Makaleler

Ecdadı da böyleydi!

Birbiriyle aynı anlayışta iki adayla halk saflarından olan Selahattin Demirtaş arasında geçeceği netleşen Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve bu eksende sürdürülen tartışmalar gündemin önemli bir kısmını işgal ediyor. T. Erdoğan’ın Başbakan sıfatıyla seçimlere giriyor olması, bu gürültü arasında belki de sadece bir detay olarak kaldı. Oysa egemenlerin zihniyetini gözler önüne seriyor olması bakımından önemsiz bir tartışma değildi.

AKP hükümeti üyeleri her zamanki pişkinlikleriye “yasal bir sorun olmadığı” tezine dayanarak, her halükarda eşitsiz bir biçimde sürdürülecek olan “yarışın” daha fazla eşitsizliği de kaldırabileceğini savundu! CHP ve MHP’den gelen itiraz ise iç tutarlılık bakımından sorgulanmadığında doğru görünüyordu. Zira hem CHP hem MHP eşitsizliğin kendi lehlerine de olduğu seçim kanununu pratikte savunmakta bir beis görmediklerinden bu konuda da AKP ile aralarında bir fark yoktu. Bu noktada tutarlı olarak itiraz eden yine HDP idi. Zira hazineden al(ama)dıkları yardımlardan tutalım da kitle çalışmaları sırasında devlet eliyle örgütlenen bir dizi faşist saldırıya kadar hiçbir şekilde eşit olamayan HDP açısından durum yine eski koşulların tekrarıydı. Nitekim S. Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı için Meclis Başkanlığı’na başvuru yapıldığı esnada S. Süreyya Önder, gelen soru üzerine durumu iyi bir şekilde özetledi: (T. Erdoğan’ın Başbakan olduğu halde Cumhurbaşkanlığına adaylığı-bn-) “En az bizim adayımızınki kadar meşrudur, ancak etik değildir.”

Elbette etik değildir. Çünkü T. Erdoğan, devletin, Başbakan olmasından kaynaklı kendisine verdiği olanakları -daha önceki seçimlerde de yaptığı gibi- kendi seçim çalışması için kullanacaktır. Devletin uçakları, helikopterleri emrine amadedir. Günde iki ya da üç farklı yerde miting yapmasının önündeki tek engel “ailesini ihmal etmesi”dir. Adaylığını açıkladığı gün yaptığı propaganda da (babasının danışmanı olarak kayda değer miktarda maaş almakta olan) kızı Sümeyra’nın bıraktığı “baba bir akşam da bize vakit ayır” notunu anlatmıştı ya…

Bu olanaklarla şimdi belki ikisini birden yapabilir! 12 yıllık hükümet oldukları dönemde iş cinayetlerinde binlerce işçinin, kitle gösterilerinde onlarca yurtseverin, demokratın, devrimcinin kanına girenlerin “aile” üzerinden propaganda yapmasının iğrençliğine belki ayrıca değinmek gerekir. Ancak bu sefer biz bu tartışmadan kopmayalım.

İstifa mı etsin?

Kısa süre önce Soma katliamı vesilesiyle, ondan önce Gezi sürecinde, daha evvel Roboski katliamı nedeniyle ve nihayet bugün de seçim çalışmalarında yaşanacak olan haksızlık sebebiyle T. Erdoğan’ın istifası gündemleşmiş oldu. Dışarıdan bakıldığında yukarıda andığımız durumlardan çok daha ufak krizlerde, çok daha kontrol edilebilir durumlarda dahi istifa, özellikle burjuva demokrasilerinde sık olarak karşımıza çıkan bir olgu. Ülkemizde ise sadece feda edilmesinde bir beis görülmeyen kişiler nazarında istifayla karşılaşırız.

Faşizm en alt düzeydeki memurunu bile halka karşı işlediği suçlarda koruma perspektifiyle hareket etmiştir her zaman. Bir de söz konusu olan “büyük başlarsa” ancak daha “büyük başları” kurtarmak için gündeme gelebilir istifa “müessesi” ya da benzer uygulamalar. Yaşadığımız onlarca örnekte bu böyle olmuştur. Bugün de böyle olacaktır. Erdoğan istifa etmeyecek, devletin olanaklarını kendi seçim çalışması için tepe tepe kullanacaktır.

Daha önce nasıl Roboski katliamından sonra “her kürtaj bir Uludere’dir” gibi manasız (ama aynı zamanda farkında olmadan Roboski’yi bir katliam olarak kabullenen) sözler mırıldanmak dışında hiçbir şey yapmadıysa yine öyle olacaktır. Nasıl ki gaz tüfekleriyle çocukları vuran polisleri kahraman ilan etmekte tereddüt etmediyse yine aynı pişkinliği esirgemeyecektir! Soma’da daha fazla kar için katledilen işçilerin arkasından “bu işin fıtratında var” dediği gibi egemenlerin fıtratında da kazanmak için her şeyi mübah görmek olduğunu kanıtlayacaktır bir kez daha. Öyle ya K. Kılıçdaroğlu’nun sıklıkla söylediğinin aksine bu durum ilk defa yaşanmamaktadır.

Biz neleri gördük!!!

Biraz uzağa gidersek Şeyh Sait Ayaklanması’nda ve Zilan’da akıtılan oluk oluk kan, Dersim’de çocuk ve kadınların da dâhil olduğu katliam, 33 Kürt köylüsünün kaçakçılık yapıyor diye kurşuna dizilmesi, 5–6 Eylül’de Rum ve Ermenilerin devlet eliyle linç edilmesi gibi bir dizi olayda farklı kliklerin temsilcilerinin bırak istifayı akıllarından bile bunun geçmediği bir siyasal gelenek söz konusudur.

23-25 Aralık 1978 tarihleri Maraş Katliamı olarak tarihe geçen günler. Resmi rakamlara göre katledilen insanların sayısı 111, 1000’in üstünde insan yaralanmış, 800’den fazla ev ve işyeri yakılmış, çeşitli şekillerde tahrip edilmiş. Dönemin Başbakanı Karaoğlan lakaplı Ecevit elbette istifa etmedi. Katliamdan devlet içinde organize olan MHP’li faşistlerin sorumlu olduğuna dair açıklamalar yaptı ancak istifa onun için bir seçenek olmadı. 22 yıl sonra 19 Aralık 2000’de “Hayata Dönüş” isimli hapishanelerde gerçekleştirilen katliamda ise istifa etmek bir yana başrolde o vardı.

28 Mayıs 1980’de başlatılan, aralıklarla devam eden ve 4 Temmuz’da doruk noktasına varan Çorum katliamında ise 58 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi yaralanmıştı. Çok sayıda ev ve işyeri tahrip edilerek yakılmıştı. Dönemin Başbakanı bu sefer Süleyman Demirel’di. Yine faşistlerin daha önceden organize olarak gerçekleştirdiği katliamın sorumlusu olarak devrimcileri gösterdi. Dün “solcu” diyerek CHP’lilere atmadık iftira bırakmazken bugün CHP’ye Cumhurbaşkanı adayı düşünmeye terfi etti ancak istifa etmeyi o da düşünmedi.

2 Temmuz 1993, 35 kişi Sivas’ta Madımak Oteli’nde yakılarak katledildi. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’di. 35 kişi katledildikten sonra “otelin dışındaki halkımıza bir şey olmamıştır” dedi. Hükümetin koalisyon ortağı ise SHP idi. Genel Başkan Erdal İnönü “bu yaşanan olaydan benim kadar Başbakan, Cumhurbaşkanı (Süleyman Demirel) da sorumludur” dedi ancak yine kimse istifa etmedi.

Uzun sözün kısası faşizmin geleneği budur. Onlar katliamcıdır. İstifa etmek bir yana pişkince katliamların savunusunu yapmak onların genetik kodlarında vardır. Erdoğan’ın bahsetmekten çok haz duyduğu ecdadı da kendisi de bu gelenekten azade değildir. Bakmayın siz CHP ve MHP’nin her fırsatta istifa müessesesini hatırlatmalarına. Her seçimde yenilgiyle çıkıp istifa etmeyi akıllarından bile geçirmeyende onlardır. Aynı siyasal gelenekle yoğrulmuşlardır. Sorun ne Erdoğan’dadır ne de onun pişkinliğinde sorun Türk egemen sınıflarının siyasal geleneklerindedir. Genetiği ve karakteri bozuktur. Pişkin olan da bu gelenektir.

 

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu