Güncel

Erdoğan’ın Hitler’den ne farkı var?

3 Kasım 2002’de AKP; değişim, demokratikleşme, istikrar, refah, askerin siyasetteki gölgesine karşı mücadele vb. söylemlerle “muhafazakâr demokrat” bir parti olarak hükümet oldu. Ecevit’in zayıf karizması ve beceriksiz yöneticiliğiyle “iyice alevlenen” 2001 krizinin arayışa soktuğu yığınlar için AKP önemli bir çıkış, yeni bir soluk ve adresti.

Erdoğan, baskılara maruz kalmış, “icabında” zindanlara girmiş ama yılmamış, sonuna kadar mücadelesini yürütmüş karizmatik bir liderdi. Askere kafa tutuyor, demokrasi ve özgürlüklerden söz ediyor, mazlumun yanında olacağını vadediyordu. Az şeyler değildi bunlar. En çarpıcı olanı ise “Kürt sorunu benim de sorunumdur” diyerek gösterdiği cesaretti. Erdoğan’lı AKP, “herkesin” aradığı partiydi ve ciddi bir oy almayı da başarmıştı. AKP, baskı ve sömürü altında karanlığa mahkum edilen emekçi yığınlara; dili ve kimliği inkâr edilen Kürt halkına masalsı bir dünya sunuyordu. Tüm sorunlar çözülecekti. Bunun ne kadar gerçekleştiğini anlamak için 10 yıllık AKP serüvenine bir göz atmak yeterli gelecektir.

AKP’nin 10 yıllık karnesini verirken her şeyden önce kadına yönelik icraatlarına bakmak gerekiyor. AKP’yle geçen uzun sürenin sonunda geldiğimiz noktayı Dünya Ekonomik Forumu’nun 2011 raporu yeterince açıklıyor: Kadın-erkek eşitliğinde Türkiye 135 ülke arasında 132. sırada. Elbet sadece bu değil, her 10 kadından 4’ü şiddet görüyor ve her gün ortalama 5 kadın cinayeti işleniyor. AKP hükümetinin değişimden kast ettiği kadına yönelik şiddetin 10 yıl içinde yüzde 1400 artış göstermesi olmalı!

Fakat emekçi kadınların talepleri konusunda AKP’nin durumunu anlamak için aceleci olmayalım! Erdoğan’ın, partisinin Genel Merkez Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi’nde yaptığı konuşmada “Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere’dir” sözlerini hatırlamak faydalı olacaktır! Yine de karamsarlığa kapılmayalım(!) AKP’nin refah vaat ettiği emekçilerin yaşadıklarına bakmak bize umut verebilir.

12 Eylül Askeri Faşist Cuntası döneminde sermaye temsilcisi Halit Narin’in “20 yıldır işçiler güldü, biz ağladık; şimdi gülme sırası bizde” sözleriyle özetlediği tabloya karşın gerçekleştirilmeyen değişikliklerin AKP hükümeti döneminde birer birer yasalaşması ümidimizi belki biraz kıracak! Örneğin, esnek çalışma, taşeronlaştırma iş güvenliğinin yok edilmesi bakımından 24 Ocak kararlarına rahmet okutan Torba Yasa’yı hatırlamadan geçemeyiz. Ya da Ulusal İstihdam Stratejisi belgesinde yer alan; belirli süreli sözleşmeleri sürekli hale getiren, taşeronluk sistemini tüm işlere yaymayı amaçlayan, özel istihdam bürolarıyla işçilerin her türlü güvencesini,   kıdem tazminatının kaldırmayı ve fona devrini öngören tüm düzenlemeleri anımsamak da yeterli olabilir. Kuşkusuz bu alanda en önemli değişikliğin Toplu İş İlişkileri Kanunu ile yapıldığını, bunun sonucunda bir gecede neredeyse toplu sözleşme yapabilecek yetkili sendika kalmadığını, milyonlarca işçinin sendika hakkının elinden alındığını da not düşmeli.

Ya biz yanlış anlamıştık ya da masal büyük bir sahtekârlıktan öte bir şey değildi. AKP’nin refahtan kastı cari açığın 10 yıl içinde TC tarihinin toplamı kadar artması mıydı acaba? Yoksulluk ve işsizliğin tavan yapması mıydı?

AKP masalının belki de en heyecanlı bölümü Kürt ulusal sorununda vaadettikleriydi. OHAL ve DGM’ler kaldırılmıştı, inkâr ve asimilasyon da adım adım sona erecekti. Erecekti ancak Erdoğan “kadın da olsa çocuk da olsa…” deyince çocuklar kurşuna dizilmiş, DGM’lerin yerine getirilen Özel Yetkili Mahkemelerin icraatları DGM’leri aratır hale gelmişti ki bu rüya adeta bir kâbusa dönüştü. Özellikle de 2009’da başlatılan KCK operasyonlarıyla değil BDP’liler yolda onlara selam verenler bile zindanlara dolduruldu. Oysa masalın bu kısmı bize anlatılmamıştı. Hele de TRT ŞEŞ’le Kürtçe üzerindeki baskılar kalkmış, Ergenekon operasyonlarıyla Kürtlere zulmeden askerler tutuklanmış, Mem ü Zin Kürtçe basılmış hatta devlet Oslo’da PKK ile masaya oturmuş, Kürt sorunu ha çözüldü ha çözülecekti. AKP ne kadar da demokrattı! Ancak bunun sadece kötü bir şaka olduğu Kürt halkına yönelik suçların davaların dışında bırakıldığı, Kürtçe konuşma özgürlüğünün AKP’ye gelip dayandığı kısa sürede açığa çıkacaktı. Bu da yetmeyecek DTP kapatılacak, milletvekillerine siyaset yasağı gelecekti. AKP’nin bir masaldan öte korkunç bir kâbus olduğu Roboski’de 34 Kürt gencinin savaş uçaklarıyla bombalanmasıyla, Kürt sözcüğünün adeta bir hakaret olarak kullanıma sokulmasıyla açıkça ortaya çıkacaktı. Her şeye rağmen yine de acele edilmemeliydi! AKP özgürlüklerden söz etmişti ya bir de buna bakılmalıydı değil mi?

500’ü aşkın öğrenci saçma kavramına hakaret edecek bir biçimde, yüzlerce gazeteci AKP’den farklı (muhalif olmasa da) düşündüğü ve yazdığı için hapishanelere doldurulmamış mıydı? Yoksa biz mi yanlış hatırlıyorduk? İşçisinden memuruna, doktorundan avukatına toplumun neredeyse her kesiminin her an tutuklanma korkusuyla yaşadığı yer burası değil miydi?

AKP hükümeti döneminde operasyonlara, saldırılara maruz kalmayan hangi toplumsal güçler kalmıştı? Kadınların kaç çocuk doğuracağından hangi heykelin sanatsal olduğuna, hangi davanın nasıl sonuçlanacağına karar veren AKP ve Erdoğan değil miydi? AKP’ye dair söylenenler gerçekten büyük bir yalan, koca bir masaldı! 10 yıllık masalın sonunda sormak yanlış mı; AKP hükümetinin, Erdoğan’ın Nasyonal Sosyalist Partiden ve Hitler’den ne farkı var?

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu