaşırtıcı değildir.

Zira bugün emperyalizm küresel anlamda ciddi bir krizden geçmektedir. Özellikle ABD’de kriz, kurtarma paketleri ile aşılmaya çalışılmakta; Obama’nın 20 Ocak tarihli konuşmasında belirttiği üzere “Amerikan ordusunun 4 yıl boyunca savaşa girmeyeceği” vurgulanmaktadır.

Böylesi bir süreçte; Ortadoğu’da taşeron güçlerin ve uşakların devreye girmesi planlanmaktadır. TC’ye gelindiğinde ise; 30 yıllık Kürt ulusal mücadelesinin gelinen aşama ile birlikte TC’yi köşeye sıkıştırdığı ortadadır. Suriye’ye girildiğinde Kürtlerin özerkliği ile, Irak’a yöneldiğinde yine Kürt mücadelesi ile karşılaşılmaktadır. Emperyalizmin denetiminde olmayan bir güç olarak Kürt Ulusal Hareketi; 4 parçada da etkinliğini artırdığı oranda; emperyalist oyunları bozan bir pozisyona sahiptir. Bu da tasfiye edilmesi için en önemli gerekçedir.

Buna ek olarak Ulusal Hareket TC’yi iç politikada da zora sokmaktadır. Aldığı dış borçlarla ayakta duran, suni teneffüs ile yaşayan TC, başbakanın söylemine de paralel şekilde; “30 yılda yeni bir devlet kuracak bütçeyi” mücadelenin bastırılmasına harcamıştır. Yine bunun dışında da tasfiye anlamında attığı her adım; Kürt ulusunun örgütlülüğü ile karşılanmaktadır. Bu durum da; devleti daha barışçıl söylemlerle, ama özünden bir şey kaybetmeden yürütmeye yöneltmektedir. Amaçlanan; çeşitli hak kırıntıları tanıyarak, TC’yi büyütmektir.

Başbakan Erdoğan’ın; “Ne pazarlık ne taviz ne de geri atma bizim anlayışımızda kendisine yer bulamaz. Dışarıda nasıl haklı olduğumuz konuda dimdik durduysak, içerde de diz çökmeyiz, boyun eğmeyiz, milletin hissiyatını rencide edecek hareketlere taviz vermeyiz” (Başbakan’ın 31 Mart tarihli Ulusal Sesleniş Konuşması’ndan) sözlerinden de anlaşılacağı üzere; amaç demokrasiyi geliştirmek değil, aksine bastırmak ve faşizmi büyütmektir. Birçok örnekle birlikte açığa çıkan şey budur.

Sürecin devlet ve egemenler eliyle tasfiye amaçlı yürütüldüğü herkesin malumu iken; kamuoyunda en çok tartışılan yanını ise Amed Newroz’unda Öcalan tarafından gönderilen mektup, yapılan barış görüşmeleri, 30 yıllık mücadelenin kazanımlarını “anadil hakkı”, “1921 anayasası çerçevesinde birleşmek”, “İslami temel”, “Çanakkale vurgusu” oluşturmaktadır.

Ulusal Hareket önderlerinin de bir çok konuşmasından anlaşıldığı üzere; sürecin niteliği, devletin amaç ve hedefleri herkesin bilgisi dahilindedir. Ancak Ulusal hareket açısından kurgulanan mücadele perspektifi, taleplerin geldiği nokta ve mücadelenin geleceğine dair kurgulanan yaklaşım; böylesi pratikleri mümkün kılmaktadır. Öcalan tarafından yapılan ve demokratik alanda siyaset yürütme çağrısı ile taçlandırılan görüşmeler zaten örgütsel anlamda kurgulanan ve sahip oldukları ideolojinin gerçekliği çerçevesinde tutarlıdır.

Mücadele perspektifini 20 yıldır barış çağrısı ile yürüten, ateşkes gibi taktik adımlar atan bir örgütlenmeden, barış çağrısına dair, hele de Kendi Önderliğinden gelen bir çağrıya dair; tersi politik refleksler beklemek anlamsız olacaktır. Ancak daha Hiçbir şeyin netlik kazanmadığı böylesi bir süreçte; yapılacak yorumlarda da temkinli davranmak gerekmektedir. 30 yıldır 4 parçada siyaset yürüten bir örgütlenme olarak Ulusal Hareket’i “tasfiye oldu gitti” biçiminde yorumlamak tehlikeli olacaktır.

Bizler açısından ise ilk olarak vurgulanması gereken nokta; bu durumun beklenmeyen bir sonuç olmamasıdır. Mevzubahis; ulusal bir harekettir ve kendi mücadelesini ulusal hakların tanınması-tanımlanması çerçevesinde kurgulayan ve esas anlamda da “burjuva demokrasisi” sınırlarını aşamayarak ve ideolojik gıdasını da “ezilen ulusun milliyetçiliğinden” alarak mücadele eden bir örgütlenmedir. Sınıfsal dokusundan kaynaklı da, her zaman uzlaşmadan yana açık kapı bırakmaktadır ulusal hareketler.

 Şekilllenişin bu motifleri taşıdığı noktada; bu gün Ulusal Hareketten fazlasını beklemek, hele de emperyalizm çağında ona sahip olmadığı misyonlar biçmek, sonra da “tasfiye oluyorsunuz” gibi söylemlerle “akıl vermek” en hafif tabiri ile hayal kırıklığı yaratacaktır. Evet, ulusal hareketler devrimcileşebileceği gibi uzlaşadabilir, UKKTH çerçevesinde bir süreci var edebilecekleri gibi, kendi mücadelesini çeşitli demokratik haklarla sınırlaya da bilirler. Ki bu durum hele de emperyalizm çağında mümkünatı yükselmiş bir seçenektir. Lenin yoldaşın sözleri ile sürdürecek olursak; “Emperyalizm çağında yalnız UKKTH değil, ama siyasal demokrasinin bütün temel istemleri,ancak yarım yamalak, kolu kanadı kırpılmış biçimde ve tamamen ‘istisnai’ biçimde “gerçekleştirilebilir” bir nitelik taşıyor” ( LENİN Ulusal Siyaset ve Proleter Enternasyonalizm Sorunları-Bilim ve Sosyalizm yayınları sf.116)

Hiçbir örgütsel biçim, form ebedi değildir; her tarihsel özne; toplumsal gelişmenin belirli bir aşamasında ve belirli bir çelişki çerçevesinde açığa çıkarak tarihsel rolünü oynamaktadır. Ve çelişkinin ilerleyişi sürecinde yeni biçimler almakta ya da tersi bir şekilde yokolmaktadır.

nuce 04012012-104049-1325670049.67Tartışmayı yalnızca bir noktadan yürütmek; ortaya çıkacak tabloyu “tasfiye oluyorsunuz” söylemi ile karşılamak; Ulusal Hareket’in devletle pazarlığa oturmasından ve silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesini avaz avaz bağırmak bizi çeşitli politik sakatlıklarla karşı karşıya bırakacaktır.

Kuşkusuz ki, yıllardır süren mücadele çerçevesinde Kürt halkını bu günlere taşıyan şey, silahların kendisidir. Bunların yitimi, hele de sürekli faşizmin var olduğu ülkemiz koşullarında,  mücadelenin ‘tasfiyesi’ anlamı taşımaktadır.

Ancak şunun altını çizmekte yarar vardır ki; tartışmayı sadece buradan sürdürmek, işi gücü ve halka yönelen saldırılara cevap olmayı bırakıp “tasfiye” tartışmak kazandırıcı değil, kaybettirici boyutlar açmaktadır. Ancak ortada yok olmuş bir şey yoktur. Daha önce de (99 sürecinde de) benzerleri yaşanan bir süreç vardır. Kuşkusuz çeşitli özgünlükleri vardır ancak, Hiçbir şey kesin değilken “yok oluş” edebiyatı yapmak insafsızca olacaktır.

Politika reel gerçeklikler değerlendirilerek yapılan ve güncel sürece dair, pratik-politik  konumlanma gerektiren bir olgudur. Ülkemiz reel gerçekliği değerlendiridğinde; bu gün Kürt sorunu çerçevesinde yürütülen mücadelenin; sınıf mücadelesi çerçevesindeki talepler ile iç içe geçmişlik halini görememek; TC’nin ülke içi ve dışı siyasetinde etkilerini görememek derin bir aymazlığın ürünüdür. Pratikten öğrenmek bilimsel bir yöntemdir ve bu gün; yıllardır kullanılan ve pratikten beslenmeyen “sloganların” kazandırmadığı ve sürecin ihtiyaçlarına cevap olmadığı görülmek zorundadır.

Tasfiyeyi esas anlamda gündemleştiren hareketler bu gün; fark etmeden kendi zeminlerini, devrim çağrısıyla sosyalizme ve sonrasında komünizme yürüyecek yolun ve bu yolda devrimci örgütün işçi-emekçi ve ezilen uluslar karşısındaki konumlanışını ve görevlerini tasfiye etmektedir.

Açık konuşmak gerekirse, ülkemiz devrimci hareketinin bu noktadaki pratiği ise çok fazla sıkıntıyı aynı anda barındırmaktadır. Sorunun temelini, kendi görevlerini görememek, açığa çıkan süreçte ne yapacağını bilememek ve Kürt Halkının mücadelesinde özne olamamak oluşturmaktadır. Kuşkusuzdur ki; Kürt kitlesinin içinde olamadıkça çelişkiler bilince çıkarılamamakta, örgütleyecek nitelikte politikalar ve bu politikalara uygun bir pratik şekilleniş ortaya konamamaktadır. Hal böyle olunca da; bir yanda milyonlarca insan sokak sokak çatışarak, ordulaşıp dağları feth ederken, devrimci hareketin payı yok denecek kadar azdır. Hatta Kürt sorunu birçok yapının gündemine; Ulusal hareketle birlikte girmiştir.

Ortadoğu’da halkına kan kusturan diktatörleri, “amerikaya kurşun sıktı” diye kahraman ilan etmek, emperyalizmin kullanıp bi köşeye fırlattıklarına devrimci payeler biçmek, ancak ülkemizde faşizmi gerileterek ve ezilen bir ulusu demokratik talepler çerçevesinde örgütleyen Kürt Ulusal Hareketinden fersah fersah kaçmak hangi aymazlığın ürünüdür, sorulması gerekir. Şovenizme bu kadar bakıldığı yerde; devrimci görevler de tali bir pozisyona düşmektedir.

Lenin yoldaşın sözleri ile devam edersek;

“ ama ulusal yığın hareketleri bir kez ortaya çıktıktan sonra; onları gözardı etmek, onlardaki ilerici yönleri kabul etmemek de gerçekte; milliyetçi önyargılara boyun eğmek; kendi ulusunu “modern ulus” olarak; kabul etmek anlamına geliyor.” (Lenin, a.g.e sf.91)

“ işte tam da doğmakta olan, toplumsal devrimin çağı olan emperyalizm çağındadır ki proleterya, yarın ya da şimdiden o ayaklanma sonucu güçten düşecek büyük devletin burjuvajisine saldırmak üzere, bu gün ilhak edilmiş toprakların ayaklanmalarını var gücü ile destekleyecektir.” (Lenin a.g.e sf. 141)

Lenin yoldaşın yaklaşımı, şovenizme saplanmamak için ve ulusal mücadeleden devrimi büyüterek nasıl çıkacağımızı kavramak için, nasıl hareket etmemiz gerektiği konusunda ön açıcıdır. Bu bağlamda da; sürecin nasıl ilerleyeceğinden ziyade; ortaya çıkacak muhtemel durumlarda neler yapılacağı tartışılmalıdır.

Maoistlerin gündemleştirmesi gereken nokta; özellikle de Kaypakkaya yoldaşın katledilişinin 40. yılında; onu daha fazla kavramak ve bu temelde de onun Kürt Hareketi konusundaki yaklaşımından öğrenmek olmalıdır.

Ortak düşmanı geriletecek, onun şiddet tekeline müdahale eden ve gerici olmayan tüm ayaklanmaların desteklenmesi gerektiği ve bu temelde de ülkemizde Kürt hareketinin oynadığı rol bilince çıkarılmalıdır. Yine buna ek olarak; bizim Kürt Halkının haklı talepleri karşısındaki konumumuz ve pratik görevlerimiz, ezilen ulusların mücadelesine de önderlik etme görevlerimiz, tasfiye çığırtkanlığından kat be kat fazla gündemimiz olması gereken konulardır.

İğneyi de çuvaldızı da kendimize batırırsak; bu noktada sınıfta kalan bir pozisyona sahibiz. Binlerce insan ile 1 Mayıs’a çıktığımız alanlarda; Newroz’a katılım düzeyimiz ve bu nedenle de içerikteki payımız kabul edilemez boyutlardadır. Sorunun bir yanını örgüt- örgütün kitlesi ile kurduğu bağın politik düzeyi ve kitlemizin örgütün çağrılarını cevap olma düzeyi oluştururken; esas yanını da Şovenizm oluşturmaktadır. Şovenizm zehrinden kimsenin azade olmadığı tablo da; Kemalizme neşteri vuran, Kürt Ulusal Sorununda elli yıllık sessizliği bozan bir geleneğin hak ettiği yerin daha ilerisi olduğu herkesin aşikar olduğu bir gerçekliktir. Ülkemizde toplumsal devrimi büyütmek gibi bir çağrının sahibi olan bizler; reel politik gelişmeleri ve Kürt sorununun hem ülke politikasındaki kapladığı alanı, hem de sınıf mücadelesi ile olan temasını gördüğümüz oranda; ülke devriminin ateşinin önce Kürdistan dağlarından aydınlatacağını bilmemiz gerekmektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu