Güncel

Kürdün varlık mücadelesinin düşman hukuku ile yargılanıyor: Nusaybin davası

Silahlı mücadele deneyimlerine de bir yenisini ekleyerek TC faşizmi karşısına dikilen bu dönemin en uzun ve TC’ye en fazla kan kaybettiren direnişi ise Nusaybin’de sergilenmişti. Şimdi duruşmaları görülen Nusaybin direnişi, burada sergilenen tavırlarla da Türkiye devrim ve demokrasi tarihine bir deneyim olarak görülmeli, düştüğü yerden direnişle doğrulmanın nasıl olabileceğini anlatan bir ders olarak okunmalı…

Özyönetim direnişleri, bu coğrafyanın mücadele tarihine unutulmaz izler bırakarak sadece Kürt halkının değil, bir bütün bu coğrafyada yaşayan halkların deneyim hazinesine eklendi. Bu deneyimler, acı ve kanlı deneyimlerdi kuşkusuz. Ancak aynı zamanda direnişin, mücadelenin ve düştüğün yerde yeniden doğrulmanın, Kürt olarak var olma mücadelesinin bu topraklarda neye karşılık geldiğinin yakın tarihimizden en yakın, en yakıcı örneklerinden oldu.

Silahlı mücadele deneyimlerine de bir yenisini ekleyerek TC faşizmi karşısına dikilen bu dönemin en uzun ve TC’ye en fazla kan kaybettiren direnişi ise Nusaybin’de sergilenmişti. Şimdi duruşmaları görülen Nusaybin direnişi, burada sergilenen tavırlarla da Türkiye devrim ve demokrasi tarihine bir deneyim olarak görülmeli, düştüğü yerden direnişle doğrulmanın nasıl olabileceğini anlatan bir ders olarak okunmalı…

Nusaybin direnişinin sürdüğü günlerde buradaki örgütlü güçlerin bir kısmı geri çekilmiş ve kalanlar tahliye edilmişti. 53 kişinin tahliye edildiği günlerde televizyonlar, “devlete kast etmiş bu teröristlere devletin nasıl şefkatle yaklaştığını, ekmek ve su ihtiyaçlarının karşıladığını kanıtlayan” görüntüler yayımlamış ancak daha sonra tutsakların anlatımından da anlaşıldığı üzere kameralar kapatıldığı andan itibaren aç-susuz bırakılan onlarca kişi sayısız işkenceye maruz bırakılmıştı. Keza JÖH-PÖH isimli katil sürülerinin bölgede neler yaptığı oldukça yakından biliniyor.

Cizre’de halkı bodrumlarda yakanlar, sokak sokak direnişçi avına çıkarak faşizan cinayetlere imza atanlar, evleri ve mahalleleri talan etmenin yanında yerle bir edenler şimdi karşılarında elleri-kolları bağlı bulunan direnişçilere ve direnişçilere destek verenlere işkencelerin en soysuzlarını uygulamakta elbette gocunmayacaklardı. Ki bu yöntemle tahliye edilen kesimlerin büyük bir kısmından işkence yoluyla kendi istekleri doğrultusunda ifadeler alıp, direnişçileri ajanlaşmaya zorlayarak yeni operasyonlara kapı aralayacaklardı.

Ancak ilk duruşmadan itibaren bu istekleri kursaklarında kaldı ve mahkemeler düştükleri yerden devrimci bir şekilde doğrulmaya çalışan Kürt direnişçilerin TC faşizmini yargıladıkları alanlara dönüştü.

Mardin’in Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) İl Müdürlüğü binasının duruşma salonuna çevrilen kısmında görülen duruşmaların ikincisi Nisan ayında gerçekleşmiş ve tutsak direnişçiler beş gün süren duruşmada, demokratik özerkliği savunmuş, tahliyeleri sırasında maruz kaldıkları işkenceyi anlatmıştı. “Biz özyönetim direnişi ışığını Paris Komünü’nden aldık” (İsmail Yılmaz) diyen direnişçiler adına İbrahim Halil Ildız “özyönetim savunması” yaparak özetle  “özyönetim modeli”nin bir ‘ayrılma projesi’ olmadığını, halkların bir arada yaşamasını ifade ettiğini söylemiş, “Bu sistem halkların birliğini ortaya koyuyor. Bu yol halkın doğal bir isteğidir. Sorunların panzehiridir. Alternatif bir sistemdir. Ülkenin demokratikleşmesi için Kürt sorununun çözümü içindir. Ayrılma projesi olarak üzerinde duruluyor. Ancak böyle bir şey yoktur. Amacımızı yok etmeye çalışıyorlar. Anayasası bu halde olan bir Türkiye, sorunların içerisinden çıkamaz. Özyönetim halkların bir arada yaşaması için örnek bir modeldir. Bu modelin ortaya konması, bölücülüğe, şiddete ve teröre yol açmamıştır. Özyönetim, halkların bir arada olmasını savunuyor. Kürt sorunu, tarihi bir sorundur. Bu yüzden şiddetle çözemeyiz. Bu da yıkılmıştı. Biz Kürtler eşit şekilde, tüm toplumlar gibi statü sahibi olmak istiyoruz. Bu model bir örnek olacaktır. Özyönetim projesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi için esas alınması lazım” demiştir.

“Mahkemeden adalet beklentimiz yok”

Bu duruşmaların üçüncüsü 9-10 Temmuz’da gerçekleşti. Duruşmada bazı arkadaşlarının cezaevlerindeki koşullarına dikkat çekerek, şartları düzeltilmeyene, SEGBİS ile ifade verme dayatması ortadan kalkıncaya kadar savunma yapmayacaklarını dile getiren tutsaklar, bir kez daha Kürt olarak varlıklarının kabul edilmesi gerektiği vurgusunu yaptılar: “Burada daha önce yapılan savunmalarda hatalar yapıldı. Biz hepimiz Kürt’üz. Tutanaklara da Türk değil, Kürt olarak yazılmasını istiyoruz. Biz Türk değiliz. Siz Türk’sünüz, biz Kürt’üz. Adil ve eşit koşullar sağlansın ki biz sizin o yere göğe sığdıramadığınız askerlerinizin neler yaptığını tek tek anlatalım.” (İbrahim Halil Ildız)

Savunmalarda PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecride tepki gösteren tutsaklar “Ailelerimizle sorunsuz bir şekilde görüşmediğimiz ve bütün arkadaşlarımız buraya gelmeyene kadar savunma yapmayacağım. Bundan sonraki yargılamalara katılmak istemiyorum. Koşullar düzelmediği sürece kimse de savunmasını vermeyecek” (Osman Çiftçi) dedi. Tutsaklardan Bayram Sevgin’in savunması ise bu coğrafyada Kürt olmanın neden direnişçi olmaya evrildiğini adeta özetler nitelikteydi: “İşkenceden sonra aynaya baktığımda kendimi tanımıyordum. Benim iki amcam katledildi. Babam işkencede sakat kaldı. Ben bunların acısı ile büyüdüm. Ama ne dedik; Barış olsun, kimse ölmesin. Ama bize ‘Cizre’yi, Taybet Ana’yı unutun’ diyorlar. Başımı da kesseniz, 40 yılda geçse ben bunları asla unutmam.”

Tutsaklar, daha önce verdikleri ifadelerin işkence altında zorla alındığına vurgu yaparak, bunların geçerli olmadığını savundular ve bu kez faşizmi yargılayarak ifade verdiler:  “Böyle bir uygulama Muz Cumhuriyeti’nde bile yok. Mahkeme heyeti savcının etkisi altında kalmıştır. Ona göre davranıyor. Bu faşist zihniyetle yıllardır uğraşıyoruz. Karşımızda eril zihniyetli savcı duruyor. O kadar okumuşsunuz ama boş.” (İbrahim Halil Ildız) “Sözde hukuk devletidir. Ama bize koşul sağlanmıyor. Biz Tokat’tan 12 saat yol geliyoruz. Yolda bırak sigara, su dahi verilmiyor. Diğer arkadaşlarımızın da burada olması gerekir.” (Hamit Acu) “Mahkemeden adalet beklentimiz yok.” (Baver Başak)

Savunma avukatları da tutsakların büyük bir kısmının bulundukları hapishanelerde işkenceye maruz bırakıldığını, hasta ve yaralı olan tutsakların hala tedavi edilmediğini, SEGBİS ile değil bizzat mahkemeye katılımlarının sağlanması gerektiğini belirterek, tutsaklara düşman hukukunun uygulandığını belirttiler.

Tutsakların ısrarları sonucunda mahkeme heyeti, savunma yapmayan tutukluların bir sonraki duruşmaya kadar savunma yapmasını, aksi halde “susma hakkını” kullanılmış sayacağını kararlaştırdı. SEGBİS ile savunma yapmak istemeyen tutukluların, salonda hazır bulunma taleplerini kabul eden heyet, Kürtçe savunma için ise Adalet Bakanlığı’ndan tercüman talebinde bulunacak. Heyet ayrıca, avukatların dosya içerisine girmesini istedikleri işkence ve gözaltı görüntülerinin inceleneceğini belirterek, geriye kalan tüm talepleri ret etti. Tutukluların tutukluluk hallerinin devamına karar verilen duruşma 15 Ekim tarihine ertelendi.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu