GüncelMakaleler

MAKALE | 70. Yıl dönümünde; Çin’deki Yeni Demokratik Devrim (1949) Yerküreyi Sarsmaya Devam Ediyor!(1/2)

Her gerçek devrim, üretici güçlerin gelişmesine ayak uyduramayan eski düzene veya eski sisteme içkin bütün toplumsal gerici ilişkilerin-değerlerin yeni bir toplumsal zor yoluyla yıkılarak bunların yerine yeni toplumsal ilişkilerin, iktidarın, değerlerin yaratılmasıdır.

I

Çin coğrafyasında 20. yüzyıl başlarına kadar süren demokrasi ve cumhuriyet eksenli ayaklanmalar, burjuva demokratik devrimci atılımlar, 1911’de Çin’de kısmen başarıya ulaşmıştı. Ancak bu devrim ham-lesi, kısa sürede yenilmişti. Yine de 1911 yılında Sun Yat-Sen öncülüğünde gelişen burjuva demokratik devrim, emperyalist güçlerin aktif desteklediği Qing Hanedanlığı’nın o boğucu ve despotik egemenliğini nihayet yıkmış ve o sayede tarihte ilk defa Çin Cumhuriyeti resmen ilan edilmişti.

İki bin yıldan fazla süren mutlak monarşinin hanedanlık sultası artık yıkılmış, Çin’in 5 kurucu milletini temsilen (Han, Mançu, Moğol, Hui ve Tibet milliyetleri) ulusal bayrak renkleri altında bir araya getirilerek, ulusal demokratik birlik, biçimsel olarak da olsa, büyük oranda sağlanabilmişti. Çin’de kapitalist-emperyalist ilişkiler ve işgaller 19. yüzyıl başlarından beri Çin’e giriş yapan ve tedricen gelişmekte olan kapitalist üretim ilişkileri, gelişim doğası gereği bir taraftan feodalizmi kısmen çözüyor, diğer taraftan da sermaye egemenliğini giderek büyütüyor, hızla işbirlikçiliği teşvik ediyor ve daha sonraki süreçlerde emperyalist güçlerin tedricen ülkeye girmesine yol açıyordu.

Çin, 19. yüzyıl ortalarına kadar feodalizm üzerine inşa edilmiş çok katı bir mutlak monarşi ile yönetiliyordu.

1840’lardan sonra İngiltere’nin ‘Afyon Savaşı’yla başlayan Çin’deki emperyalist işgalcilik serüvenini, 1856-1860 yıllarında İngiliz-Fransız ittifaklı işgali, 1884-1885 Fransız işgali izledi. Yine 1894-1895 yıllarındaki birinci Japon işgalini 1900 yılında başkent Pekin’in 8 devlet tarafından (İngiltere, ABD, Almanya, Fransa, Çarlık Rusyası, Japon-ya, İtalya ve Avusturya’nın gönderdiği ortak askeri kuvvet) tarafından işgalini, 18 Eylül 1931’de ikinci Japon işgali izledi.

Çin tüm işgaller boyunca, sömürge ve yarı-sömürge statüleri arasında tam bir yağmaya maruz kalmış, bütün ulusal değerler ve gelirler emperyalist güçlere peşkeş çekilmişti.

Halk bu baskılar altın-da inim inim inlemekte ve her gün sefalet çekmekteydi. Ne var ki; kapitalist üretim ilişkileri, bu devasa ülkenin geleneksel feodal toplumu içinde, yabancı emperyalist güçlerin işgallerinden çok önceleri kök salmaya ve filiz vermeye başlamıştı.

Ancak kapitalist üretim ilişkileri esas anlamda kentlerde, özellikle de liman kentlerde yoğunlaş-maktaydı ve oldukça kırılgan ve bağımlı durumdaydı. Kapitalist-emperyalist ülkelerinden gelen meta ve sermaye akışı ve bu akışın etkisi ile Çin’in geleneksel feodal toplu-mu içinde hâkim olan kendine yeter doğal ekonomik üretim biçimi zaman içinde çözülüyordu.

Bu çözülme Çin’de kapitalist ekonominin gelişmesini de yansıtıyordu. Emperyalistler böylesi devasa bir ülkeyi daha rahat kontrol edebilmek için feodal sömürü sistemini ve yarı-feodal diktatörlüğü korumayı sağlayarak Çin kapitalizminin kendi denetimlerinde ‘kontrollü gelişme’sini sağlamayı, daha doğrusu ‘kısıtlanmış bir kapitalizmi geliştirme’yi hedeflemekteydiler.

Emperyalist ve feodal güçlerin bu kısıtlayıcı, bağımlı kılıcı, denetleyici ve baskıcı ekonomik politikaları altında, toplumsal çözülüş Batı’daki gibi tipik bir kapitalist toplum oluşmasına yol açmamış, tersine yarı-sömürge ve yarı-feodal bir toplum yaratılmıştı.

1911 Devrimi ve toplumsal etkileri:Dolayısıyla 1911 devrimi işte bu karma-şık koşularda kısmen başarılı olabildi. Bu devrimin bilinen başarılarının ardından güneş takvimi kullanılmaya başlanmış ve hanedanlık kültürünün akıl almaz gelenekleri bir bir terk edilmeye başlan-mıştı. Mesela, kadınların demir ayakkabı giymeleri, erkeklerin çift örgü şeklindeki geleneksel saç modelleri artık terk edilir olmuştu.

Bunlara benzer anlamsız, gelenekler, üst tabakalardan ve halktan gelen etkin itirazlar sayesinde, artık yavaş yavaş terk edilmek durumunda kalıyordu. Örneğin, alt kademe memur veya hizmetlilerin üst kademe memurlar veya yöneticiler önünde diz çökmeleri de bu devrim sürecinde yasaklanmıştı. Hanedan kültürünün katı ve halkı adeta boğan örf ve adetleri artık toplumda çok fazla karşılık bulamıyordu.

Çin’de modern eğitim, tıp, mühendislik, gazetecilik, matbaacılık, modern sanayi işletmeleri, liman işletmeleri, ulaşım ve posta işleri eskiye nazaran hızla gelişmeye başlamıştı. Bunlara karşın, 1911 burjuva devrimi; gerçek anlamda demokratik politikalara, ulusal bağımsızlığa, demokratik cumhuriyetçiliğe ulaşılmasını sağlayamamıştı.

Sağlayamazdı, çünkü bu devrim emperyalizmden tümden kurtulmayı gerçekleştirmemiş, yarı-feodal, yarı-sömürge yapıyı oldukça sınırlı biçimde, ancak nicel olarak değiştirebilmiş ve bu anlamda kendini devrim sürecini tamamlamadan kilitlemişti.

Çin’de ulusal topraklar ve toplumsal ürünler toprak ve savaş ağalarının de-netiminden kurtarılamamıştı. 1911 devrimi esnasında ve kısa bir süre sonrasında gözlemlenen ‘‘ulusal birlik manzarası” devrimden bir kaç sene sonra yerini, Çin topraklarını parsellemiş ve zoraki gasp etmiş olan ‘savaş ağaları’nın kendi aralarındaki hâkimiyet mücadelesi ve çatışması başlamıştı. Bundan kaynaklıdır ki, 1911 Çin Devrimi esasta başarısızlıkla sonuçlanmıştı.İktidar mücadelesi gelinen aşamada, Sun Yat-Sen öncülüğünde devrimi sürdürmek isteyenler ile devrimi reformlarla boğmak isteyenlerin birbiriyle çatışması-na dönüşmüştü.

Sun Yat-Sen öncülüğündeki ‘Tongmenghui Hareketi’ devrimi fitilleyen ve Hanedanlığın yıkılmasını sağlayan örgüttü. Bu örgüt, demokrasi isteminde diğerlerinden çok ileriydi, daha çok da askerle-re ve bürokratlara yaslanmaktaydı. Ancak halk kitlelerinden özellikle köylü sınıfın-dan ve o dönemdeki çok az sayıda işçilerden oldukça kopuktu.

Reformcular devrimin sonuçlanmasını istemiyor, anayasal monarşizm ile toplumsal kalkışmayı noktalamak istiyorlardı. Emperyalist güçler de gerçek anlamda bir demokratik cumhuriyete Çin’in henüz hazır olmadığı-nı ve devrimin başarıya ulaşamayacağını dile getiriyor ve aslında anayasalcı monarşistleri destekliyorlardı.

1911 yılında Sun Yat-Sen başkanlığında Nanking şehrinde kurulan geçici Ulusal Hükümet yalnızca 3 ay yaşayabilmişti. Bu hükümetin entrikalarla yıkılmasının ardından egemenlik Qing Hanedanlığı’nın maliye bakanı olan Yuan ShihKai’in eline geçmişti.

Bu şahıs da bizzat büyük bir toprak ve savaş ağasıydı ve komprador burjuvazinin de siyasal temsilcisiydi. ShihKai bazı burjuva sınıfların bir kısmını dahi baskılama da elinden geleni ardına koymadı. Sun Yat-Sen öncülüğünde mücadele sürdüren Tongmenghui örgütü veya hareketi, bu baskılara karşı koyabilmek için ‘Kuomintang Partisi’ni kurarak 1912 seçimlerinde yeniden çoğunluğu ele geçirebildiyse de, iktidarı tümden ele geçiremedi.

Yuan ShihKai 1913’te azgın bir şiddet furyasıyla burjuva demokratik hare-ketlenmeyi kanla bastırdı. 1915’te iktidar düşkünü bu şahıs, kendini imparator ilan ederek, klikler çatışmasında son noktayı da koydu.

Çin’de bundan sonraki dönem-deki iktidar ve sınıf savaşımı, artık burjuva olmayan devrimci sınıfların, yani işçi sınıfının öncülüğüne ihtiyaç duymaktaydı. Lakin bütün bu başarısızlıklara karşın demokrasi, cumhuriyet, ulusal bağımsızlık ve her şeyden önemlisi gerçek bir demokratik devrim isteği tüm ülkede yayılmaya devam etmekteydi.

Yeni kültür hareketinin yükselişi bitmemiş, 4 Mayıs 1919’da kitlesel ve örgüt-sel ivme kazanan yeni yurtsever hareket, sınıf bilinçli işçi hareketini ve ileriki tarihlerde görüleceği gibi ilk komünist örgütlerin kurulmasını tetiklemişti.

Bütün bu olanlardan ve kıyasıya süren sınıf savaşımından tam on sene sonra, üstelik ülkenin çok tipik bir yarı-sömürge ve yarı-feodal statükoya sahip olduğu bir çağda, 1921 yılında Çin Komünist Partisi (ÇKP) nihayet kurulabilmişti. Çin Komünist Partisi öncülüğünde işçi ve köylü hareketinin gelişmesinin yanında, Kuomintang öncülüğünde burjuva, küçük burjuva yurtsever hareket de aynı şekilde gelişim göstermekte ve gerici iktidarın ve emperyalistlerin hedefi durumuna gelmekteydiler.

ÇKP’nin kuruluşu ve etkileri:Kuruluş yıllarından beri ÇKP çok çeşitli siyasal güçlerin, ancak devrimden çıkarla-rı olan sınıf ve katmanların birlik ve mücadelesine sahne olmaktaydı. Emperyalizme, komprador kapitalizme ve feodalizme karşı mücadelenin yanında, kendi içinde de oportünizme, revizyonizme, reformizme, sağ ve sol tasfiyeciliğe karşı mücadeleyi baştan beri, çok çeşitli biçimler altın-da, ama kah uzlaşma, kah keskin mücadele hattında sürdürmek durumundaydı.

20. yüzyıl başlarında henüz gelişmekte olan Çin burjuvazisinin öncülüğünde gerçekleşen ve sonu getirilmeyen 1911’deki cumhuriyetçi olan güdük burjuva demokratik devrim, ÇKP’nin omuzlarına hem ulusal hem de demokratik devimin teorik, siyasi ve pratik çok yönlü görevlerini yüklemekteydi.

İşte o tarihsel, toplumsal ve enternasyonal anlamı ve etkisi çok büyük olan, Yeni Demokratik Devrim, Mao Zedung önderliğinde ve Çin Komünist Partisi (ÇKP) öncülüğünde 1949 yılında muştulu zafere erişmişti. Adına çürüyen ve can çekişen kapitalizm de denilen emperyalizm koşullarında, yeni bir toplumsal devrim modeli yaratmakla bu devrim anlam kazanıyordu.

Devasa büyük bir ülkede gerçekleşebilen ve ender özellikleri olan bu toplumsal devrim, bilimsel sosyalizme giden yolda yine nitel katkılara da yol açmıştı.Milli Demokratik Devrim’den çıkarı olan sınıflar ve halk katmanlar, 18 Eylül 1931 tarihli Japon İşgalinin ardından ilk başlarda kendilerini ‚‘‘Gönüllüler Yürüyüşü” olarak lanse ediyor olsalar da zamanla halk Çin Proletaryasının öncülüğünde kademe kademe birleşiyordu.

Yine bu halk Japon emperyalizminin son işgalciliğine başkaldırarak ve adına ‘‘Uzun Süreli Halk Savaşı” dedikleri farklı bir devrim modelini, daha doğrusu yeni bir devrim stratejisini geliştirerek; dünya çapında gelişmekte olan ulusal-sosyal ve siyasal kurtuluş mücadelelerine nitelik ve nicelik kazandırıyordu.Çok bariz bir ifadeyle söyleyebiliriz ki; Çin’deki Yeni Demokratik Devrim, hem Asya-Pasifik hattında hem de uluslararası arenada büyük bir çığır açarak; emperyalizm koşullarında hunharca ezilen halklara ve barbarca sömürülen dünya işçi sınıfına yeni bir kızıl umut ve ilham kaynağı olmuştu.

II

Yeni Demokratik Devrim’de devrimci zorun rolü:Devrimci zor, bütün devrimlerin ebesidir. Devrimci zor, her gerçek devrimin varoluşsal bir bileşenidir. Çünkü, her gerçek devrim, bütün parametrelerde gözlemlenebilir deneyimlenebilir olan gerçek toplumsal bir alt-üst oluştur. Her devrim, eskiyi yıkmak, yeniyi kurmak demektir.

Her gerçek devrim, üretici güçlerin gelişmesine ayak uyduramayan eski düzene veya eski sisteme içkin bütün toplumsal gerici ilişkilerin-değerlerin yeni bir toplumsal zor yoluyla yıkılarak bunların yerine yeni toplumsal ilişkilerin, iktidarın, değerlerin yaratılmasıdır. İnsan ve toplum ilişkilerinde eskimiş, köhnemiş, gericileşmiş olan her şeyi, önce bilinçte ve akabinde sosyal pratikte yıkmadan yeni insan ve toplum ilişkileri kurulamaz.

‘Vur eskiye yıkılsın, omuz ver yeniye yeşer-sin’ önermesi gerçek anlamda devrimci bir önermedir. Her devrim, eski egemenlik ilişkileri üzerine inşa edilen köhne bir düzenin bütünlüklü yıkılarak toplumsal iktidarın yeniden tesis edilmesi ve yerine yeni bir alternatif sistemin kurulmasıdır. Böylesine kapsamlı bir yeniden yapılanma, bütünlüklü bir toplumsal devinim hareketi olmadan ve devrimci toplumsal zora da-yanmadan asla gerçekleştirilemez.Çünkü, hiç bir hakim sınıf veya sınıflar ittifakı, egemenliklerini, hakimiyetlerini, imtiyazlarını ve iktidarlarını kendiliğinden veya barışçıl ya da gönüllü olarak bırakmayacaklardır.

Dolayısıyla gerçek toplumsal devinimlerde veya devrimci halk hareketlerinde toplumsal devrimci zorun rolü, özellikle de silahlı zorun rolü, yapısal olduğu kadar, o devrimin ontoloji-sine ve sürdürülebilir olmasına dair de bir soru(n)dur. Burjuva demokratik devrimler tarihinde olduğu gibi, proleter devrimler tarihi de açıkça göstermiştir ki, herhangi bir toplumsal devrimin en temel sorusu iktidar sorunudur.

İktidarın kimin elinde olduğu, iktidarın muhtevasının ne olduğu ve iktidarın nasıl işlediği soruları, kimin için demokrasi? sorusuna da cevap verir.

Burjuva iktidar burjuvazi ve müttefikleri için demokrasi iken, proleter iktidar işçi sınıfı ve müttefikleri için demokrasi üretir. Mesele bu kadar net ve açıktır aslında.Çin devrimi nasıl kazanıldı?İşte Çin devrimi de bu gerçeği tanıtlama bakımından ayrıcalıklı bir yere sahiptir.

Çin Komünist Partisi’nin 1921’deki kuruluşundan tam 18 yıl sonra, yani 1939 yılında, o dönemde Japon işgaline karşı sürdürülmekte olan çok zorlu ve keskin bir silahlı kurtuluş mücadelesinin önemli bir tarihsel aşamasında, Çin proletaryasının ve halkının önderi Mao Zedung yoldaş, parti yayın organına yazdığı ‘devrimde silahlı zorun rolü’ konulu bir makalede, şu yalın gerçeği dile getiriyordu: “…on sekiz yıldır partimiz, yavaş yavaş silahlı mücadele vermeyi öğrenmiş ve bunda direnmiştir.

Silahlı mücadele olmadan ne proletaryanın, ne halkın ne de Komünist Partisinin Çin’de hiçbir yeri olamayacağını ve devrimin zafere ulaşmasının olanaksız olacağını öğrendik. Bu yıllarda, partinin gelişmesi, pekişmesi ve Bolşevikleşmesi, devrimci savaşlar için-de ilerlemiştir. Silahlı mücadele olmadan Komünist Partisi kesinlikle bugünkü durumuna sahip olamazdı.

Partideki tüm yoldaşlar, kanımız pahasına edindiğimiz bu deneyimi hiçbir zaman unutmamalıdırlar.” (Mao Zedung Seçme Eserler, Eriş Yayınları, Komünist’i Sunarken makalesinden)

Demek ki; devrimci silahlı mücadele olmadan, Yeni Demokratik Devrim’i kazanmanın stratejisi olarak geliştirilen ‘Uzun Süreli Halk Savaşı’ olmadan, Çin’de hiç bir şey kazanılamazdı.

Ancak, bilinmelidir ki; Yeni Demokratik Devrim, sadece silahlı kurtuluş mücadelesine indirgenerek açıklanabilecek bir devrim modeli değildir. Böyle kısır bir algı, devrimci mücadelenin çok çeşitlilik gösteren özelliklerini kavrayamamaktır.

Toplumsal bir devinim hareketi, devrimci bir politik çizgiye sahip değilse, askeri alanda dahil olmak üzere her alanda yetkinleşmiş bir önderlik yoksa, devrimci bir savaş gücüne dayanmıyorsa ve devrim yapmakta kararlı ve etkin bir kitle-halk-sınıf dinamiği tarafından kavranmıyorsa kaybetmeye mahkumdur.

Devrimci mücadele seyri içinde silahlı veya silahsız, barışçıl veya şiddetli, ideolojik veya politik, teorik veya pratik, sanatsal veya kültürel, teknolojik veya bilimsel bütün mücadele araçlarına ve biçimlerine açık olma anlayışına sahip olmak gerekir. Mücadele biçimleri ve araçları toplumsal zemindeki gerçeklikten çıkar ve devrimciler bunları niyetlerinden bağımsız, yalnızca bir zorunluluk olarak devreye koyarlar.

Demek ki, devrim yapabilmek için doğru bir dünya görüşüne, gerçekçi bir sosyal kurtuluş yoluna, bütünlüklü bir devrimci politik çizgiye sahip olmak gerekir. Dolayısıyla olay ve olgu-lar karşısında net bir sınıf bakış açısının olması ve gerçekten proleter bir devrimci yolun takip ediliyor olması veya olmama-sı bir devrimin nicelik değil, nitelik soru-sudur!

Çin’deki Yeni Demokratik Devrim, bu anlamda proleter devrimlerin yeni bir çeşididir. Bu devrim Marx’ın 1848-1850 arası ortaya çıkardığı kesintisiz devrim anlayışına ve yine Lenin’in ‘aşamalı ve kesintisiz’ proleter devrim teorisine de pekâlâ uygundur. YDD, sosyalizme gidiş yolunda zorunlu bir durak olarak, yarı sömürge, yarı-feodal bir ülke koşullarında, işçi-köylü temel ittifakına dayanan proleter demokratik devrimin zorunlu bir versiyonudur sadece.

Bu devrimci gerçekler, özellikle de içinde olduğumuz ‘emperyalizm ve proleter devrimleri çağı’nda, herhangi bir ülkenin tarihsel, toplumsal, sınıfsal varlık koşulları, yani o toplumun ontolojisinde, varoluş parametrelerinde gizlidir ve bun-lar açığa çıkarılabilir ve devrimci toplum-sal yeniden yapılanma hamlesinde birleştirilebilir.

YDD’nin genel ve özel anlayışı ve sınıfsal çizgisi Ulusal demokratik devrime ve/ya sosyal kurtuluşa gebe olan bir toplum içindeki en aktif, en ileri ve en aydın kitlelerin, en doğru toplumsal devrimci yönelimin özüne ve iktidar hedefine uygun bir anlayışla örgütlenmiş olmaları gerekir.

Devrimden çıkarı olan halk kitlelerinin gerçek bir devrimci parti öncülüğünde, proleter bir çizgi etrafında kenetlenmiş olmaları, devrimci bir savaş komutası etrafında bir-leşmiş olmaları, iktidarı ele geçirmeye ve onu tümden değiştirmeye kararlı olmaları gerekir.

İşte bu devrimci çizgi, emperyalizmin çok yönlü boyunduruğu altındaki sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal ülke halklarının ulusal, sosyal ve siyasal kurtuluş mücadelesinin özgünlüğünü fark eden bir siyaset gerektirir. Yine bu çizgi bu türden statüdeki ülkelerde sosyalizme ulaşmanın farklı biçimler altında olabileceğini kavra-yan bir çizgidir.

Yeni Demokratik Devrim modeli veya çizgisi, onu var eden koşulların farklılığı ve özgünlüğü kavranmadan, uluslararası proletaryanın stratejik ve tarihsel çıkarlarına uygunluk içinde yeni bir devrim örneği olarak asla geliştirilemez ve toplumsal-tarihsel gerçekliğin ve akışın çok gerisinde kalınırdı.

Yeni Demokratik Devrim; tam da bu sayededir ki, uluslararası politik arenada kullanılagelen devrimci-komünist siya-set bilimi terminolojisinde hak ettiği yeri alarak, devrimci siyaset literatürüne de yerleşerek, o günden beri de Marxist-Leninist-Maoist bir kavram olarak kullanıla-gelmektedir.

Yeni Demokratik Devrim’in politik çizgisi

Bu devrim Mao Zedung’un teorik, örgüt-sel ve pratik önderliğinde, Çin Komünist Partisi ve Çin devrimci işçi sınıfı tarafından geliştirildi. Bu devrim Mao’nun ‘dört sınıf bloğu’ öngörüsüne bağlı olarak, devrim sonrası Çin’de kurulacak olan halk demokrasisi ve halk iktidarının niteliğini de ifade ediyordu. Bu ittifak işçi sınıfı, yoksul köylülük, küçük burjuvazi ve milli burjuvazinin sol kanadından oluşuyordu.

Birincisi hariç, diğer sınıfların hepsi aslında son tahlilde küçük burjuva, burjuva sınıflardı. Bazı özgün tarihsel ve toplumsal koşullarda küçük ve orta burjuvazi, hatta büyük burjuvazinin bir kısmı dahi örneğin bir ülkenin işgali durumunda işgal karşıtı bir burjuva kesim- devrimci işçi sınıfı hareketinin öncülüğündeki bir ‘parti, ordu ve cephe üçlemesi’ etrafında örgütlenmek isteyebilir.

Tarihte bunun örnekleri bir kaç ülkede yaşanmıştır. Bir ülkenin işgali durumunda, bütün ulusal demokratik kesimleri proletarya öncülüğünde çok zorlu bir kurtuluş mücadelesi içinde birleştirmek, işgale karşı savaştırmak ve muzaffer kılmak mümkündür. YDD, devrimci proleter siyasetin zaferidir!

Marxist-Leninist siyasal çizgiyi farklı ülke koşullarına uyarlayarak geliştirilen bu yeni devrimci siyasal aşama, halk demokrasisinin yeni koşullardaki bir başka versiyonudur.

YDD, yarı-sömürge ve yarı-feodal düzlemde varlık gösteren Çin gibi devasa bir ülkenin ulusal devrim ile sosyal devrim gerekçelerinin bir kavşakta kesişen tarihsel birliğinden beslenen bir devrimdir. Bu devrimi kazanma görevi, Çin proletaryasının ve onun müttefiki diğer halk katmanlarının omuzlarına yüklenmişti. Farklı toplumsal koşullarda proletarya öncülüğünde kazanılan ilk demokratik devrim olmasıyla da, ayrı bir tarihsel öneme sahip oluyordu.

YDD’nin kapitalist-emperyalist statüde olmayan bir ülkede KP öncülüğünde başarılmış olması çok önemlidir. Ekonomik gelişmesi-kalkınması iç ve dış sömürücü güçler tarafından sürekli engellenmiş yarı-sömürge, yarı-feodal bir ülkede, her yanıyla geri bıraktırılmış, iliklerine kadar sömürülmüş ve o dönemler yaklaşık 800 milyon nüfuslu devasa bir ülkede başarıya ulaşmış olması da ayrı bir öneme sahiptir.

Yeni Demokratik Devrim, özellikle Paris Komünü, 1917 Şubat Demokratik Devrimi ve 1917 Ekim Devrimi geleneklerine sadık kalan ve onların devrimci geleneğinden beslenerek devrimci iktidar mücadelesini farklı koşullara uyarlayarak muzaffer olan, toplumsal devrimci bir atılımdır.

Yeni bir toplumsal egemenlik modeli olarak tarih sahnesine çıkan YDD, 1949 sonrasındaki tarihsel süreçlerde ulusal-demokratik mücadele eksenli sosyal kurtuluş mücadelelerine, Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın başka ülkelerindeki birçok devrimin de ilham kaynağıdır. O ülkelerin devrimci önderleri bu gerçeği defalarca kez ulusal ve uluslararası platformlarda dile getirmişlerdir.

Teorinin ve pratiğin birlikteliği

Herhangi bir tezi, bir savı teorem düzeyine çıkaran en önemli kriterlerden birisi de, o tezin evrensel olarak geçerli olabilmesi-nin yanın da pratikte uygulanabilir olmasıdır. Bu anlamda YDD stratejisi, bilimsel sosyalizm ve komünizm mücadelesinde teorik, pratik, tarihsel, toplumsal ve siyasal bir atılımdır.

YDD tezi, doğruluğu ve başarısı kanıtlanmış bir teoridir. Yeni Demokratik Devrim demek; feodalizmi bütünlüklü olarak tasfiye yoluna sokmak, sömürgeciliği yıkmak, komprador kapitalizmi parçalamak; bütün bunlardan devrimden çıkarları olan sınıfların cephe ittifakına dayalı, yeni bir demokrasi, yeni bir iktidar anlayışını kuşanarak emperyalizm karşısında tam bir bağımsızlık yaratmak demektir.

Bütün bunların gerçekleşebilmesi için Marx ve Lenin’in öngördükleri burjuva sınıfıyla birleşilebilecek bütün güçler birlikteliği içinde topyekun mücadele, devrimden çıkar sağlayan halk katmanlarını daha geniş paydalarda birleştirerek mücadeleyi büyütmek ve zafere taşımak gerekmektedir.

Yeni Demokratik Devrim’e erişebilmek için, kesintisiz bir şekilde Sosyalizme ve Komünizme varabilmek için, eski politik-ekonomik düzenle cepheden çatışma içinde olan işçi sınıfı öncülüğünde, devrimden çıkarları olan fakir ve orta köylülüğü, kır ve şehir küçük burjuvazisini ve milli burjuvazinin sol kanadını birleştiren devrimci bir ittifaka ihtiyaç vardır.

Eski düzene ancak böylesi bir cephe içinde son verilebilir. Bu cephe, ancak ve ancak, bir komünist partisinin öncülüğünde oluşabilir ve başarıya ulaşabilir.

Bu ittifak içinde komünist partisine karşı olmamak, sosyalizme-komünizme karşı olmamak, komünistlere karşı dostane bir tutum içinde olmak, düşmanca tutum almamak, demokratik devrimden yana olmak cephe ittifakının gerçekleşebilmesi için yeterli sebeplerdir.

YDD sürecinde, sözü geçen dörtlü ittifakın kendi aralarındaki mücadeleleri tali iken, ulusal ve sosyal kurtuluş doğrultusunda emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı birleşik kurtuluş mücadeleleri esastır.

-devam edecek.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu