Makaleler

Erdoğan Çukuru – Daniel Finn*

|Türk topraklarından yayılan tiranlık kokusu artık öylesine keskin bir hal aldı ki, en      yalaka yorumcular bile olan biteni onaylamadıklarını mırıldanmak ve AKP’nin önceki soylu standartlarından sözüm ona geri düştüğünden şikayetlenmek zorunda kaldılar.  Gerçekte ise, Erdoğan döneminde özgürleşmenin altın çağının yaşanması gibi bir durum hiç olmadı.

 

Kurulu düzenin Batı’daki bilgeleri için, Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) yükselişi, çağımızın en büyük başarı öykülerinden biri olmuştu.

 Obama lider Erdoğan’ı dünya sahnesinde en güvendiği beş dosttan biri olarak saymıştı; David Cameron Ankara’nın AB üyeliğini ‘olası en güçlü şekilde savunacağı’ sözünü vermişti. Financial Times gazetesi, AKP’nin ‘anayasal devrimine’ ve ‘iyi yönetim ve güçlü büyüme’ siciline övgüler yağdırmış, NYT ise tüm Müslüman Ortadoğu’ya yapıcı bir örnek teşkil eden ‘canlı, rekabetçi bir demokrasinin’ ortaya çıkışını alkışlamıştı.

Avrupa Birliği de kendi üye devletlerinden biri olan Kıbrıs’ın toprakları üzerindeki 30.000 Türk askerinin varlığına rağmen, Ankara ile üyelik müzakerelerini resmen başlatarak onay mührünü basmıştı. İslam dini ile demokratik normlara bağlılığı kaynaştırdığı iddia edilen ‘Türk modeli,’ Mısır ve Tunus’taki İslamcı partilerin AKP modelini izlemeyi vaat ettikleri ve Erdoğan’ın da ‘komşularında ne olup bittiği konusunda Türkiye’nin söz hakkı olduğunu’ iddia ettiği 2011 Arap ayaklanmaları sonrasında, en yüce mertebesine ulaştı.

Türk topraklarından yayılan tiranlık kokusu artık öylesine keskin hale geldi ki, en yalaka yorumcular bile olan biteni onaylamadıklarını mırıldanmak ve AKP’nin önceki soylu standartlarından sözüm ona geri düştüğünden şikayetlenmek zorunda kaldılar. Gerçekte ise, Erdoğan döneminde özgürleşmenin altın çağının yaşanması gibi bir durum hiç olmadı. Bir ‘ılımlı’ ve ‘reformcu’ olarak Batılı seçkinlerden aldığı övgülerin altında, her şeyden önce AKP’nin sıkı şekilde Amerikancı dış politikası ve İsrail ile iyi ilişkiler sürdürmeye hazır ve nazır olması yatıyordu (Suudi rejimi, bugün gülünç şekilde bölgenin ılımlı gücü olarak alkışlanmasını aynı kriterlere borçlu).

Bu aynı zamanda NATO’nun favori İslamcılarının, kamu varlıklarını Erdoğan’ın yakın akrabaları dahil AKP yandaşlarının eline geçecek şekilde özelleştirerek neoliberal ajandayı da iştahla benimsemesini sağladı. AKP’nin demokrasiye yaklaşımı tamamen araçsaldı: Erdoğan partisinde hiçbir karşı çıkış olmaksızın hüküm sürüyordu; partili vekillerin, 2003’te ABD’nin Irak’ı işgaline işbirlikçi olma tezkeresine hayır oyu vermesi ile açığa çıkan bağımsız tek duruş da parti yetkilileri tarafından çarçabuk ezildi.

Geçmişe ve şimdiye dair Türk milliyetçiliği açısından kilit tabular konusunda ise – Ermeni soykırımı ve Kürtlerin ezilmesi – AKP’nin zincirleri gevşetmek gibi bir niyeti yoktu. Türk liberalleri Erdoğan hükümetinin ordunun kanadını kıracağını umdular ama ordudaki ihraçlar kendi iktidarını perçinlemekten başka bir amaç taşımıyordu.

Muhalif gazeteciler AKP’nin yere göğe sığdırılamayan ‘İslami liberalizminin’ sınırlarını hızla keşfettiler.

Tahmin edilebileceği üzere, Erdoğan 2013 Gezi protestoları ile kendi egemenliğine karşı ciddi bir meydan okuma hisseder etmez verdiği yanıt acımasız bir bastırma oldu. Bu, AKP ile Fethullah Gülen’in dini network’ü arasındaki ittifakın bozulması ile de aynı döneme denk düşer.

Erdoğan’ın iktidarını perçinlemesine uzunca süredir en hayati desteği vermiş olan Fethullahçılar artık hedef haline gelmiş durumda. Ülke içinde tehdit altında, ülke dışında ise, Esad’ın Türk destekli muhalif grupların tehdidini savuşturması ve Kahire’de Mursi’nin devrilmesiyle bölgesel hırsları zehir olan Erdoğan, kendi suretinde hazırlanmış kibirli bir icracı başkanlık kurma planını uygulamaya koydu. Bu projesi, çileden çıkarıcı biçimde, ilk etapta Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) yeni bir seçim gücü olarak ortaya çıkmasıyla berhava oldu.

Esasen, AKP’nin demokratik reform umutlarını ciddi şekilde boşa çıkardığı Kürt nüfusun desteğini alan HDP, Türk siyasetinde bittiği varsayılan sol damarı yeniden canlandırmıştı.

Eski Dünya’daki yeni sol güçler panoraması içinde, HDP Avrupa Birliği sınırları içindeki ilerici yükselişlerle ayrı ve benzer özellikler taşıyor. 2015 Haziran’ında, parti (ki o zamanlar üç yaşındaydı) Türkiye’de sol için tarihteki en yüksek oyu alarak AKP’nin meclis çoğunluğu elde etmesinin önüne geçti. Bu, Erdoğan’ın otokratik hırslarına vurulmuş bir darbeydi. İntikamını almak için beklemeyecekti.

Yüzlerce HDP üyesi o zamandan beri tutuklu ve parti liderleri Türk zindanlarına doldurulmuş vaziyette. Bu arada da Kürdistan İşçi Partisi (PKK) gerillaları, Türk devletinin yoğun askeri baskısı ile yüz yüze kalarak savaşı yeniden başlattılar. NATO’nun ikinci en büyük ordusu güneydoğudaki Kürt çoğunluklu bölgelerde toptan bir katliama girişti, şehirleri tümden enkaz haline getirdi, yüzlerce sivili katletti ve bunlara karşı AKP’nin Batılı müttefiklerinden tek bir protesto dahi yükselmedi.

HDP Syriza, Podemos ve “la France Insoumise” gibi oluşumlara benziyor ama bambaşka bir siyasi bağlamla yüz yüze, mevcudiyetinin kendisi gaddar ve gerici bir rejimin tehdidi altında. Gerçek dengi, seçimlere izin veren ama uzun bir baskı (özellikle de etnik azınlıkların bastırılması) tarihine sahip bir devlette silahlı mücadelenin gölgesinde yükselme mücadelesi vermiş sol veya milliyetçi partiler.

Kuzey İrlanda’da Sinn Féin faaliyetlerine karşı birçok kısıtlama ile karşılaştı ama yasaktan kurtulmayı başarabildi; 1990’lardaki bir barış anlaşması ile o zamandan bu yana kısıtlama korkusu olmadan faaliyet yürütebiliyor. Madrid hükümeti ETA’nın faaliyetlerini sona erdirme teklifini geri çevirirken, IRA’nın Basklı müttefiki Herri Batasuna, İspanyol mahkemelerince yasaklandı.

Daha yakın tarihli olarak ise, kalıcı bir ateşkesi takiben, Bildu bu yasal bariyerleri aştı ve abertzale bayrağını bir kere daha yükseltti.

Ama Türkiye’deki baskının ölçeği ve yoğunluğu daima çok daha şiddetli oldu ve HDP için en gerçekçi ve bunaltıcı benzerlik, Kolombiya’nın Yurtseverler Birliği (UP) ile olabilir. İki parti de devlet tarafından yasaklanan gerilla hareketlerinin onayına sahipti—PKK, FARC—ama hareket ile bağı olmayan, kalıcı ve köklü bir değişim şansı gören çok daha geniş bir aktivistler havuzunun desteğini aldılar; ikisi de uzun süredir devam eden bir çatışmanın barışçıl çözümünün mümkün göründüğü bir dönemde güç topladılar ve güçlü çıkarlar savaşa geri dönüşü bastırdığında ikisi de kendilerini arada kalmış buldular. UP Kolombiya oligarşisinin emrindeki devlet destekli ölüm mangalarınca Washington’ın sessiz onayı altında silindi.

Türkiye’deki durum henüz o noktaya varmadı ama 2015’ten sonraki gidişat yeterince kasvetli. Erdoğan’ın şiddetli saldırıları 2015 Haziran seçimlerinin hemen ardından başladı, ertesi yaz yapılan acemice darbe girişimi ise baskıların daha da yoğunlaştırılmasının bahanesi oldu.

Akim kalmış darbenin detayları karanlık bir muamma hala; pek bodoslama olması AKP’nin devlet içindeki kalan düşmanlarının hepten tasfiye edilmeden önce giriştikleri aceleci bir manevra olduğunu gösteriyor. Kesin olan şeyse, Erdoğan’ın bunu muhalefeti ezme fırsatı olarak istismar ettiği.

250.000’den fazla insan işini kaybetti; 50.000’den fazlası hapse atıldı; gazeteciler ve akademisyenler hükümetin güneydoğudaki savaşını sorguladıkları için yaka paça gözaltına alındı; devletin güvenlik güçleri tutsaklarına rutin şekilde işkence uygulayarak Economist gazetesinin bile Erdoğan’ın vahşeti karşısında yerinmesine neden oldu.

Muhalefeti yok etmeye dönük bu tepeden baskı, liderlerinin hırslarını destekleyen AKP kitle tabanındaki saldırgan mobilizasyonunu pekiştirdi.

AKP despotluğunun kanıtları gün gibi ortada ama Batılı hükümetler sürekli olarak başlarını öte yana çeviriyorlar. Erdoğan baskı makinesini Ortadoğu’dan mülteci akınını zapt etmek üzere kullanarak ve Avrupa’dan sınır dışı edilenleri istismarın rutin olduğu bir kamplar sistemine kabul ederek, AB için paha biçilmez bir vazife görüyor.

NATO için stratejik mülahazalar demokrasi konusundaki tereddütlere ağır basıyor; ittifakın eski genel sekreteri Anders Fogh Ramussen’in de belirttiği gibi: ‘Türkiye’nin bize ihtiyaç duyduğu kadar bizim de Türkiye’ye ihtiyacımız var.’ PKK’yi ‘terör örgütü’ olarak tanımlamak suretiyle, ABD ve AB Ankara’nın Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde bir Kürt ulusunun varlığını ve onun siyasal özgürlük taleplerinin meşruiyetini reddetmesine uzunca bir süredir kılıf sağlamaktalar.

Türkiye’nin AB’ye giriş müzakereleri halen sona erdirilmedi. Erdoğan’ın başmüzakerecisi yakın zamanda sempatik yaklaşımları nedeniyle İngiltere’den ‘gerçek bir müttefik, bir rol modeli’ olarak bahsetti. İspanyol polisi, Ankara tarafından muhaliflere karşı yürüttüğü savaşın parçası olarak çıkarılan düzmece yakalama emirlerine dayanarak Türkiye doğumlu gazetecileri tutukladı.

HDP bu şartlar altında ayakta kalsın ya da kalamasın, bugüne kadarki çabalarıyla, AKP’nin Türk toplumundaki samimi bir özgürleştirici gücü temsil ettiğine dair tüm yalanlarını ifşa etmiş ve Erdoğan’ın Batılı apolojistlerini dımdızlak ortaya sermiş durumda.

*Dünyadan Çeviri. 2 Ocak 2018

Kaynak: New Left Review 107, Eylül-Ekim 2017

Çeviri: Serap Şen 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu