Makaleler

FITRATLARINDA VAR!

T. Erdoğan’ın Soma maden katliamından sonra, tıpkı daha önceki maden cinayetlerinde olduğu gibi “mesleğin fıtratında var bu” diyerek, cinayetteki sorumluluğunu hafifletmeye çalıştığı biliniyor. İdeolojik formasyonuna uygun ve daha çok İslamcı jargonun ürünü olan “fıtrat” kavramını; “karakter, tabiat, mizaç, yapı” olarak tanımlayabiliriz. İslamcıların tahayyülünde bu tanımlamaya “yaradılış, adetullah” kavramlarını da eklemek gerekir.

T. Erdoğan’ın iktidar pratiğinin kısa bir değerlendirmesi bile bize onun fıtratı hakkında yeterli bir fikir verir. Dolayısıyla biz T. Erdoğan’ın fıtratında faşistlik var dersek yanlış demiş olmayız. Ama onun kişisel olarak faşist olması bir şey ifade etmez. Nihayetinde T. Erdoğan’ın bir birey olarak yapabileceği, markete dalıp kendine yuh çeken vatandaşı tokatlamak ya da bakanlarını yumruklamakla sınırlı kalır. Aile meseleleri ve özellikle “Bilaloğlan”la olan ilişkisi tamamen kişiseldir ve bizi ancak halktan çaldıkları paraları sıfırlamaya çalışırlarken ilgilendirir. Asıl önemli ve tehlikeli olan direksiyonunda oturduğu devlet aygıtının faşist olmasıdır.

Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısından dolayı zayıf bir burjuvaziye sahip olması, (bakmayın siz “yeni” Türkiye masallarına, “milli oto” yapamayan bir sanayi, Erdoğan’la görüşmek için Barzani’yi araya sokmak zorunda kalan büyük burjuvalar var memlekette!) beraberinde kendisi de artık Türkiye’de sadece siyasi irade olarak değil, ekonomik olarak da bir güç olan, (milyarlarca liralık servete sahip olduğu bir sır değil) T. Erdoğan’ın; hem hakim sınıflar arasındaki iktidar mücadelesinde hem de kitlelerin mücadelesini bastırmada, -katletme de dahil olmak üzere- her türlü şiddet aracını devreye sokmasına yol açmaktadır. Oluşturduğu “havuz medyası”yla kendisine rakip olan ya da muhalefet eden her türlü güce yönelik manipülasyon kampanyaları sürdürmektedir. Bu anlamıyla “yeni” Türkiye’nin belki de “eski” Türkiye’den daha iyi olduğu noktalardan biri de, “muktedirin her zaman mağdur” olabilmeyi başarabilmesidir! Türk hakim sınıfları her zaman kitlelere yönelik faşist terör estirmişlerse de hiç bu kadar yüzsüz ve arsız olmamışlardı!

Türkiye’de zayıf burjuvazi, iktidarını koruyabilmek için sürekli olarak kitlelerin mücadelesini her türlü manipülatif haberlerle saptırıp, olduğundan farklı göstermeye ve zorla, şiddetle, baskıyla ezmeye çalışmıştır. Türk hakim sınıfları, iktidarlarını korumak için buna mecburdurlar. Öte yandan iktidara feodalizmin kalıntısı sınıfların da ortak olması beraberinde kitlelerin mücadelesini bastırmak için kullanılan söylemlerin dinsel (türbanlı bacı, camide içki vb.) argümanlar kullanılmasını doğurur. Bu durum hakim sınıfların kitlelerin mücadelesine bir yandan mehter marşlarıyla, allah allah nidalarıyla ve pek tabii ki kurşunla, bombayla, tomayla saldırmasına neden olur. Dolayısıyla ülkemizde burjuva demokrasisi, -Kemalist iktidar dönemi de dahil- faşizan ve feodal bir karakter taşımaktadır.

An itibariyle farklı olan durum, T. Erdoğan’ın hem kendisi, hem de temsilcisi olduğu kliğin sınıfsal çıkarlarını savunmak ve sömürüden daha fazla pay almak için, kitlelerin mücadelesine yönelik uygulanan açık faşist şiddet dışında, rakip kliğe yönelik devlet aygıtının bütün olanaklarını kullanarak (vergi denetimi, ihale, kredi vb.) saldırılmasıdır. “Eski” Türkiye, “yeni” Türkiye tartışmaları eşliğinde, T. Erdoğan’ın temsil ettiği kliğin devlet aygıtında kendi güçlerini tahkim etmesidir yaşanan. Geçmişte Kemalist kadroların önemli oranda geriletilmesine, şimdi Fethullahçı denilen bürokratların tasfiye edilmesi eklenmiştir. Buna rağmen T. Erdoğan başta Gezi İsyanı’nın yarattığı sarsıntı olmak üzere, açığa çıkan yolsuzluk, rüşvet ve pek tabii ki hırsızlık olayları nedeniyle en güçsüz dönemini yaşamaktadır.

Tabii bu arada hakim sınıf klikleri arasındaki mücadele de tüm hızıyla sürmektedir. Son olarak bu saldırı furyasına istifa etmek zorunda kalan “tezekli burjuva” TÜSİAD Başkanı da eklenmiştir. Dikkat çekici olan nokta ise, AKP iktidarına karşı “demokrasi mücadelesi” verenlerin, söz konusu işçi sınıfı olduğunda, hak talebine yönelik dışkılı saldırıda bulunması gerçeğidir. Bir yanda işçi sınıfını tokatlayan T. Erdoğan, diğer yanda işçisine dışkılı muamele yapan burjuva! Bu alçaklar kendi aralarında dalaşırken bile, fıtratlarına uygun olarak işçi sınıfına, halka saldırmaktan geri durmamaktadırlar. Söz konusu işçi sınıfı ve halk olduğunda kendi aralarındaki dalaş tali duruma düşmekte, işçi sınıfı ve halka saldırı esas olmaktadır. Çünkü fıtratlarında bu vardır.

Taşeron yasası:

Halka saldırının yeni halkası

Nitekim Soma katliamından sonra hedefe konan “taşeron sistemi”ne dair iktidarın attığı adımlar bunu bir kez daha kanıtlamaktadır. Meclise torba yasa içinde gelen “Taşeron Yasası” büyük ihtimalle meclis tatile girmeden yasalaştırılacaktır. Yasanın neler içerdiği T. Erdoğan’ın açıklamalarında görülebilir. T. Erdoğan Soma katliamı nedeniyle teşhir olan işçi düşmanlığı ve katilliği fıtratını gizlemek için, madencilere iyileştirmeler yapılacağını ilan etmektedir. Yani düpedüz yalan söylemektedir.

Örneğin madencilerin çalışma saatlerinin 6 saatle sınırlandırılacağını açıklarken, her zaman yaptığı gibi doğru söylememektedir. Çünkü biz biliyoruz ki işçiler çok daha uzun saatler çalışmaktadır. Soma’da madenciler yasal olarak 8 saat çalışsalar bile ocağa girdikleri ve çalışma yerlerine gittikleri zaman süresi mesaiden sayılmamaktadır. Çalışma süresi 2 saat gidiş 2 saat geliş olmak üzere 12 saate yaklaşmaktadır. Böylelikle T. Erdoğan madencilerin işte geçirdikleri zaman süresi 10 saate düşürmeyi çok önemli bir adım olarak sunmaktadır. Çözüm gerçekte işçilerin ocağa girişinden başlayan çalışma saatini 6 saatte sabitlemek ve daha fazla çalışmayı yasaklamaktır. Gerçekten işçi sınıfının talebine yanıt olunacaksa madenlerin kamulaştırılması önerisi dikkate alınmalıdır.

Ama fıtratında işçi düşmanlığı ve katilliği olan T. Erdoğan ve AKP bırakalım, bu taleplere yanıt olmayı tam tersi adımlar atmaktadır. Maden işçilerinin büyük tepkisine neden olan ve kaldırılmasını istedikleri taşeron düzenine “çözüm” olarak sunulan yasayla taşeron düzeni genelleştirilmekte ve yasal statüye kavuşturulmaktadır. Yaşanan tıpkı Marmara depreminden sonra, depremi fırsata dönüştürerek şehirlerin yağmalanmasına hizmet eden “rantsal dönüşüm” yasalarının çıkarılmasında olduğu gibi, bu yasa ile AKP, taşeron düzenini mutlaklaştırırken, aynı zamanda taşeron uygulamaları, olabilecek en yaygın sınırına kadar genişletmeyi amaçlamaktadır. Örneğin kamu ihalelerini yeniden düzenleyecek olan yasayla kamu işlerini bir bütün olarak taşerona devredilebilmesi öngörülmektedir.

 

Yılan yılandır ve yılanlığını yapacaktır!

T. Erdoğan ve AKP fıtratında olan işçi sınıfı ve halk düşmanlığını, Kürt ulusal sorununda da göstermektedir. Son bir buçuk yıldır Kürt sorununda “çözüm” adımları atıldığını duymaktayız. Kamuoyuna açıklanmayan “çözüm süreci”nde ne yaşandığını bilmemekle birlikte, T. Erdoğan ve AKP’nin, Gezi İsyanı sürecinde nasıl “çözüm yanlısı” olduysa, Kürt meselesinde de öyle “çözüm yanlısı” olduğunu söyleyebiliriz. Türk hakim sınıflarının politikalarının Kürt sorununda “çözüm” değil “çözmek” olduğunu, bunun için “entegre bir siyaset” yürüttükleri sır değil. Onları bu adımları atmaya zorlayan bir yanıyla hakim sınıflar arasındaki iktidar mücadelesi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleriyken, diğer yanıyla Kürt ulusal hareketinin örgütlediği direniş ve mücadeledir. Ki esas olan budur.

TC devletinin ve dolayısıyla T. Erdoğan’ın fıtratında Kürt düşmanlığı vardır. Nitekim, Lice’de 15 gündür süren saldırı ve en son 2 kişinin öldürülmesi bunun kanıtıdır. Yaşanan bir yanıyla Hunan köylüsünün şu öyküsünü andırır: “Bir kış günü, rençberin biri soğuktan donmuş bir yılan bulmuş. Yılanın haline çok üzülen rençber onu alıp koynuna sokmuş. Yılan rençberin sıcaklığıyla kendine gelmiş, doğal içgüdüleri yeniden canlanmış ve kurtarıcısını ölümcül bir biçimde sokuvermiş. Rençber son nefesini verirken şöyle demiş: ‘Kötü bir yaratığa acıdığım için, hak ettim bunu.’ (Ezop Masalları’nda İyiliğe Kem’lik; Aktaran M. Zedung, Seçme Eserler, Cilt 4, s.291) T. Erdoğan ve temsil ettiği TC devleti, Kürt sorununda aldığı darbeler nedeniyle “donmak üzereyken” çözüm adımı atmak zorunda kaldı. Gezi İsyanı bu donmayı daha da artırdı.

T. Erdoğan’ın iktidar kliği içinde yaşanan dalaş nedeniyle en zayıf koşullarda bulunduğu unutulmamalıdır. Hiç kuşkusuz ki bu T. Erdoğan’ın ve faşist TC’nin sorunudur. Ama “çözüm” için masaya oturulan T. Erdoğan’la, şu andaki Erdoğan aynı konumda değildir. Görünen TC açısından “çözüm” için yapıldığı söylenen entegre siyasetin 2015 seçimlerine kadar süreceğidir. Bu politikanın Kürt ulusunun demokratik haklarını kazandırıp kazandırmayacağını ise süreç gösterecektir.

Tarihsel tecrübe, TC’nin bir yandan “çözüm” derken diğer yandan saldırılarını devam ettireceği, devlet fıtratının elden bırakılmayacağını göstermektedir. Burada önemli olan husus TC’nin yılan olduğunun bir an bile gözden kaçırılmaması ve başta A. Öcalan olmak üzere ulusal hareketin kimi önderlerinin dillendirdikleri, “başkanlık”, “Türk-Kürt İslam Sentezi” ve “Ortadoğu başta olmak üzere bölgeye açılma” gibi politikalarla, donan yılanın canlandırılacağıdır. “Türk-Kürt İslam kardeşliği” vb. politikalarıyla yılanın canlanması sağlanırsa, ilk olarak -fıtratına uygun biçimde- başta Kürtler olmak üzere halkı sokmaya devam edeceği açıktır.

Kuşkusuz ki Kürt ulusal hareketinin savunduğu taleplerin önemli bir kısmı demokratiktir ve sınıf bilinçli işçilerin savunması, propaganda etmesi gereken taleplerdir. Kürt hareketinin, kimi çok önemli söylemlerini (Özgürce Ayrılma Hakkı’nı ret eden, silahlı mücadeleyi “mahkum” eden vb.) eleştirerek; asıl olarak ulusal çelişki de dahil olmak üzere, daha bir dizi çelişkinin çözümü için çalışmak sınıf bilinçli devrimcilerin görevidir. Türk, Kürt uluslarından ve çeşitli milliyetlerden işçi sınıfının ve halkın bütün çelişkilerinin çözümünün yolu, ülkemizde demokratik devrim yoludur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu