DerlediklerimizGüncel

Hülya Osmanağaoğlu | Faşizme karşı hepimiz LGBTİ+’yız …

"AKP-MHP karşısında, egemenliklerinden taviz vermeye niyeti olmayan Türk-dindar- hetero- erkek hassasiyetlerini gözeterek oluşturulacak bir muhalif blokun faşizmi geriletmesi mümkün değildir"

Geçtiğimiz hafta Saadet Partisi ile AKP’nin muhtemel uzlaşısının en önemli mutabakat maddesinin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış olduğunu okuduk, dinledik.

Sadece altı ay önce de Diyanet İşleri Başkanı’nın LGBTİ+’lara yönelik nefret suçu içeren ifadelerine İyi Parti Başkanı Meral Akşener’in sahip çıktığını görmüştük.

Yaz boyunca İstanbul Sözleşmesi’nin aileyi yıkacağı ve eşcinselliği teşvik ettiği için yürürlükten kaldırılması gerektiği propagandası en temel tartışma başlığı olmuştu.

AKP-MHP iktidarının öz kardeşleri Saadet Partisi ve İyi Parti ile uzlaşma/yakınlaşma noktalarını, feminist hareketin ve LGBTİ+ hareketin mücadelesine yönelik tepkilerinde görmek aslında hiç de şaşırtıcı değil. Siyasal İslam da faşizm de tarihsel olarak kendilerini milliyetçilik, ırkçılık ve sınıf mücadelesi düşmanlığının ötesinde, her daim kadın düşmanlığı ve LGBTİ+ düşmanlığı temelinde inşa etmiştir.

İstanbul Sözleşmesi’nin gereğince uygulanması ve Sözleşme’den geri adım atılmaması için yürütülen kampanya boyunca feminist hareketin/kadın hareketinin öne çıkardığı nokta, gitgide artan ve vahşileşen erkek şiddetinin artık bir kadın katliamı/kadın kırımı boyutuna geldiği oldu.

Ancak Sözleşme’nin bütünlüklü içeriği ele alındığında, erkek şiddeti temelinde yükselen “aile kurumunun”, erkeklerin şiddet hakkı ellerinden alındığında bildiğimiz aile olmaya devam edemeyeceği ve tümüyle yıkılıp ortadan kalkmasa da git gide aşınacağı görülür.

Keza cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği özenilerek “inşa edilecek” şeyler olmadığı için Sözleşme’nin “eşcinselliği özendirmesi” diye bir şey söz konusu olmasa da, LGBTİ+’ları cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle özellikle ev/aile içindeki [hetero-patriyarkal] erkek şiddetine karşı korumayı hedefleyen içeriği, LGBTİ+’ların kimliklerini ve yönelimlerini açıklamasını kolaylaştıracak ve toplumsal alanda görünürlüklerini arttıracaktır.

Yani Sözleşme bu anlamıyla feminist hareketin ve LGBTİ+ hareketin on yıllardır verdiği mücadeleden çıkan taleplerin bir özetidir ve gerçek bağlamıyla sahiplenilmelidir.

Kadın hareketinin, son dönemde artan erkek şiddetinin geldiği boyut olarak kadın katliamlarına karşı İstanbul Sözleşmesi’nin etkin uygulanması mücadelesi sürerken, AKP iktidarı da kadınların ve LGBTİ+’ların kazanımlarına yönelik saldırısını İstanbul Sözleşmesi ile sınırlı tutmadığını yeniden ve yeniden gösteriyor.

Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör atanmasına karşı gençlik hareketinin örgütlediği ilk günkü eylemin ertesi sabahında gerçekleştirilen gözaltıyla, yıldırma operasyonunda özellikle iki trans kadına yönelen transfobik polis şiddeti gelecek günlerin habercisi olmuştu. Son olarak ise yine Boğaziçi Üniversitesi’ndeki kayyum direnişinde LGBTİ+’lar bir gece operasyonu ile gözaltına alınırken bizzat İçişleri Bakanı’nın “LGBT sapkınları” lafını kullandığını gördük.

Yani İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamanın ilk basamaktaki sorumlusu polisin bağlı olduğu İçişleri Bakanlığı’nın en yetkili ağzından LGBTİ+’lar bizzat hedef gösterildiler. Gözaltı esnasında evlerinde bulunan gökkuşağı bayrakları ise yasa dışı materyal olarak tanımlanıyor sosyal medyadaki paylaşımlarda.

Belli ki Boğaziçi Üniversitesi’ndeki direnişi bölmenin ve dağıtmanın manivelası olarak LGBTİ+’lara yönelik nefret duygusu körüklenmeye çalışılıyor. Sonuçta yargı da kendinden beklenileni yaptı, LGBTİ+ harekete yönelen saldırıyı bir adım öteye taşıdı ve gözaltına alınan gençlerden ikisi tutuklandı.

LGBTİ+ harekete yönelik saldırılar hemen 7 Haziran 2015’teki seçimlerin ardından başladı. Önce onur yürüyüşleri yasaklandı, ardından üniversitelerdeki LGBTİ+ örgütlenmelerine ve etkinliklerine saldırılar başladı, kadın hareketinin ve feminist hareketin eylemlerindeki gökkuşağı bayrakları yasaklanmaya çalışıldı ve LGBTİ+’lar bizzat AKP yetkililerince nefret söylemiyle hedef gösterilmeye başlandı.

Belli ki sonun başlangıcı olarak da İçişleri Bakanı LGBTİ+’ları sapkın ilan etti. Bu süreç bize gösteriyor ki AKP iktidarının İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin “eşcinsellik özendiriliyor” vurgusu da basit bir algı yönetimi değil, köklü bir siyasetin dışavurumu. Toplumsal mücadeleleri halka halka ayrıştırarak bastırma siyasetinin bir parçası bu söylem.

AKP iktidarı Kılıçdaroğlu’na “Kürt sorununun çözümüne ilişkin önerilerimizi seçimden sonra konuşuruz” dedirten başarısını, bizzat kadın hareketinin/feminist hareketin hetero-patriyarkaya karşı mücadelesinde İstanbul Sözleşmesi bağlamında eşcinsellik özendiriliyor diyerek ve Boğaziçi Üniversitesi direnişinde LGBTİ+’ları özel olarak hedefe koyarak tekrarlamaya çalışıyor. AKP hayalindeki toplumu yeniden inşaya yönelirken işçi sınıfının, Kürtlerin ve kadınların kazanımlarının yanı sıra LGBTİ+’ların bütün kazanımlarını ve toplumsal/siyasal meşruiyetlerini ortadan kaldırmayı hedefliyor.

Bu durumda faşizme karşı mücadelenin, sadece AKP-MHP iktidarını seçimle alaşağı etmeye çalışan sağlı sollu siyasal yelpazenin “hassasiyetleri” dikkate alınarak hayata geçirilebileceğini düşünmek aslında adım adım yenilgiyi inşa etmek anlamına gelecektir.

Yani AKP-MHP karşısında, egemenliklerinden taviz vermeye niyeti olmayan Türk-dindar- hetero- erkek hassasiyetlerini gözeterek oluşturulacak bir muhalif blokun faşizmi geriletmesi mümkün değildir.

Bugün, istediğimle sevişirim, cinsiyet kimliğime kendim karar veririm, aileniz batsın, erkek şiddeti karşısında kadınlar hayatlarını savunsun, ölmemek için gerekirse öldürsün, em xwe diparêzin, emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz bizimdir, diyenleri açıktan içermeyecek bir faşizme karşı mücadele cephesinin, sadece seçimlere endeksli bir siyasetle, Temel Karamollaoğlu ile Meral Akşener’in insafına kalacağını görmek gerekiyor. Yani en bildik deyimle kurtuluş yok tek başına…

1 Şubat 2021 Yeni Yaşam Kadın Eki

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu