Makaleler

GEZİ’NİN YIL DÖNÜMÜNDE ONA GÖNDERİLEN EN KİRLİ SELAM!

“Kendimiz, Kopenhag’da, ‘Bilderberg’deyiz. Gönlümüz, İstanbul’da. Gezi’de.

Demokrasi ve özgürlüğün yanındayız. Bilderberg’den Gezi’ye Selam!” (Cengiz Çandar, Radikal, 1 Haziran 2014)
Cengiz Çandar davet edildiği ve katıldığı 2014 Bilderberg toplantısından ilk yazısını bu şekilde sonlandırmış.
Türkiye tarihinin en görkemli, yaygın ve uzun sayılacak bir halk isyanına gönderilen bu selamın geldiği yere biraz yakında bakmakta fayda var. Bilderberg toplantısı 1954 yılında Hollanda’da yapılan ilk toplantının gerçekleştiği bir otelin ismini almış.

Bu toplantı Polonyalı sosyolog-siyasetçi Josef Retinger’in Avrupa’daki Amerikan karşıtlığına karşı Atlantik’in iki yakasını birleştirme amacıyla kurulmuş. Aslında ise bu organizasyon komünizmle mücadele ekseninde “Soğuk Savaş” konsepti etrafında emperyalist güçlerin organize olarak güçlerini birleştirdiği bir sürecin ürünüdür.

Atlantik’in birleştirilmesi fikri zaten askeri ayak olan NATO ile çoktan hayata geçmişti. Bilderberg ise kapitalist emperyalist sistemin kendisini yeniden nasıl üreteceği, komünizmle ve ezilen halklarla siyasal, ideolojik, sosyal temelde nasıl mücadele edileceğine dair hayata geçen yüzlerce fikir ve düşünce organizasyonlarından birisi ve belki de en gelişkinidir.
Bilderberg toplantılarının çekirdeğini dünyanın en güçlü tekellerin patronları, siyasetçileri, bürokratları oluşturuyor. Bu 50-60 kişilik çekirdek kadronun dışında birçok ülkeden her yıl farklı politikacı, gazeteci, iş adamı ve akademisyenlerin katılımıyla 130-140 kişiyle toplantılarını gerçekleştiriyor. Bilderberg uzun süre bir şehir efsanesiydi.

Dünyanın yörüngesini belirleyen, gidişatına dair yol haritalarının çizildiği uluslararası bir gizli hükümet muamelesi gördü. Hem organizatörlerin, hem de katılımcıların gücü ve niteliği, hem de toplantıların içeriğine dair mutlak gizlilik ilkesi bu algının oluşmasına neden olmuştur.
Bunun bir yanıyla gerçekliği içerdiği açıktır. Bu organizasyon her yıl dünyada ön plana çıkan ekonomik, siyasi sorunları gündemine alarak tartışmakta ve hiç kuşkusuz belli yönelimler oluşturmaktadır.

Büyük tekellerin ve emperyalist devletlerinin politikacılarının bu neviden fikir fırtınalarından faydalanmaması düşünülemez. Emperyalist sistemin parçası olan yarı-sömürgelerin siyasetçisi, iş adamı, akademisyen, kamuoyu belirleme gücü olan gazetecileri de bu organizasyon içine katarak hem yönelimlerine dair bir kavrayış yaratıyorlar, hem de entegrasyon denen süreci kolaylaştırıcı bir ilişki biçimi yaratılıyor.

Türkler ve Bilderberg Mesaisi!
Türkiye’nin Bilderberg mesaisi ise 1957’de başlıyor. Bu toplantıya İngiltere Büyükelçiliği ve NATO daimi temsilciliği yapan Muharrem Nuri Birgi katılıyor. Adnan Menderes de daveti kabul etmesine rağmen katılamıyor. M. N. Birgi 1980’lerin sonuna kadar bu toplantının adeta gediklisi olmuştur. Ancak Türkiye’den bu toplantıya katılanların listesi oldukça zengin.

Bülent Ecevit’ten (1975) Erdal İnönü’ye (1990) Mesut Yılmaz’dan (1990) İsmail Cem’e (1989 ve 1998) Mehmet Ağar’a (2003) kadar birçok üst düzey siyasetçinin bu toplantılarda yerini aldığını görüyoruz. 1980 öncesinde daha çok iş dünyasından ve bürokrasiden yaygın bir katılımın olduğunu görüyoruz. Ama 1980 sonrası bunlara özellikle siyaset cephesinde hükümetleri temsilen istikrarlı ve sürekli bir katılımın olduğunu görüyoruz. 2000’li yıllardan sonra bu toplantıların iki gediklisi var. Birisi Ali Babacan diğeri ise Mustafa Koç. Bu ikili son 12 yılda bir toplantı hariç hiç bir toplantıyı kaçırmamış.
Bu toplantıların Türkiye’ye dair belli zamanlar yoğunlaşma içinde olduğunu görüyoruz. Örneğin 1975’de tam 14 kişilik bir katılım gerçekleşmiş. Kıbrıs işgalinden hemen sonraki bu süreçte, katılımcıların niteliği de oldukça ilginç. Bülent Ecevit de dâhil olmak üzere bir dizi bakan ve en güçlü komprador burjuvalar toplantıda bulunmuş.

Kıbrıs nedeniyle yaşanan gerginlikler ve gündemde olan ambargoya karşı emperyalist sistemle ilişkilerin başka mecralarda nasıl bir “beyin fırtınasıyla” dizayn edildiğini göstermesi açısından çarpıcıdır bu durum.
C. Çandar Bilderberg için “… aleyhinde gösteri yapanların, toplantıya bakanların kimliklerine bakarak, ‘dünya gizli hükümeti’ toplantısı yapıldığından kuşkulanmalarına imkân verecek kadar ‘güç ve sıfat birikimi’ söz konusu gerçekten de” demektedir. (Radikal, 1 Haziran) C. Çandar’ı referans alırsak dahi Bildenberg’in kuruluş tarihine, amacına bakmaksızın bu organizasyonun nasıl bir halk düşmanı, karşı-devrimci amacı olduğunu anlamak zor değildir. “Beyin fırtınasını” emperyalist sistemin güvenliği, bekası, daha fazla kar sağlaması üzerine yaptıklarını görmek mümkündür. Ezilen halklar içinse bu kan, gözyaşı, zulüm, baskı, zorbalık, iş katliamları anlamına gelmektedir.

C. Çandar’ın bahsettiği “güç ve sıfat birikimi” bundan başka bir anlama gelmiyor.
Bu toplantılara davet edilen her Türk’ün koştura koştura gittiğini görüyoruz. Bildenberg’in en yaman karşıtlarından Fehmi Koru 2006 yılında yapılan daveti tereddütsüz kabul ettiğini ifade ediyor. Aynı Fehmi Koru 2 Haziran Star gazetesinde Taha Kıvanç müstehar ismiyle yazdığı yazıda Bildenberg’in çöküş içinde olduğunu diline dolayarak, yeniden muhalefete geçmiş gözüküyor. Ama bu durumu “kedinin uzanamadığı ciğere pis demesine” benziyor.
Gezi İncir Yaprağınız Olamaz!
Şimdi en başa dönelim. C. Çandar kendilerini protesto eden ama sayıları toplantıya katılanlardan az olanlara karşı toplantıda yapılan alaycı değerlendirmeleri aktarıyor. Sonra katılımcılardan Nilüfer Göle’ye şaka yollu takılarak “Bizim ‘Gezici’ olduğumuzu söylesene onlara…” dediğini aktarıyor. C. Çandar’ın bir “Gezici” olarak bulunduğu toplantıdan Geziye salladığı selamın anlamını bir düşünelim.

Gezi isyanına sallanan bu “dost” selamının bir karşılığı var mı? Gezi isyanının üzerinde birçok kirli el ve emel dolaşmaktadır. Ancak bu kadar kirlisi sanırız olmamıştır.
Bildenberg’den Geziye gönderilen selam Irak’ta petrol uğruna akıtılan oluk oluk kanın, yüz binlercesi katledilen Afgan halkının, Suriye’de boğazlanan çocukların, Kürdistan’da katliamcılığın ve inkarcılığın, Filistin’de kolları kırılan katledilen işkenceden geçirilen çocukların, Afrika’da her on yılda bir yaşanan soykırımların, Guantanamo’da-Ebu Gureyib’te-F tiplerinde işkencelerden geçirilen mazlumların, Latin Amerika’da yüz binlerce insanın katledilmesi on binlercesinin kaybedilmesi ile sonuçlanan faşist darbelerin gerçekleşmesine fikri ve maddi zemin sunanların selamıdır. Bu eli kanlı, “gölgesini satamadığı ağacı kesen”, neo-liberalizmle halkları iliğine kadar sömürenlerin diyarında, onlara fikir verenlerin gönderdiği selam Gezinin üzerine kar uğruna, petrol uğruna oluk oluk akıtılan ezilen halkların kanının utanmazca boca edilmesidir.
Gezi bu kan deryasında beslenenlerin parçası değil, bu kan deryasına karşı kanı akıtılanların parçasıdır.

Bu uğurda sekiz canını feda etmiştir. C. Çandar’ın liberal dünya görüşü ile emperyalist dehlizlerde ve uluslararası toplantılarda girmediği delik kalmadığını biliyoruz. Kendi deyimiyle Kürt sokağının da sevgilisi, bir numaralı Gezici olan bu liberal, emperyalist sevicisi şahsiyetin Kürtler üzerindeki elide, Gezi üzerinde dolaşan elide kirlidir.

Çandar konumlandığı yer, baktığı nokta ve “üstün aklını” emperyalist zalimliğin, zorbalığın, katliamcılığın ve vahşetin hizmetine sunarken, Geziyi (ve Kürt meselesindeki tavrını) bu gaddarlığa payanda yapacak kadar yüzsüzlük ve utanmazlığına yeni halkalar eklemeyi de başarmaktadır.
Gezi üzerinde dolaşan kirli şoven, faşist ellerde, liberal “özgürlük eldivenli” ellerde Gezi’nin özü ve özetini, sadeleşmiş isyancı ezilen niteliğini kuşkusuz kirletemeyecektir.

Gezi’yi kirli iktidar kavgalarının, iyi kokladıkları emperyalist yönelimlerin bir uzantısı, basamağı yapma hesabı belli ki kolay bitmeyecek. Ancak onlara buradan çıkacak hiçbir ekmek olmadığını tarih onlara gösterecek.

İsyancı Gezi kalkışması suyun çatlağını bulması gibi çatlağını bulacaktır. O isyan mutlaka yıkıcı ve yapıcı bir şekilde devrimci zırhı kuşanarak bu cenahı da korku ve endişeye gark edecek şekilde hedefine yönelecektir.

 

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu