Makaleler

Öze dönüş!

TC devleti, DAİŞ bahanesiyle Kürt hareketine, onunla dayanışma içinde olan devrimci ve demokratlara yönelik gerçekleştirdiği gözaltı ve tutuklama saldırısıyla birlikte, aynı anda DAİŞ mevzilerini bombalıyoruz diyerek, Irak Kürdistanı’nda ve ardından da ülke içinde PKK mevzilerini bombaladı. Bu saldırganlık, var olduğu söylenen ateşkesi fiili olarak bitirdi. PKK de meşru savunma eylemlerine başladı.

Bu saldırılara paralel olarak, ilerici, devrimci ve yurtsever medyanın sansürlenmesi, Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın “çözüm süreci”ne dair yaptığı açıklamalar, başta HDP yöneticileri ve milletvekillerine dair “dokunulmazlık” açıklamaları ve fezleke düzenlemeleri vb. yeni tartışmaları gündeme getirdi. Bu tartışmaların odağında Kaçak Saray’ın “yeniden seçim için darbe yaptığı”, meclis iradesini ve dolayısıyla “milli irade”yi hiçe saydığı, ortada bir “sivil cunta” olduğu vb. bulunmaktadır.

Bu türden değerlendirmeler; Türkiye’de devlet gerçeğinden bihaber olmak, “milli iradenin mecliste tecelli ettiği” yalanına ortak olmak, faşist partilerin halkı temsil ettiğini düşünmektir. Kaldı ki bugüne kadar Türkiye’de meclisin halk yararına değil, hakim sınıfların çıkarlarına çalıştığı bilinmez değildir. Bu meclis halk için ne zaman çalıştı ki, bundan sonra çalışsın? Eğer bir darbe varsa bu hakim sınıfların kendi içindedir ve bizlerin görevi bu darbede taraf olmak, hakim sınıfların kendi aralarındaki dalaşta saf tutmak değil, bu çelişkiden halkın çıkarları için yararlanmak olmalıdır.

Gelinen aşamada başını R.T. Erdoğan’ın çektiği hakim sınıf kliğinin, “çözüm süreci”nden umduğunu bulamadığını, 7 Haziran seçimlerinde bırakalım 400 milletvekilini, tek başına hükümet kuracak milletvekili sayısına ulaşamadığını ve bunun birinci dereceden sorumlusu olarak HDP’yi ve Selahattin Demirtaş’ı gördüğü açığa çıkmış durumdadır. Başta R.T. Erdoğan olmak üzere, AKP’lilerin yaptıkları açıklamalar buna işaret etmektedir. Bu nedenle bir yandan koalisyon görüşmeleri yapılırken diğer yandan “yeniden seçim” için hazırlıklara başlanmıştır. Bu amaçla HDP’nin baraj altında bırakılması için çalışmalara hız verilmiş, başta Kürt hareketi olmak üzere, onunla dayanışma içinde olanlara, devrimci ve demokrat hareketlere yönelik faşist saldırı dalgası başlatılmıştır. Böylelikle patron ağa devleti, “yeniden seçim kampanyasını” dışarıda esas olarak Irak Kürdistanı’nda PKK alanlarının, tali olarak da Suriye’de göstermelik DAİŞ mevzilerinin bombalanması; içeride de esas olarak Kürt hareketi ve devrimci ve demokratlara, tali olarak da DAİŞ örgütlenmelerine karşı kitlesel gözaltı ve tutuklamalara girişmiş durumdadır.

Hiç kuşkusuz ki R.T. Erdoğan ve temsilcisi olduğu hakim sınıf kliğinin bu hamlesinde, Gezi’yle başlayan ve 7 Haziran seçimlerinde de açıkça ispatlanan yenilgi ve gerilemesinin payı vardır. Tek başına iktidar olamama ve dolayısıyla devlet aygıtının, olası koalisyon hükümetiyle birlikte paylaşılması durumunun ortaya çıkması, R.T. Erdoğan ve temsil ettiği hakim sınıf kliğinin çıkarlarına uymamaktadır. Bu durum beraberinde R.T. Erdoğan ve temsilcisi olduğu hakim sınıf kliğinin, içeride halka karşı açık faşist saldırganlığa girişmesini, dışarıda başta Suriye olmak üzere izlediği politikanın makyajlanması ve ABD çizgisine sıkı sıkıya sarılmasını getirmiştir.

7 Haziran seçimleri geçici olarak hakim sınıflar arasındaki iktidar dalaşına hareket alanı sağlamış olsa da ortaya çıkan sonuç, özellikle de HDP’nin barajı geçmesi ve mecliste grup kurması, hakim sınıfların yönetememe krizini derinleştirmiştir. Buna Suriye savaşında yazılan “destansı” yenilgiyi de eklemek gerekir. AKP hükümeti, “yeni Osmanlıcılık” hayalleriyle çıktığı yolda, Suriye’de cihatçı katil sürülerini destekleyerek yürüttüğü vekâlet savaşında başarılı olamamış, buna bir de Suriye Kürtlerinin kazandığı mevziler eklenince çareyi, bir yandan ABD’yle anlaşma diğer yandan da en iyi anladığı şey olan faşist saldırganlık ve katletme politikalarında aramaya başlamıştır. Kuşkusuz ki bunun anlamı Türkiye halkına ve bölgedeki halklara yönelik saldırganlığın azmasıdır.

 

Faşizm bir tercih değildir!

Seçim sonuçlarıyla birlikte, AKP’nin tek başına hükümet kuramaması, bir koalisyon hükümeti gerçeğinin kendini dayatması beraberinde hakim sınıf temsilcisi partilerin kendi aralarında görüşerek, halka karşı bir savaş hükümeti kurma çalışmalarına başlamalarına neden olmuştur. Bu noktada AKP’nin tek başına hükümet kuramamasının, kendileri ve özellikle de R.T. Erdoğan açısından bir dönüm noktası olduğunun altını çizmek gerekir. Seçim sonuçlarından ortaya çıkan tablo, başta R.T. Erdoğan olmak üzere AKP içinde önemli bir kesim açısından, (gerek geçmişte işlenen suçların düzen içi dahi olsa hesabının sorulması ve gerekse de gelecekte rant ve yağmanın el değiştirmesi ihtimalinin ortaya çıkması), kabul edilemez olarak görülmüştür.

Bu noktada seçim sonrası R.T. Erdoğan merkezli olarak, başta “yeniden seçim” ihtimali tartışmasında olduğu gibi, burjuva siyasete müdahale ve balans ayarı verme çabalarının olduğu ve bu müdahalelerden kendileri açısından kısmi de olsa sonuç alındığı ortadadır. Ama bunun yetmediği de ortadadır. R.T. Erdoğan ve AKP, 7 Haziran seçimlerinde yaşadığı gerilemeyi bertaraf edebilmek ve kendileri için en uygun çözümü bulmak için halka karşı topyekun bir savaş başlatmıştır. Bu savaşta DAİŞ denilen örgütlenmesi etkili bir araç olarak kullanılmaktadır. DAİŞ’le mücadele adı altında gerçekte Kürt hareketine, devrimcilere yönelik bir saldırı başlatılmıştır. ABD “IŞİD’le mücadele karşılığında” bu operasyona icazet vermiş görünmektedir.

Yaşanan gelişmeleri R.T. Erdoğan’ın kişisel hırsıyla açıklamak ise yeterli değildir. Bu yaşananların bir darbe olarak tanımlanması, hele hele kimi çevreler tarafından K. Marks’ın 18. Brumaire’ne atıfla R.T. Erdoğan ve pratiğini, “Bonapartizm” olarak adlandırmak hiç doğru değildir. Mesele bir kişinin deliliğiyle, çılgınlığıyla, kişisel iktidar hırsıyla açıklanamayacak kadar derindir.

Türkiye’de devlet halka karşı örgütlenmiş bir suç makinesidir. Bu makinenin çalışabilmesi için faşizm gereklidir. Faşizm ülkemizde bir yönetim biçimdir. Tek başına bir kişinin iktidar hırsıyla açıklanamayacak kadar komplike bir yapıdır. Dolayısıyla TC devletinin halka saldırısı bir tercih değil zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Ülkemizdeki sınıflar mücadelesi, toplumun ve devletin üzerinde yükseldiği zemin, belli başlı çelişkilerin keskinliği, emperyalizm olgusu vb. iktidarın halk için değil de, hakim sınıfların çıkarları doğrultusunda, başta şiddet olmak üzere, çok çeşitli araç ve yöntemler kullanarak, halka saldırısını koşullamaktadır.

Nitekim Kürt sorunu denilen ve Türkiye’nin belli başlı çelişkilerinden biri haline gelmiş olan soruna TC devleti açısından yaklaşım bunu kanıtlamaktadır. “Çözüm Süreci” denilen sürecin gerçekte bir oyalama olduğu, faşizmin fıtratında demokrasi olmadığı, dolayısıyla ülkede sistem içinde bir demokratikleşme sağlamayacağı gerçeği ortadadır. TC devletinin varlığı faşizm üzerine kuruludur. Hastalıklıdır. İlerici, demokratik talepler dahi faşist devlet aygıtının bünyesine terstir. Bu düzene yönelik en ufak demokratik girişimler dahi birer antibiyotik etkisini gösterir. Nitekim HDP’nin yüzde on barajını aşıp, mecliste güçlü bir temsil yaratması düzenin kimyasını bozmuştur.

 

Dayanışmanın ve devrimci mücadelenin yükseltilmesi zorunluluğu!

Mitingleri ve parti binaları bombalı saldırıya uğrayan, faaliyetçileri katledilen, faşist devlet terörünün her çeşidine maruz kalan HDP’nin, “seni başkan yaptırmayacağız” meşru sloganıyla yürüttüğü seçim çalışmasından başarıyla çıkmasından, faşist devlet ve onun şu andaki sözcüsü AKP hükümeti müthiş rahatsız olmuştur. Devlet ve hükümet yetkilileri akıllara durgunluk veren şekilde, HDP’yi seçim çalışmalarında “terör” uygulamakla suçlamakta, havuz medyası kin kusmaktadır. Üstelik HDP’yi “terörle arasına mesafe koymamak”la suçlayanlar çok yakın zamana kadar DAİŞ ile arasına mesafe koymayan, aksine bu katiller sürüsüne her türlü desteği vermiş olan bir “siyasi kadro”dan gelmektedir! İşin gerçeği ise ortadadır. Faşist devlet, bugüne kadar sürdüregeldiği demokrasi yalanını ve çözüm süreci oyalamasını artık sürdüremez hale gelmişler, “milli birlik ve kardeşlik süreçleri”ni bitirmişler, DAİŞ’e karşı mücadele sözleri eder olmuşlardır. Kısaca özlerine dönmüşler, gerçeğin diliyle konuşmaya, eylemlerini buna göre yapmaya başlamışlardır.

Bu saldırganlık dönüp AKP’yi vuracaktır. Defalarca kez tecrübe edildiği gibi halka yönelik topyekun saldırganlığın sonuç alması imkansızdır. Sanıldığı gibi hedef askeri olarak gerilla güçleri değildir. Faşizm askeri saldırılarıyla gerilla güçlerine zarar verse de, esas olarak hedeflenen legal alanda mücadele yürüten HDP’dir. Devrimci demokrat güçlerin Kürt hareketiyle dayanışmasının önünü kesmektir. Faşist devlet Kürt hareketinin süreç içinde kazandığı mevzileri geriletip elini güçlendirerek kendi çözümünü dayatmaktadır. Bu noktada devrimcilere düşen görev bellidir: Dayanışmayı sürdürmek ve devrimci mücadeleyi yükseltmek!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu