GüncelMakaleler

DÜNYA | Moria’yı Kim Yaktı?!

"Kısaca açıklamaya çalıştığımız gibi Moria’yı emperyalist kapitalist sistem yaktı. Moria’yı bu devletlere uşaklık eden devletler yaktı. Moria’yı mültecilere karşı silaha dönen burjuva demokrasisi özgülünde namı diğer Avrupa demokrasisi yaktı!"

AB’nin en büyük mülteci kampı olan Moria, 9 Eylül tarihinde çıkan bir yangınla dünyanın gözü önünde adeta küle döndü. Yunanistan’ın Midilli Adası’nda bulunan kampta daha önce de küçük çaplı yangınlar çıkmış ancak erken müdahalelerle bu seferki kadar ciddi bir soruna yol açmadan kontrol altına alınmıştı.

Son yangınla büyük bir trajedi de gözler önüne serildi. Yangın ve sonrasındaki gelişmeler dünya basınında daha doğrusu burjuva medyada sadece Moria özgülünde daha öncekiler gibi “sadece bir yangın” olarak yer edindi. Tabi ki göçmen kurumlarının yardım ve yardım çağrılarını görmezden gelmemeliyiz.

Asıl mesele de burada aslında. Yaşanan toplumsal olaylara, vahşete ve trajik durumlara yaklaşımın bir “hayır-yardım-destek” demagojisi üzerinden propaganda veya lense edilmesi. Örneğin bebeğiyle sokakta ağlayan mülteci bir anneyi manşetlerde ya da ekranlarda görürüz ve asıl suçlular, hiçbir suçları yokmuş gibi yazarlar-yazdırırlar ve kırıntı niyetine yaptıklarını da basınlarında “hayırseverlik” manşetleriyle işlerler. Oh ne ala, aslında suçsuz günahsızlar(!) yine günah çıkartmış olurlar ve bir dahaki vahşete kadar ortalık yine sessizleşir.

 

Mülteci, göçmen veya sığınmacı…

Emperyalist kapitalistler milyonlarca insanı sömürmekte, savaşlarla katliamlara yol açmaktadır. Bu katliamlardan canını kurtaran sürgün hikayelerinin kahramanlarına mülteci, sığınmacı veya göçmen deniliyor. Son 20 yıldır günbegün sayıları katlanarak artan mülteci, göçmen veya sığınmacılar; emperyalist kapitalist sistemin büyük sorunlarından biri olma niteliğini gözler önüne sermektedir. Yani olgunun kaynağı olan sistem; öteki yaşamlar üzerinden yeni vahşetlerin yaşanmasına da imza atmaktadır.

Şöyle ki; Haziran 2020’de Birleşmiş Milletler Mülteci Ajansı’nın sunduğu BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) verilerine göre, dünya genelinde savaş, çatışma, şiddet, insan hakları ihlali ve yoksulluk nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalarak başka coğrafyalara göç eden insan sayısı 79.5 milyona ulaştı. Ve resmi rakamlara göre bunların yaklaşık yarısı 18 yaşın altında yani çocuk.

Dünyada toplam 26 milyon mülteci var. Aynı verilere göre, dünyada her gün 37 bin kişi evini terk etmek zorunda kalıyor. Ki sınır yollarında, deniz, okyanus vb. sularda son nefeslerini veren ve rakam olarak dahi isimleri geçmeyenlerden çoğu kişi bihaber.

“Batı”nın iki kapı bekçisi’

Yunanistan ve Türkiye’nin Avrupa geçişi olma sebebiyle en yoğun mülteci noktaları olduğu ve bu devletlerin, AB başta olmak üzere çeşitli devletlerden göçmenler için ekonomik destek vb. aldıkları, bu bekçiliklerini bir koz veya tehdit olarak diğer devletlerle olan iç ve dış politika uyuşmazlıklarında kullandıkları da gözler önündedir.

TC, bu noktada ayrı bir “destan yazarak” kredisini tüketen bir sürece evrildi. TC’nin iç ve dış politikada kaybettiği prestijle beraber bu kozunu fazlaca tüketmesi, Yunanistan için bekçilik görevinin doğurduğu sorumlulukları daha da artırdı denilebilir. Bu noktada her iki devletin aldıkları desteği kendi krizlerini atlatmak için önemli bir birikim olarak kullandığını, her sıkıştıklarında bu temelde çağrılar yaptıklarını da biliyoruz.

Mülteci yaşamlarını idareci ve görmezden gelen bir politikayla ele alan bu devletlerin sokaklarında yaşayan mültecilerin statülerinden yaşam alanlarına, ucuz iş gücü olarak çalıştırılmalarından ötekileştirilen ırkçı politikalarına ve sürekli saldırı hedefinde olmalarına kadar bir dizi olay “Avrupa Demokrasisi” masalıyla örtülmeye çalışılmaktadır. Mültecilere yönelik her türlü baskıya, saldırıya, şiddete, ötekileştirmeye destek veren bu yaklaşımı özellikle sınırlardan ve mülteci kamplarından okuyabiliriz.

“Avrupa kapısını bekleme sorumluluğu” ile görevi daha da artan Yunanistan’da merkez sağ partisi Yeni Demokrasi, iktidara ilk geldiği günden itibaren mültecilerin yaşam alanlarını daraltma temelli bir politikaya yoğunlaştı. AB destekli attığı her adımla mültecileri geri göndermekten baskı altına almaya, şiddetten tutuklamalara vardırdı.

Sınır hatlarında işlediği illegal suçlardan (gasp, illegal geri atma, işkence, psikolojik baskı vb.) mülteci haklarına yapılan yasal saldırılara kadar birçok saldırıya imza atan Yeni Demokrasi hükümeti, binlerce mülteciyi evsiz bırakarak sokaklara attı. Ve tabi ki Covid-19 pandemisinin de bütün faturasını mültecilere kesmeyi ihmal etmedi. Bu yönelimle her gün sokaklarda veya kamplarda birçok sorun ve saldırıyla yüz yüze kalan mültecilere zindan olan bir Yunanistan gerçeğini gördük ve yaşadık.

Böyle bir tablo içinde “Moria Kampı niye yandı? Kim yaktı?” soruları hem basında hem de sokakta cevaplanması gereken önemli bir hadiseye dönüştü. Bu geçmeden biraz Moria ve oradaki gelişmeleri aktaralım…

Yunanistan’daki birçok kamp gibi Moria Kampı da iltica süreci boyunca insanların tutulduğu bir iltica merkezi olarak da kullanılmaktadır. Özellikle adalarda bulunan kampların bu mantıkla çalışması, aslında devletin istediği süre boyunca insanları hapsetmesi anlamına gelmektedir. Kara kamplarında dışarıyla temas tamamıyla kapalı iken ada kamplarında ise ada dışına çıkış tamamen yasaktır.

Bu süreç, aylar hatta yılları bulmaktadır. 2015’te eski askeri bir alana sığınmacı merkezi olarak kurulan Moria Kampı, devamında 2016 Mart ayında Türkiye ve AB arasında imzalanan mülteci anlaşmasıyla bir iltica merkezi haline getirilmiştir.

Yangınla küle dönen Moria’nın kapasitesi 2.800 kişilikti. Ama Moria’da 13.000’e yakın mülteci “yaşıyor”du. Temizlikten gıdaya, sosyal ortamdan sağlığa ve eğitime ve de temiz suya kadar hiçbir temel yaşam ihtiyacının karşılanmadığı Moria kamp koşullarına bütün AB ülkeleri hakimdir. Covid-19 salgını ile tamamıyla izole edilen mülteciler, bugün hala bu izolasyonu yaşamaktadır.

Yangın esnasında ve devamında Moria Kampı’na ilk müdahaleyi polis biber gazı ve copla yaptı. Hükümetin adaya ilk müdahalesi çevik kuvvet polisleri eşliğinde TOMA göndermek oldu. Yollarda ve mezarlıklarda günlerce aç, susuz yatıp kalkan mültecilerin çığlıklarına Avrupa Birliği sadece 400 tane refakatsiz mülteciyi kabul edeceklerini bir lütuf olarak bildirerek “yanıt oldu.”

Gelinen aşamada daha kötü koşullarda ve başka bir yere kurulan bir çadır kamp projesiyle AB gerçekliğine bir kez daha tanıklık ettik. Polis zoruyla bu kamplara yerleştirilen mültecilere yine biber gazı ve cop eşlik etti.

Son söz; Kim Yaktı?

Kısaca açıklamaya çalıştığımız gibi Moria’yı emperyalist kapitalist sistem yaktı. Moria’yı bu devletlere uşaklık eden devletler yaktı. Moria’yı mültecilere karşı silaha dönen burjuva demokrasisi özgülünde namı diğer Avrupa demokrasisi yaktı!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu