Makaleler

“Dinamik dayanıklılık” mı emperyalistlerin büyüyen korkuları mı?

Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen Davos Zirvesi (Dünya Ekonomik Forumu), burjuva-feodal “basınımızca” büyük bir sessizlikle geçiştirildi. Geçmiş dönemdeki zirvelerle karşılaştırdığımızda bu sessizlik bir yönüyle “garipken” öte yandan sessizlikle geçiştirme konusunda yalnız da değiller. Şimdiye kadar büyük umutlar beslenen Davos zirveleri geldiğimiz aşamada, burjuva ekonomistler ve emperyalist medya gruplarınca (Wall street Journal, Financial Times, The Ekonomist gibi) bile sahiplenilmiyor.

Davos’taki ekonomik forumun ana başlığını “dinamik dayanıklılık” oluşturuyor. Peki, bu kavram ne anlatıyor?

Dikkat edilirse, bu kavram dayanıklılık içeren negatif ya da savunmacı bir kavram… Elbette mali krizin aldığı boyut, emperyalistleri, krizin çözümü noktasında “savunmacı” bir pozisyona itiyor. Yanlış anlaşılmasın, buradaki “savunma” vurgumuz, emperyalistlerin krizlerin derinleşmesine paralel saldırganlıkların artacağı gerçeğinin reddi üzerine kurulu değildir. Elbette emperyalizm doğası gereği, kriz içerisinde debelenirken, dünya halklarına ve ezilen uluslara yönelik saldırganlıklarını artırır. Ancak buradaki “savunma” vurgumuz kapitalizmin vebası kriz ortamında çaresizleşen emperyalistlerin, krizden çıkışın formülünün bir türlü bulunamamasına paralel, arayışlarının devam ettiğini gösteriyor. Bu anlamda var olan durum karşısında sistemlerinin bir dayanıklılık testinden geçtiğinin farkında olan emperyalistler, gerçekleştirdiği her türlü hamleye karşın (ki burası işin dinamik kısmını oluşturuyor), hala ayakta olduklarını vurguluyorlar. Bu duruma da şimdilik ibaresini ekleyerek, esas dikkat çekmek istediğimiz nokta, emperyalistlerin hala ayakta olduklarını vurgulama ihtiyacı hissetmeleridir.

Öyle ya ülkemizde nüfusun önemli bir kısmı, “kapitalist sistemin tarihin getirdiği en iyi sistem” propagandalarının her yerde gözümüze sokulduğu bir ortamda büyüdüğünü düşündüğümüzde “ayaktayız” vurgusu emperyalistlerin korkularının utangaçça ifadesinden başka bir anlama gelmiyor.

Zirvenin gündem maddeleri arasına gelir dağılımının bozulmasının girmesi de ilginç bir ayrıntıyı oluşturuyor. Uzun bir zamandır, dünyada böylesi bir durum yokmuşçasına mevcut yaklaşımlarını terk etmiş durumdadırlar. Ancak bu durumun olumlu olduğu izlenimine kapılmamamız gerekiyor. Bu sistemin ezilen ulus ve halklara iyi bir gelecek vb. verme yeteneğinin olmadığını tarihsel deneyimlerimizden biliyoruz.

Geldiğimiz aşamada gelir dağılımının bozulması sadece emperyalistler ile uşakları arasındaki ganimet paylaşımında efendilerinin lehine olmakla kalmıyor, emperyalist devletler de dahil, bütün dünyada halkların daha da yoksullaşmasına yol açıyor. ABD’de neo-liberal politikaların yaşam bulduğu zaman diliminden günümüze en zengin yüzde 1’in gelirinin ikiye katlanarak toplam gelirin yüzde 25’ine denk gelmesi sistemin çürümüşlüğünün açık bir göstergesi. Bu durumun ABD’ye özgü bir durum olmadığını, bütün ülkelerde benzer bir durum olduğunu göz önüne aldığımızda egemenlerce tehlike çanlarının ve aralarındaki dalaşın ne kadar şiddetlenmekte olduğunu da görürüz.

Krizin şiddetlenmesine paralel, emperyalist ülkeler rezervlerini dolar yerine altınla değiştirme eğilimindeler. Almanya’nın ABD ve Fransa’da tuttuğu altın rezervlerini kademeli bir şekilde geri çekmesi, bu iki ülkenin de altın arayışını hızlandırmasıyla sonuçlanacak. ABD, Almanya gibi ülkelerin rezervlerindeki altın oranı yüzde 70’ler düzeyindeyken, Rusya’da bu oran yüzde 0, Çin’de ise yüzde 2 civarındadır.

Altın madeni açısından zengin olan Afrika’da Çin’in her yerde görünür olması ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı Kerry’nin ifadesiyle “Çin’le ABD’nin Afrika’da etki alanı oluşturma yarışında” (Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet, 04.02.13) olması çelişkilerin ilerleyen dönemlerde nasıl bir hal alacağını da göstermektedir.

Tam da bu dönemlerde Fransa’nın Mali’ye işgalinin gerçekleşmesini ve kendi ifadeleriyle uzun bir dönemi kapsayacak olmasını bu gözle de okumakta fayda var.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu