Yorum

Durağanlığın ve yönsüzlüğün bir tezahürü: Dogmatik “İlkecilik”-2

Soyut ilkelerden söz edildiğinde dair en belirgin yansıma, üzerinde durulan konuya yeni bir içeriğin getirilmemiş olmasından anlaşılmaktadır. Çünkü dogmatik düşünce tarzında politik gelişmelere-dinamiklere ya da önceliklere ağırlık veren siyasal perspektiflerin konuşulduğu, tartışıldığı veya bu içerikte etkin bir yaklaşımın esas alındığına pek tanıklık edilemez. Aksine, olgunlaşmış politik dinamikleri mevcut kalıplara uydurmaya ya da onunla açıklamaya özen gösterir. Oysa politik-pratik esneklik, inisiyatif ve yönelim, devrimci ruhun esas unsurlarıdır. Verili koşullarda doğru yerde ve zamanda en etkin biçimde konumlanabilmek için gerçeğin ateşinde yanmak gerekmektedir. Aksi durumda durağanlık, yönsüzlük, belirsizlik ve ruhsuzluk hakim hale gelir ki, bu en sarsıcı yıkımlardan biri olur.

İşte bu yüzden ilke kavramından ne anlaşıldığı ya da anlaşılması gerektiği çok önemlidir. Engels Anti-Dühring’de açık bir biçimde şöyle der; “İlkeler, araştırmanın çıkış noktası değil, sonucudur; doğaya ve insanların tarihine uygulanamaz, bundan soyutlanır; doğa ve insan dünyası ilkelere uymaz, ilkeler ancak doğa ve tarihe uydukları ölçüde doğrudur.” 

Dogmatik düşünce tarzında her şey tepetaklaktır. İlkeye yaklaşım konusunda Engels’in işaret etmiş olduğu bütün yanlış eşikler, dogmatik zihin dünyasının referans noktaları haline gelir. “İlke” olarak başlar her şeye. Önce “ilke” vardır ve konuşulacak konunun içeriği de bu “ilke”ye göre şekillenmek zorundadır. Çünkü, olgular ya da şeyler, ilkeye uydurulmadan ya da onunla açıklanmadan kavranılamaz. Basmakalıp araştırmalarını yeniden hakim hale getirmek dışında bir bakışa sahip değildir. Bırakalım araştırmaya yönelmeyi, araştırmaları da kendi kalıplarına uydurmak gibi özgün bir beceriye sahiptir. Araştırma-inceleme-tahlil gibi kavramlardan uzak olduğundan karşısına konulana da tahammülsüzdür. Ekonomik sosyal araştırmalara dair yeni bilgiler, veriler ve bunlara dayanan fikirler kısık sesle dillendirildiğinde en amansız ve sekter ve tonla tez elden bastırılır, susturulur ve mahkum edilir. Tabii tüm çığırtkanlığında yine “ilkeler” manzumesi hakimdir. Başka türlü de yapamaz. Bir tek amaca odaklanmıştır, tabulaştırdığı kalıpları “ilke” söylemi adı altında şaşmaz doğrular olarak sunmak…

Yeniden Engels’e dönüldüğünde “ilkeler, araştırmanın çıkış noktası değil, sonucudur” demektedir. Dogmatik zihniyet dünyası ise bunu tam tersinden anlar ve anladığı gibi de hayata geçirir. Böylece araştırma ya da tahlil amaçlı atılacak adımlar başından itibaren kötürümleştirilir. İncelenecek şeye başından itibaren kendi doğrusunu yeniden teyit ekmek gibi idealist tutumla yaklaşır. Yani önyargısal koşullandırmayla kendini bir kez daha doğrulatma dışında bir arayışa ya da beklentiye sahip değildir.

Devamında “ilkesel kalıpların” ne kadar doğru olduğunu göstermek için gerçekleri eğip bükerek ya da çarpıtarak ilkelere uydurmada akıl almaz cüretkarlıklara girişir. Tepetaklak haline aldırış etmez çünkü öyle olduğunu kesin bir dille reddeder. O yüzden en yüksek sesle ve sekter biçimde bastırma yoluna gider.

Dogmatik düşünüşün “ilkeciliği” bir çeşit dejenerasyondur, ruhsuzlaştırmadır, tasfiyedir ve yıkımdır. Durağanlığı, hareketsizliği, arayışsızlığı dayatır. Yenilenmemeyi, çürümeyi ve belirsizlik içinde yönsüzlüğe mahkumiyetin kapısını açar. Yaşamın gerçeklerine her yönüyle kapalı olmaya sürükler. Siyasal ruhsuzluğun egemen olduğu zemine mecbur bırakır bütün bünyeyi. Zamana ve süreçlere yanıt olamadığını birçok şey gösterir, işaret eder ama görmek istemez. Güç olma kibirliliğine teslim olmuştur ve bu yüzden devrimci içtenlikten ve dürüstlükten de yoksunlaştığını göremez hale gelir. Öz eleştirel tutumla uzaktan yakından alakası olmaz. “Yapamadım”, “başaramadım” diyebilme erdemine sahip değildir. Arayışını yitirmiş bir çaresizliktir aynadaki görünümü ama bunu da göremeyecek kadar zihinsel bir körleşme içindedir.

Yazının başından beri “ilkeler”den bahsederken, araştırma-incelemenin ve pratiğin çıkış noktası olarak alınmaması gerektiğini ifade ederken, ilkesizlikten bahsetmediğimiz açık olmakla birlikte, dogmatiklerin bunu dahi anlayamaması dogmatizmin tipik bir tezahürüdür. Zira onlar, derhal çığlık atmaya başlarlar, “İlkelere saldırı var” diye. Bu noktada ilkelerin, dogmalaşmış düşüncelerle karıştırıldığına dikkat çekmek zorundayız. Açıktır ki, “İlkeler, pratikten çıkarılan ve pratikler tarafından defalarca ispatlanmış tecrübelerin özlüce ifadesidir. Bunlar, ideolojik-politik ve örgütsel alanda olabilir. Bunların hiçbiri dogma olarak ele alınamaz. Bunlar tecrübelerin toplamını oluşturur.” (Partizan/88)

Gerçekler devrimcidir”. Yeter ki gerçeklerin ruhuna dokunabilecek yeni bakış açılarıyla şeylerdeki devrimci dinamizmi soluyacak cüreti kuşanmaktan ve cesareti göstermekten geri durulmasın. Devrimci sorumluluğun düsturu da burada saklıdır. Varsın dogmatik zihniyet kendi söylemleriyle kendini avutadursun… (Bitti

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu