Makaleler

Suriye’de kartlar yeniden dağıtılırken…

Belki de daha uzun bir süre Halep’e ilişkin incelemeler yapacağız. Zira TC devletinin jeo-stratejik politikalarının çöküşünün adı oldu Halep. Öncesinde Kobanê ile başlayan bu çöküş, ve şimdi Halep’in düşmesi ile TC’nin yaşadığı sendrom oldukça önemlidir. Zira dış politika yaşadığı batak pozisyonunu iç politikada saldırganlığı ile gösteren TC-Osmanlı tahayyülü ile toplumsal hafızada Suriye’de hak sahibi olduğunu iddia etmekte ve devamında toplumsal olarak Suriye ile savaşa girişmenin ya da orada bulunmanın meşru zeminini yaratmaktadır.

Halep’in düşmesinin ülkemizdeki toplumsal karşılığı ise kendi varlığını orada hisseden kesimler tarafından memnuniyetle veya öfkeyle karşılanmaktadır. Rus Büyükelçisi’ne dönük gerçekleştirilen suikastın böylesi bir zemine sahip olduğu bilinmelidir. Suikastın arkasında bir örgütün aranması bir yana bu suikastın Türk devletinin dış politikası ile taşıdığı paralellik pek doğaldır ki suikastın kimler tarafından yapıldığını göstermektedir. Suikastın hemen ardından gelişmelerin Gülen Cemaati ile bütünleştirileceği tahmin edilmekteydi. Zaten AKP açısından da Gülen Cemaati’nin muazzam bir aklanma aracına dönüştürüldüğü ve kendi içindeki gerilimleri daha uzun bir süre bu şekilde atacağı ortadaydı. AKP bugün iç politikada uyguladığı terörizmi, FETÖ ismiyle yarattığı örgüte atarak hem politikasını işletiyor hem de kendini bu sürecin yaptırımlarından arındırıyor.

İşte tüm bu gelişmelerin AKP’nin dış politikadaki batak durumu ile doğrudan bir bağlantısı vardır. Ve bu sendromun sonuçlarını ilerleyen dönemde daha farklı gündem ve krizlerle karşılaşacağız.

 

Halep sürecinin kimi ayrıntılarına dair

DAİŞ’in Halep’te yaşadığı yenilginin ardından DAİŞ’in mutlak bir yenilgi içerisine girdiğini düşünmek yanlış olacaktır. Zira Halep yenilgisinin ardından DAİŞ’in birçok bölgede yenilginin yarattığı reaksiyon ile hareketleneceği ortadadır. DAİŞ daha çok Avrupa ve Amerika’daki ve bölgedeki şeyhler arasındaki destekçileri, siyasi ve diplomatik alanlarda Halep’in enkazı altında kalan “jeo-stratejik projelerini” telafi etmek için, siyasi, diplomatik ve tebliğ alanlarında çalışıyor. 2011 yılından bu yana DAİŞ’in devletleştiği ve bunu büyük oranda TC eliyle gerçekleştirdiği ortadadır.

Halep’in düşmesinin ardından özellikle Mısırlı ve Norveçli oyuncular tarafından hazırlanan videolarla uluslararası toplumda dökülmek istenen timsah gözyaşlarına şahit olduk. Elbette savaşın ortaya çıkaracağı sonuç daha farklı olamazdı. Halep’e dair gözyaşları özellikle reformizm rüzgarı içinde bocalayan birçok devrimci akım içinde de etkisini buldu. Savaş içinde alazlanmayan ve bunun çelişkiler yumağını çözümleyemeyen hareketlerin Ortadoğu’da DAİŞ’e karşı verilen savaşı anlamaları da beklenemez. Kuşkusuz Halep’i düşüren aklın devlet olması, bugün Halep’in düşmesinin veya bunun için verilen savaşın desteklenemeyeceği anlamına gelmemelidir.

ABD ve bölgesel güçlerin bu şartı terk etmesindeki temel neden DAİŞ’in bir türevi olan El- Nusra’nın bölgedeki gücü elinde bulundurmasıydı. Ancak Suriye ordusu Halep’e girince bu teklif ABD bölgedeki diğer hizmetkar devletler tarafından sunuldu. Suriye Ordusu bu teklifi insani kalkan olarak kullanılan El-Fua ve Kefriya halkının güvenliğinin sağlanması iken ABD bu teklifini İdlib’te yeni bir savaş sahasının oluşturulması için sundu.

Bugün Halep kuşatmasında çeteleri kurtarmak için Amerika’dan David Askotvatoyner, İsrail’den Sholomo Aram, Katar’dan El-Tamimi El-Haric ve dört diğer komutan, Ürdün’den Mecid Kasım El-Tayvari ve Fas’tan Muhammed Şafii El-İdris bir araya gelerek bölgede savaşı yeniden koordine etmenin planlarını yapıyorlar.

TC devleti ise bölgede DAİŞ’in farklı bir isimle unvanlandırılması ve bölgede varlığını korumasını amaçlıyor. TC devletinin Moskova’da düzenlenen üçlü zirvede yayımlanan bildiriye “İran, Rusya ve Türkiye, IŞİD ve Nusra ile ortak mücadele ve onlar ve silahlı muhalif gruplar arasında ayrım yapma konusunda kararlıdır” maddesini koymaya çalışması, fiili olarak terörist grupların varlıklarını farklı unvanlarla sürdürebilmelerinin yolunu açık tutmaya çalıştıklarını göstermektedir.

Bu nedenlerin kabul edilir olması ya da olmaması dışında Moskova’daki üçlü zirvenin temel sorunlarından bir diğeri de Suriye hükümetinden temsilcilerin bu zirvede bulunmamasıydı. Tahran’ın politikasının her zaman “Suriye’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü” savunmak olduğu dikkate alındığında, Suriye’nin bu savaşın sonunda bağımlılığını kime teslim edeceğini ortaya koyuyor. İran yayılmacılığını bu şekilde şimdiden sağlamıştır ve Suriye’nin kaderini belirleyecek bir noktaya ulaştığını ilan etmektedir.

Sonuç olarak Halep’in düşmesi emperyalist politikaların Suriye açısından artık daha karmaşık olmayacağını ve sınırların çizilmeye başladığını gösteriyor. Safların ve güç dengelerinin oturduğu bu dönemde artık kartları karmak kimin kaybedeceğinin planlarını yapmak anlamına geliyor. Bu süreçte Rojava’nın kaderi önemlidir. Suriye devletinin Rojava’ya nasıl yaklaşacağı önemlidir. Bu açıdan bu sürecin analizlerinin sürekli yapılması, tartışılması ve bölgedeki bu sürecin kalkınması için desteğin sunulması önemlidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu