Yorum

CHAVEZ; Parlayan herşey altın değildir!

Bolivarcı Venezüella devlet başkanı Hugo Chavez (Hugo Rafael Chávez Frías) yakalandığı kanser hastalığı sonrasında 6 Mart günü yaşamını yitirdi. Milyonlarca Venezüellalının katıldığı bir cenaze töreni ile toprağa verilen Chavez son günlerin en popüler gündemi olmayı başardı. Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya Asya’dan Avrupa’ya dünyanın dört bir yanında Chavez ve icraatları tartışıldı. Putin’in, “sıradışı ve güçlü bir insandı”, BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un “O yarım kürede, bir yandan diğer milletlere karşı güçlü bir duruş sergiledi”, Beşşar Esad’ın “Yoldaş Chavez’in vefatı dünyanın bütün hür insanları için büyük bir kayıp”, Ahmedinejad’ın “Venezüella halkı cesur ve yiğit bir evladını, dünya bilge ve devrimci bir lideri kaybetti” dediği ve ulusal yas ilan ettiği Chavez’e kuşkusuz en büyük sevgi gösterisi Latin Amerika devletlerinden geldi. Ülkemizde de Chavez’e yoğun bir ilgi ve sempati vardı. ESP, “Chavez emperyalizme karşı halkların sıkılı yumruklarında yaşayacaktır” derken, TKP “ilerici insanlığın başı sağolsun”, BDP “Chavez, Latin Amerika halklarının sömürgecilik, kapitalizm ve emperyalizme karşı bağımsızlıklarını kazanma yolunda lider oldu”, CHP ise “Sosyalist ve sosyal demokrat dünya önemli bir sesini kaybetti” sözleriyle Chavez’i andı. Chavez’in, devrimci, yurtsever ve ilerici güçlerden; karşı devrimci, faşist partilere, emperyalistler ve onların işbirlikçi uşaklarına kadar çok geniş bir yelpaze tarafından çekici olması ilginç değil mi? Sınıf çıkarları birbirinden bu kadar uzak güçlerin Chavez ilgisinin nedeni neydi? Bu soruların yanıtına geçmeden önce Chavez’in yaşam öyküsüne kısaca göz atmakta fayda var. Bir Kahraman Doğuyor! Yoksul öğretmen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Chavez, askeri okula girdi. Simon Bolivar, Salvador Allende, Fidel Castro ve Che Guevara’nın fikirlerinden “etkilendi”, Simon Bolivar’ın 200’üncü doğum yılı olan 1983’te Bolivarcı Devrimci Hareketi’ni (MBR 200) kurdu. 1992’de dönemin Devlet Başkanı Carlos Andres Perez’e karşı bir darbe girişiminde bulundu ancak başarılı olamadı, yakalanarak hapse atıldı. Afla serbest bırakıldıktan sonra, Beşinci Cumhuriyet Hareketi isimli partiyi kurdu. 1998 yılındaki devlet başkanlığı seçimlerini yüzde 56 oy oranıyla kazandı. 2000 yılındaki erken seçimlerde yeniden seçilen Chavez, 2002 yılında ordunun gerçekleştirdiği bir darbe sonucu 2 günlüğüne görevden alındı. Taraftarlarının darbeye karşı sokaklara çıkması üzerine iki günlük aradan sonra yeniden yönetimi eline alan Hugo Chavez, 2006 ve 2012 yılındaki seçimlerde galip gelmeyi başardı. Chavez’in hemen her yerde karşılabileceğiniz kısa öyküsü bu şekilde. Ancak bu başarı öyküsünün tam olarak anlamak için resmin bütününe bakmak gerekiyor. 1989’da IMF danışmanlarından John Williamson tarafından hazırlanan 10 maddelik bir ekonomik program, büyük dış borç yükü altına giren ülkelerin “izlemesi gereken reformları” içeriyordu. Mali disiplin sağlanması, bütçe açığının dizginlenmesi, kamu harcamalarının kısılması, faiz oranlarının piyasa tarafından belirlenmesi, rekabetçi döviz kuruna geçilmesi, devlet işletmelerinin özelleştirilmesi vb. “reform”ların yapılması gibi düzenlemeleri öngören Washington Konsensüsü’nü Latin Amerika’da uygulayan ilk ülkelerden biri Venezüela oldu. Bu emperyalist politikalar, Carlos Andrés Pérez tarafından “şok terapi” yoluyla yürürlüğe sokuldu. Halk, başkent Karakas’ta toplu ulaşım araçlarına yüzde 30’dan yüzde 100’e kadar yapılan zamları protesto etti. Finansal krizle birlikte, işsizlik ve gelir dağılımındaki eşitsizlikler hızla arttı.1989’da Venezüella’nın en fakir yüzde 20’lik kesimi, milli gelirin 4,8’ine sahipken, en zengin yüzde 20’lik kesim yüzde 49,5’lik milli geliri elinde tutmaktaydı. Bu protestolar “El Caracazo” olarak anılan büyük bir ayaklanmaya dönüştü. Devletin ayaklanmaya yanıtı ise vahşiceydi; Chavez’in hizmet ettiği ordu, polisle birlikte iki binin üzerinde insanı katletti.

Gerçekte Chavez’i bir ulusal kahraman haline dönüştüren toplumsal dinamikler bunlardı. Chavez, Venezüella halkının isyan selinin üzerinde sörf yapmıştı. Onların özlemlerini ve taleplerini dillendirmişti. Ne var ki “iktidarı” onlar adına bir asker darbesiyle ele geçirmeye çalıştı. Halkın Chavez’e olan bu ilgisini gören Venezüella hakim sınıfları onu bir kurtarıcı olarak piyasaya sürdü, bir kahramana dönüştürdü. Seçimleri kazandığında ülkenin yüzde 80’i yoksulluk sınırının altındaydı. Bunun beşte biri en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyordu. Ekilebilir arazilerin dörtte üçü, nüfusun yüzde beşten az bir kesiminin elindeydi. Chavez Venezüella’nın anti-demokratik yasalarına dokunmadı, ifade özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmadı. “Sosyalist” Chavez elinde tuttuğu kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini kullanarak 2001 yılında 49 yasayı meclisten geçirdi. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi Chavez döneminde de sürdü. Ne ki Chavez, gelişen bu mücadeleyi sistemin onarılması, buradan adım adım sosyalizmin inşa edilmesi yalanlarıyla sürekli düzen içine çekti. 2002 yılında yaşanan ise ABD’nin Irak işgaliyle tüm dünyada gelişen anti-Amerikancılık söylemine Venezüella’da “ayar” vermesiydi. Zira, Chavez, Rus ve Çin emperyalistleriylede flört ediyordu. 21. Yüzyıl Sosyalizmi Chavez, “yumuşak denge” adını verdiği bir politika izledi. Bir yandan emperyalistlerle işbirliği yaparken öte yandan sol, sosyalist söylemleri kullanmaktan geri durmadı. “Misyon” adını verdiği sosyal projeler, toplumsal refomlar eğitimden sağlığa hemen her alanda yaşama geçirildi. Chavez, “21. yüzyıl sosyalizmi” adı altında barınma, okul ve sağlık harcamalarını artırdı. Kamyonlarla yoksul bölgelere yiyeceklerin dağıtılmasını sağladı, bu amaçla kooperatifler kurdu. Emekçilerin gelirlerini göreceli olarak artırdı. Yaşanan, yoksulluğun ortadan kaldırılması değil onun kabul edilebilir bir düzeye çekilmesiydi. En kötüsü de bunun sosyalizm adına yapılmasıydı. İşte ülkemizde dahil dünyanın dört bir yanında devrimci ve ilerici güçlerin Chavez’e olan yoğun sempatilerinin gerçek nedeni de buydu. Onu “halkçı”, “devrimci” yapan uyguladığı bu politikalardı. Oysa Chavez sınıflar arasında bir denge kurmaya çalışıyordu. Venezüella hakim sınıfları, petrol rafinelerinin millileştirilmesini üretim araçlarının toplumsal mülkiyetinin yerine ikame etti. “Chavez.. Karakas’ın elektrik sistemini özelleştirdi. ABD petrol şirketleri engellenmedi sadece ufak bir petrol vergisi ödemek zorunda kaldılar… Hiçbir özel mülke el konulmadı; karşılığı nakit olarak ödenen bazı kullanılmayan topraklar hariç. Bu Latin Amerika’nın bugüne dek gördüğü en muhafazakar toprak reformudur…” (James Petras/Latin Amerika ve Emperyalizm sayfa 232) Venezüella’da sosyalizm, işçi sınıfı partisi olmadan, yığınlar egemen sınıflara karşı örgütlenmeden ve iktidarı “zor”la ele geçirmeden “kolayca” geldi. Chavez’in yaptığı, patlamak üzere olan halkın öfkesini ve enerjisini düzen içine akıtmaktan öte bir şey değildi. Chavez, yoksullara ekmek, su ve eğitim verdi ama iktidarı onlardan özenle sakındı. Emperyalistlerle sıkı ilişkiler geliştiren Chavez, anti-Amerikancı popülist çıkışlarıyla Venezüella halkının ABD’ye olan öfkesini de benzer biçimde arkasına almaya aldı. Anti-Amerikancı Chavez “21. yüzyıl sosyalizmi”ni kuran Venezüella hakim sınıfları her nedense her fırsatta öfke kustuğu ABD ile ekonomik ilişkileri konusunda son derece ılımlıydı. Venezüella 2010’da ham petrol ihracatının yüzde 43’ünü ABD’ye yaptı. İhracatta geçmişe oranla bir düşüş yaşanmış olsa da bu ABD’nin rakip emperyalistler karşısındaki gerilemesinden kaynaklanıyordu. Venezüella, ABD’nin dördüncü büyük petrol ihracatçısıyken, ABD Venezüela’nın sadece petrolde değil genel olarak ticarette en büyük ortağı konumunda. Venezüela ithalatında ABD’nin payı ise yüzde

70’ten fazladır. Venezüela sadece ABD pazarına değil, kendi petrol sanayine yatırım yapan özel şirketlere de bağımlıdır. Venezüella petrol sanayinde teknolojik altyapı büyük oranda ABD’li petrol şirketler tarafından yapılmaktadır. Amerikan karşıtlığını Bush politiklarına indirgeyen Chavez’in Obama’yla samimiyeti sorulduğunda sarf ettiği “kendisine şeytan demek için bir nedenimiz yok ve bu konuda doğru düşündüğümü umuyorum“ (CNNTürk, Eylül 2009) sözleri şaşırtıcı olmamalı. Obama’nın başkanlık yarışı sırasındaki rakibi Romley’in Obama’yı, Chavez’i tehdit olarak görmemekle suçladığını da hatırlatmalı. Chavez kuşkusuz yalnızca ABD ile değil İran’dan Çin’e Rusya’dan Suriye’ye kadar birçok devletle de ekonomik ilişkiler içindeydi. Chavez’in Amerikan karşıtlığının derecesini belirleyen etkenlerden biri de emperyalistler arasındaki çıkar çatışmasıydı. Onun bu çıkışları kimi devrimci ve ilerici güçler tarafıdan anti-emperyalist ilan edilmesi için yeterli oldu. Oysa Chavez örneğin Bush’un Irak işgaline muhalefet ederken Ahmedinejad ya da Esad’ın katliamlarına sesini çıkarmıyordu. Chavez’in yaptığı bir emperyaliste karşı diğer bir emperyalistin yanında saf tutmaktı! “Düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışı burjuva/küçük burjuva sınıf bakış açısınınve Marksizm’in kavranışında yaşanan problemlerin bir sonucudur. Proleterya, emperyalistler arasında bir tercihte bulunmak zorunda değildir. O kendisiyle birlikte tüm diğer sınıfları alaşağı edecek ve sosyalizmin kuruluşuna önderlik edecek yegane güçtür. Chavez, Venezüella hakim sınıflarının sol, sosyalist maske taktığı, popülist söylemlerle halkın sosyalizme duyduğu özlemi sömüren bir politik aktördü. Ve Venezüella halkının yoksulluğunun kaynağı sömürü düzeninin restore ederek bu çarkın sürekliliğini sağlıyordu.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu