Makaleler

İbrahim Kaypakkaya; Okuldan Dağa*

Yedi yıllık yakın yoldaşlık ilişkisinin bende bıraktığı izlenimler karmaşıktır. Siyasete, edebiyata ve sanata derin ilgisi olan, çok yönlü bir kişilikti İbo.

Tabi her şeyden önce devşirdiği bilgilerini ve hayallerini, minyatür inceliği ile yeni düşüncelere dönüştürmeyi seven aykırı bir kişilikti. Teoriye ve pratiğe yönelik, ikiz bir ilgiye sahipti. Varlığının ya da bilgi dağarcığının yerinde sürekli bir bilgi boşluğunu duyumsuyormuşçasına okuyordu.

Devlet tarafından “oku” diye dayatılan ders kitaplarının dışında tüm kitaplara ilgi duyuyordu. Okuduğu bir şiiri, bir makaleyi veya kitabı çevresiyle tartışmayı seviyordu. Selam vermeyi, hal hatır sormayı ve uzatılan eli pehlivanlar gibi sıkmayı da seviyordu. Tartışmalarda inatçıydı, ama dikkatle dinliyordu. Hiçbir iş yapmayan, dedikodu üreten, ilginç yalanlar ve küfürlerle sohbeti renklendiren insanlara vakit ayırmazdı pek. “Gelecek vaadeden insanlar varken, senin onlarla haşır neşir olmanı, zaman oldürmeni anlayamıyorum,” diye eleştirirdi beni bazen. Ama anlattığım Terekeme fıkralarını dinlemeye de bol zaman ayırır, katıla katıla güler ve beni zaman öldürme alanlarına yöneltirdi farkında olmadan.

 

Ateşli, güleç bir ruha sahipti.

Ateşli, güleç bir ruha sahipti. Davranış inceliği gösteren, içtenlikle dinleyen, tartışan, gülümseyen güzel kadınlara ilgi duyar ve onlardan sözetmeyi severdi. Çapa’da bir hayli güzel kadın vardı. Hovarda değildi ama kadınlara duygularını açma konusunda hiçbir çekincesi de yoktu. B

u konuda beni Tİ’ye alırdı. Ben kadınlara aşk teklifinde bulunma cesaretini gösteren bir insan değildim. Birinin nasıl olsa bir gün bana aşk teklifinde bulunacağını düşünür, kendime çeki düzen verir, müstakbel sevgiliyi dikkatli bir gözlem duygusuyla bekler dururdum. Bu efendice bekleme taktiğimi anımsamasından mıdır, nedendir bilemiyorum, İbo beni her gördüğünde, “garp cephesinde yeni bir durum var mı?” diye gülümserdi. “Bana kalırsa sen uzun yıllar bekleyeceksin,” derdi.

“Ve bir gün, isabetsiz birisi sana aşk teklif edecek; uzun yıllar beklemenin verdiği aşağılık psikozuyla sen bu teklifi kabul edeceksin; hayat bu birlikteliği garipsediği için de mutlu olamayacaksın.” Düşündüm. İhtimalleri ve olanakları yokladım. Hâkim olduğum zaman dilimi sislendi; ardışıklık, zamanı yuttu; ebedilik, sürekliliği yuttu; eşzamanlılık, mekanı yuttu; bekleyişim beni yuttu, hayat taşlaşmış gibi oldu birden.

İbo’nun bunu söylediği yıl içinde, kendime çeki düze verip, Ankara’dan gelen güzel kıza aşk teklif ettim. Red cevabı alınca terledim, İbo’ya kızdım ve eski teorime iyice sarıldım. Aynı yıl Çapa’nın güzel kızlarından birinin bana yaklaşıp, munis ve içli bir sesle, “Çok açım, param yok, bana yemek ısmarlar mısın?” demesi, iklimimi değiştirdi. Hiç gereği yokken hemen ayakkabılarımı boyadım, giymeye kıyamadığım mavi mintanımı giydim, yastıktan paralarımı çıkardım, söğüt ağacının altında beklemeye başladım. Arzumun geçmişinde biriken, bastırılan sorunlar kuş cıltılarına dönüşmüş, güneş büyümüş, İbo’nun teorisi ise çökmüştü. Az sonra müstakbel sevgili, bir arkadaşıyla beraber yatakhaneden çıkıp geldi.

Bunları alıp, Nuri Sesigüzel’in sürekli uğradığı, Laleli’deki Urfalı Bozan’ın lokantasına götürdüm. Kızlar, şaşırtıcı bir özveriyle ezo gelin çorbasından şiş kebap ve baklavaya uzanan süreci tamamladılar. Dişlerini kürdanlayıp teşekkür ettiler. Durum belirsizleşmişti.

Birkaç gün yatağa sırtüstü uzanıp, sağ ayağımın başparmağını ilginç hayaller eşliğinde izledikten sonra hikâyemi tüm ayrıntılarıyla İbo’ya anlattım. G

ülümseyişini güçlükle gizledi. “Kızın içinde bulunduğu ruh halini, ilişkilerini, dünyasını, kızı kuşatan, meşgul eden şartları anlamadan çözümlemeden boşuna hayale kapılıyorsun,” dedi. “Kızın yemek ısmarlanmasına dair teklifini de köyünüzün müezzini gibi yorumluyorsun. Lokantaya ne ödedin?” Masrafı söyleyince avucunu alnına bastırdı. “Yazık,” dedi. “0 parayla en az sekiz dergi alırdık. Bir ekmek ve birer ömür yoğurdu ile doyurabilirdin onları pekâlâ.”

 

Nereden başlamalıydık?

Akıl ve irade gerilimi, yani okul hayatı uzun sürmedi. 1967de Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun Çapa Yüksek Öğretmen Okulu kolunu kurduğumuz ve bir bildiri yayınladığımız için okuldan atıldık. Öğrenci hareketleri, toprak ve fabrika işgalleri derken, 12 Mart Askeri Darbesi gelip çattı. Darbeyi izleyen günler içinde Kürdistan’a geçtik.

Silahlı mücadelenin şartları açısından en elverişli bölgeydi bizim için Kürdistan. İyi güzel de Kürdistan zincirinin zayıf halkası neresiydi? Doğru çıkarıma veya karara zorlanan akıl, üç bölgeyi işaret ediyordu: Malatya, Dersim ve Urfa. Düşüncenin uyuklayan dehası, bölgeleri, işlikleri, kenar mahalleleri, köyleri gezmeye başlayınca uyandı; dikkatini kıprdayan şeylere, kanayan yaralara, acılara, şikâyetlere yöneltti, bütünsellik ve kurtuluş duygusuyla planlar yapmaya başladı. Bölgede iki yakıcı sorun, iki ağır baskı vardı: toprak sorunu ve ulusal sorun, feodal baskı ve milli baskı.

ibooooAğır bir milli baskıya rağmen, milli bilinç Kürdistan’da oldukça zayıftı. Ağalık ve toprak sorunu, baş sorun gibi görünüyordu. İbo’yla birlikte, meseleye toprak sorunundan başlayıp, yoksul köylülerin desteğini almak, geniş cephe politikasıyla milli baskıya karşı yönelmek, giderek tüm Kürdistan’ın desteğini kazanmak anlayışını uygulamaya karar verdik. Ben ağalığın ve eşkıyalığın capacanlı olduğu Siverek’e, İbo ise Kürecik’e yerleşti.

Siverek’e, yoksul köylülerle ilişkiye geçme kararlılığıyla girdim ama ağır feodal baskıdan ve takipten dolayı köylere giremedim. Babası Şeyh Sait İsyanı’nda asılmış iki köy sahibi bir hanım ağanın, “benim köyümde kalabilir,” dediğini öğrenince, kendisiyle buluştum. Bana, “bak oğlum, ben sosyalist değilim,” dedi. “ama ben de senin gibi devlet baskısı altındayım. Bu bakımdan seni duyunca, boynunda yaftasıyla urgan altında bekleyen babamı anımsadım ve anlamaya çalıştım seni.”

Hanım ağanın köyünde bir ay kaldım, yoksul marabaların durumunu içim parçalanarak yakından inceledim ve bir tahlil yazısı kaleme alıp, o zaman illegal çıkan Şafak dergisine gönderdim. Yazı yayınlandı.Daha sonra yazıyı, tüm Siverek’i kapsayacak şekilde genişlettim. İbo Siverek’e geldiğinde verdim, yazıyı okudu. Kürdistan’da milli baskının hangi sınıf ve kategorilere yöneldiğini ve Kürt isyanlarını konuştuk.

Geniş cephe politikası izlersek, küçük toprak ağalarının desteğini alabileceğimizi söyledim. İbo, karşı çıkmadı; milli baskının sadece Kürt halkına değil, Kürt burjuva ve toprak ağalarına da yöneldiğini, hatta milli baskının esas muhataplarının onlar olduğunu ileri sürdü.

Siverek’te bir yıl içinde, Mehmet Uzun’un da dahil olduğu yirmi kişilik bir kadro ve sempatizan hareketi haline geldik. Pratik faaliyetlerimizi yakından izleyen Amed sıkıyönetim komutanlığı, ani bir kararla Siverek’i asker ve polisle işgal edip tutuklamalara girişince güçlerimizi büyük ölçüde kaybettik.

Sıkıyönetim beni her yerde harıl harıl aradığı için Dersim’e geldim. İbo ile artık aynı bölgede, Dersim’de birlikte çalışacaktık. Kazalara, köylere ilişkin bilgi topluyor, yoğun bir şekilde okuyor, notlar alıyordu. Dersim zincirinin zayıf halkası neresiydi? Nereden başlamalıydık?

İbo, bölgenin yakın tarihinde ciddi bir kırımın ve derin bir asimilasyonun gerçekleştiğini, toprak ağalığının bulunmadığını ve bundan dolayı baş çelişkinin devletle Dersim halkı arasında olduğunu söylüyordu.

Dersim’in tarihine dair hiçbir yazılı belge bulamamıştı. “Köylerde çalışırken yapmamız gereken en önemli işlerden birisinin de çeşitli mıntıkalarda yaşlıların dinlenilmesi, notlar alınması ve Dersim’in yakın tarihine dair bir raporun hazırlanması olmalıdır,” diyordu. İzlenecek siyasetin, yürünecek yolun bilinmesini, halkın mevcut durumunun ve tarihinin bilinmesine bağlıyordu.

Cebimiz delikti ve silahsızdık. Beş altı liselinin dışında hiçbir kitle desteğimiz yoktu. Dağ mahallesinde, toprak damlı, tek odalı bir eve sığınmıştık. Gece gündüz yağan kar, her tarafı kapatmıştı.

Yazdan kalma domates kasalarını ve liselilerin cami avlusundan çalıp getirdikleri odunları idareli bir şekilde yakarak ısınıyorduk. Bölgeye ilşkin akıl yürütmelerin, tartışmaların, okumaların sonu gelmiyordu.

Moralimiz yüksekti. Sevinçliydik. Karlar erimeye başladığında, köylere açılacak, yeni simalarla tanışacak ve onlarla birlikte yüce dağlara çıkıp oralara yuvalanacaktık.

*13 Mayıs 2014/Muzaffer Oruçoğlu

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu