Makaleler

Dünü ve bugünü ile hapishaneler-3

Tecrit ve tretman politikaları

Sistemin, hapsetme ile hedeflediklerine ulaştırmasının önündeki ilk engel mahkûmdur.

Mahkûmun hem tek tek hem de kitlesel olarak bu sömürü çarkına katılımı sağlanmalıdır. Bunun yolu da çoğunlukla baskı ve zor olmaktadır. Bilinen anlamıyla fiziki şiddet, insanlığın tüm dünyadaki mücadelesi ve kazanımlarının bir sonucu olarak hapishanelerde de ortadan kalmak zorunda kalmıştır. Bunun yerine, içinde kimi zaman fiziki şiddeti de alan tecrit ve tretman politikaları geliştirilmiştir.

Hapsetme, kapitalizmle birlikte bir ceza yöntemi haline gelmiştir. Tecrit ve hücre sisteminin ilk hapishanesi ise Amsterdam Rashuis olmuştur. Bu hapishanede 4-12 kişilik hücreler ile grup tecridi uygulanıyordu. Çalışmanın zorunlu olduğu bu model “flaman modeli” olarak adlandırılmıştır. İkinci “ıslah etmenin temel koşulu” olarak tecridin eklenmesidir. Bu modelde zorunlu çalışmanın yanı sıra tecrit aracılığı ile mahkum yalnızlaştırılıp, din-inanç vb.nin etkisinde kullanılarak hâkim ideolojinin yeniden oluşturulması hedeflenmektedir.

Üçüncü model “Philedelphia Modeli”dir. Amerikan sisteminin siyasal yenilenme çabalarına bağlı olarak gelişen bu model öncekiler gibi kısa ömürlü olmadı. 1850’lerde ortaya çıkacak olan “ıslahat hareketi” ne kadar yeniden ele alınarak geliştirildi. 1730 yılında Phidelphia kentinde kurulan Walnut Street Hapishanesi’nde uygulanmaya başlanan bu modelde; atölyelerde zorunlu çalışma, mahkûmların sürekli meşgul edilmesi, hapishanenin mahkûmların çalışmasıyla finanse edilmesi, mahkûmlara tahliye olduklarında verilmek üzere ücret verilmesi, zamanın ayrıntılı bir biçimde plana bağlanıp yaşamın mutlaklaştırılması, sürekli gözetim gibi uygulamaları içeriyordu. Bu modelde mahkumlar hücrelerinde zorunlu çalışmaya tabi tutuluyor, gardiyanlar ve ara sıra gelen ziyaretçiler dışında kimseyle görüştürülmüyorlardı. “Ayırma sistemi”, “mutlak soyutlama” adları da verilen bu sistem 19.yy. boyunca Batı’da en yaygın kullanılan hapishane modeli oldu. ABD bir süre kullanıp terk edip bu modeli “Yüksek Güvenlikli Hapishane Modeli” olarak Türkiye gibi ülkelere ihraç etmektedir. Bu model F Tiplerinin dayandığı modeldir.

1791’de J. Bentham’ın “Panoptican” adlı, gözetlemeye dayalı model bir diğer model olarak uygulanmaya geçti. Bu modelin sonuçları topluma okullarda, hastanelerde, askeriyede, fabrikalarda, sokakta vb. her yerde gözetlenmesi olarak yansıyacak, toplum yaşamı yarı açık hapishaneye dönüştürülecektir. Bu modelde gözetleme, ortada bir kule ve bu kuleden tüm hücrelerin gözetlenmesini sağlayacak bir mimari yapı ile mümkün oluyordu. 1791’in teknik olanakları gözetlemenin farklı alternatiflerine olanak vermediğinden hapishane buna imkân verecek şekilde bir mimariye sahip oluyordu. Fakat günümüzde kameralar her mimari koşulda gözetlemeye imkân verdiğinden, Panoptican modelle hedeflenenler mahkûmun kullanım alanlarına, “güvenlik” vb. uydurma gerekçelerle kameralar takılması ile hedeflenmektedir.
Tıpkı Haziran Direnişi sürecinde olduğu gibi saldırıya uğrayanların lehine görüntüleri kaydettiği süreçlerde nasıl oluyorsa ya bozuk ya tamirde bulunan bu kameralar mahkûmların lehine durumlarda aynı şekilde bozuk oluyorlar. Bununla birlikte mahkûmun 24 saati gözetleniyor.

Mahkûm hangi davranışı, hangi gerekçe ile cezalandırılacağını bilmeksizin sürekli olarak gözetlemenin baskısı altındadır. Örneğin, bir havalandırmadan gelen bir topu başka bir havalandırmaya atmak “örgütsel iletişime yardım” olarak kabul edilip cezalandırılabilecektir. Veya volta sırasında arkadaşınızla yapacağınız bir tartışma idarece birlikte kalınan kişileri tehdit, hakaret, baskı altına alma vb. olarak ele alınıp, hiçbir şikâyet olmasa bile cezalandırılabilinecektir.

Yine bugün “bireysel yaşama saygı”nın ispatı olarak ses kayı yapmayan cihazlar takıldığı söylense de, ileride bu cihazla yine “güvenlik” nedeniyle ses kaydı da yapanlarla değiştirilebilecektir. Bu durumda, hapishane idaresinin uygulamalarını, devletin uygulamalarını vb.ni eleştirmek, disiplin cezalarına gerekçe olabilecektir. Tüm bunlar bir yana bireyin tüm aile yaşamı bu kameralar ile gözetim altına alınmış olacaktır. Aile sıkıntılarını arkadaşı ile paylaşan mahkûmun en mahrem sırları onu “hasta” olarak gören ve “ıslah” etmek için her yolu mubah sayan bir idarenin eline geçmiş olacaktır. Görüleceği gibi mahkûm özel yaşam alanına takılan kameralar ile sürekli gözetimin amacı olan mutlak tecride kendi rızası ile kendi kendisini mahkûm etmeye yönlendirilmektedir.

Mahkûm idare ile paylaşmak istemediği hiçbir şeyi kendi arkadaşı ile de paylaşamamaktadır. Mevcut tecrit bu yolla daha da ağırlaştırılmaktadır.
Kameralar ile bireyin dostları ile paylaşımı sınırlandırılıyor, yeni keyfi cezalandırmaların önü açılıyor, mahkûm ne zaman nasıl izlendiğini bilmeksizin sürekli bir izleme stresine maruz bırakılıyor. Tecritteki bireyin bir de kendi kendisine sınırlamalar getirmesi, kendi kendisini tecride alması hedefleniyor. Bunlar yapılabilsin diye burjuva hukukça sıklıkla getirmesi kendi kendisini tecride alması hedefleniyor. Bireysel yaşamın dokunulmazlığı kameraların tecavüzü ile son bulurken burjuva hukuk sistemi bu tecavüzü de aklayıp, paklıyor tecavüzcüleri değil mağduru suçlu ilan ediyor.

1840’da Avustralya’nın doğusunda bir İngiliz Ceza Kolonisi olan Morfolk adasında Yüzbaşı Alexsander Moconochie “Not sistemi” diye bilinen bir sistem geliştirdi. Bu sistem mahkûmların önceden belirlenmiş cezalarını yatmaları yerine not toplamalarına dayanıyordu. “İyi davranış, sıkı çalışma” not kazanırken, “itaatsizlik ve çalışmama” not kaybettiriyordu. Bu sistem, cezanın suça uygun olması yerine, mahkûmu hegemonya altına almayı esas alıyordu. İngiliz sömürgeciliğine direnenleri ve sosyalistleri hedef alan bu uygulama, 1900’lerde yerini “İrlanda Modeli”ne bıraktı.

“İrlanda sistemi” üç aşamadan oluşuyordu. İlk aşamada mutlak yalıtmaya dayalı bir hücre hapsi uygulanıyordu. Burada alınan sonuca paralel mahkûmun diğer mahkûmlarla çeşitli işlerde çalışmasına izin veriliyordu. Üçüncü aşamada ise “hizaya sokuldu”ğu düşünülen mahkûm denemeye tabi tutuluyordu. Mahkûm tam itaatini, “ıslah” olduğunu ispat edemezse tekrar ilk aşamaya geri dönüyordu. Bu sistemle de daha önceden belirlenmiş bir ceza süresi yoktur. Tahliye kayıtsız şartsız itaat ve “dönüşüm”e bağlıdır.

19. yy. sonlarında Amerika’da hükümlülerin suç türlerine göre sınıflandırılarak birbirlerinden ayrılmasını zorunlu çalışması, önceden belirlenmiş ceza sürelerinin iyi davranışa bağlanmasını savunan “ıslah evleri hareketi” adlı bir akım çıkmıştır. Bu akımla birlikte hücre uygulaması artık tüm mahkûmları değil, esas olarak siyasi tutsaklara, nadiren de adli mahkûmlara yönelik bir uygulamaya dönüştü. 20. yy.’da Avrupa ve Amerika’da yaygınlaşan bu akım hapishanelerdeki uygulamaların suçun türüne bağlı olarak (siyasi-adli) farklılıklar göstermesi esasına dayanıyor. Hücre artık siyasi tutsaklara yönelik bir uygulama olarak öne çıkıyordu.

ABD, muhaliflerini hapishanelerde tecrit ederek yalnızlaştırmak ve bu yolla kişiliklerini yok ederek itaate zorlamak amacıyla, ilk büyük laboratuarı Kore’de kurdu. Psikiyatrist Edgar Schain burada “asker psikolog” olarak görev yaparken deneyimlerini 24 maddelik özel bir program haline getirdi. Bu 24 madde incelendiğinde insanı teslim almak için nasıl bir saldırının ön görüldüğü daha iyi görülecektir. 24 madde şu şekildedir:

1) Tutsaklar yeterince tecrit edilen bölümlere yerleştirilmeli. Çünkü bununla duygusal ilişkiler başarılı bir şekilde koparılabilir. Ya da ciddi bir şekilde zayıflatılabilir.
2) Tüm “gerçek önderler”, doğal önderler ayrı tutulmalı.
3) İşbirliği yapılan tutsak, önder olarak gruba yerleştirilmeli.
4) Beyin yıkama amacıyla uyum içerisinde olmayan tüm grup etkinlikleri yasaklanmalı
5) Tutsak gözetlenmeli ve özel öz geçmiş materyalleri toplanmalı.
6) Sonradan başkalarına gösterilecek tutsakların isimleri sahte açıklamalarla yazılmalı.
7) Oportünistler ve ihbarcılar korunmalı.
8) Tutsaklar hiç kimseye güvenmemeleri gerektiği temelinde ikna edilmeli.
9) Kendi iradesiyle işbirliği yapmayı kabul edenlere hoşgörülü davranılmalı, kabul etmeyenlere ise sert muamele uygulanmalı.
10) Birlikte hareket edenler cezalandırılmalı.
11) Tutsaklara gelen posta (mektuplar vs) sistemli olarak denetlenmeli ve saklanmalı.
12) Tedavi metodlarıyla ve tutsaklar üzerindeki kontrolle uyuşmayan ilişkiler engellenmeli ve kesilmeli.
13) Tutsaklar arasındaki grup değerleri dağıtılmalı.
14) Tutsaklar arasında, onların sosyal düzenlerinde vazgeçtikleri ve tamamen tecrit oldukları bir grup düşüncesi yaratılmalı.

15) Her türlü duygusal destek yok edilmeli.

16) Tutsakların tutsaklık koşullarını, yakınlarına ve arkadaşlarına aktarmaları engellenmeli.

17) İstenilen yeni davranışı destekleyen ya da tarafsızlaştıran, böylesi materyalleri içeren, yayınların ve kitapların girişine izin verilmeli.

18) Normları bilinçlice belirginsizleştirmek ve tutsak üzerinde baskı uygulamak suretiyle birey yeni ve ikircikli duruma getirilmeli. Çünkü yeni bir soluklamaya baskı yapmak için, tutsakların yeni duruma uyum sağlama imkânları yaratılmalı.
19) İrade gücü birçok kereler zayıflatılan ve tahrip edilen bireyler düşünceleriyle uyum içinde olan ve görevi devamlı bireyin moral desteğini tahrip etmek olan tutsaklarla birlikte bir yaşam durumuna getirilmeli.

20) Karakter zayıflaması için teknikler uygulanmalı. Aşağılama, iftira gibi yöntemlerle şeref ve haysiyetle oynama, bağırma, hakaret etme, suçluluk duygusu yaratma, uykusuz bırakarak etkilenebilirliği sağlama, sert cezaevi yöntemleriyle arada bir düzenli işkence yapmak gibi.

21) Tüm iki yönlü girişimlerle hücre arkadaşlarının baskısı sağlanmalı, yeniden bir düşmanlık ortaya çıkarılmalı.

22) Tutsağın hücre arkadaşları aracılığıyla, geçmişte ya da gelecekte bir kez bile kendi temel prensipleri ve değerlerini düşünmediğine, ciddiye alınmadığına dikkat çekilmeli.

23) Baskının kaldırılması ve insani varlık olarak, beyin yıkama amacına uygun, itaatli ve mütevazı, yaltakçı davranışlar ödüllendirilmeli.

24) Yeni davranışı güçlendiren sosyal ve moral destek sağlanmalı. (Sessiz Ölüm, Ümit Koşan’dan aktaran “Tecrit Yaşayanlar Anlatıyor”, Selami Kurnaz, Boran yy.)

Almanya’da 1940’lı yıllarda Hitler’in psikolog ve sosyologları toplama kamplarını ve hücreleri keşfetti. Bu yalnızlaştırma laboratuarlarında itaat ve korku insanlara “öğretiliyor”du. Almanya’da 1970’li yılların başında hücre tipi uygulamaları ilk olarak RAF üyelerine uygulandı. Meinhof ve ardından arkadaşları Baader, Ensslin ve Raspe tabutluklarda katledildiler. Hücreler İngiltere’de IRA’ya, İtalya’da Kızıl Tugaylar’a, Latin Amerika’da, ABD’de, Kore’de, Vietnam’da devrimci komünistlere ve sistem muhaliflerine karşı bu dönemde kullanılacaktı. Almanya’da Stammheim Hapishanesi’nde, İngiltere’de “Özel Güvenlik Üniteleri”nde, ABD’de “H Blokları” nda, Güney Amerika’da “Kaplan Kafesleri”nde… Daha birçok ülkede tecrit hücrelerinde, hapishanelerinde insanlar kimliklerinden soyundurulmaya çalışıldı. ABD’nin öncülüğünü yaptığı emperyalistler, laboratuar çalışmalarına Guantanamo’da, dünyanın dört bir yanındaki “gizli hapishanelerle”, hukuki sorumluluktan kurtulmak adına geliştirilen “uçak hapishaneleri”nde, “gemi hapishaneleri”nde devam ediyorlar.

 

Tecrit nedir?

Bugün ülkemizde ve dünyada pratiğe geçirilen tecrit ve tretman (ıslah etme) politikaları yukarıda belli başlılarını saydığımız tüm model-sistemlerin teknolojik gelişmelerle de desteklenmiş olan bir bileşkesidir. Bazı yerlerde bir model ağırlık merkezi olurken, başka bir yerde başka bir model ağırlık merkezi olabiliyor. Değişmeyen tek şey merkezinde tretman politikalarının yer aldığı tecrit sistemidir. Tecrit, yalıtmak, benzerlerinden ayırmak, ayrı tutmak anlamına geliyor. Tretman; mahkûmun teslim alınması amacıyla yapılan uygulamaların (teknik, gözlem, takip, bilgi birikimi veya ödül-ceza vb.leri) tümüdür. Tecrit sistemi ise tecrit ve tretmanın birbirini tamamlayacak şekilde kullanılmasıdır. Biz tecrit derken bu son kullandığımız anlamıyla, “tecrit sistemi” anlamı ile bu kavramı kullanmış olacağız.

Yukarıda anlattığımız birer model olarak kendi sistemlerinin ana hatlarını ortaya koyduğu oranda tecridin insanın “ıslah” edilmesinde nasıl bir araç olduğuna dair bizlere bazı ipuçları verse de, bunlar yeterli değildir. Bu nedenle tecrit-mahkûm- “ıslah etme” üzerinde, tecridin “iyileştirme” aracı olarak insana etkileri üzerinde ayrıca durmak gerekiyor.

Tecridi, “insanın duygusal algılarının uyarcılarından yani dış dünyadan ve doğal olan her şeyden yoksun bırakarak kişiliğinden yok edilmesi ve yerine istenilen başka normların empoze edilmesi” (sessiz ölüm) şeklinde özetleyebiliriz.

Tecrit bir duygusal mahrum bırakmadır. Bu ise duygusal algılamanın maruz kaldığı en etkili kısıtlama ile sağlanır. İnsan denen canlı duygusal algılama aracılığıyla dışındaki dünyayla ilişkiye geçer. Tecritte ise ilişkide olunan nesneler sınırlandırılır. (Mahkumun giysilerinden, okuduğu kitap sayısına, kap-kaçak olarak bulundurabileceği eşyalara ve hatta ilaç, yiyecek içecek vb.ne kadar her şey belli sayılarla sınırlandırılır. İhtiyaç olsa dahi bu sayıların üzerine çıkılması engellenir.) sadece nesnelerle olan ilişki değil, dış dünya ile ilgili her türlü bilgi, haber, yorum, ve değerlendirmeye olanak sağlayacak materyallerde sınırlandırılmış ve hatta çoğunlukla bütün ihtiyaçlar bütünen engellenmiştir.

Böylece mahkumun ilişkide olmadığı nesnelerle, sınırlı bilgi edildiği gelişmelerle, yani bir bütün olarak olgularla madde ile ilişkileri koparılmış olunur. Bu koparılış mahkuma ilişkilerinde ve düşünüşte tek yanlılığa, soyutlamaya, giderekte kurgular üretmeye yönlendirir. Mahkum mevcut durumu ne kadar algılayabilir ve açıklayabilir, bilince çıkarabilirse bu durumla o oranda sağlıklı bir mücadele yürütebilir. Böyle bir mücadelenin yapılamadığı veya yetersiz, eksik kaldığı hallerde mahkûm gerçekle hayali birbirine karıştırmaya ve giderek kontrolünü kaybetmeye başlar. Mahkûmun kontrolünü kaybetmesi de minör, majör depresyonlara, şizofrenleşmeye kadar gitmektedir. Zira bu tür sağlık durumları yaşayan mahkûm sayısı oldukça fazladır.

Mahkum, başka hiçbir şiddet aracı kullanmaksızın veya özel uygulamalara maruz bırakılmaksızın, sadece tecrite konulup süresi belli olmayan bir şekilde sınırlandırılmasının onu sağlığına yönelik bir saldırı olduğunu gördük. Bununla birlikte tecritin sadece bir mekanın sınırlandırılması olmadığını da eklemek gerekiyor. Tecrit, gerektiğinde ve ihtiyaç duyulduğunda diğer şiddet yöntemleri ile de desteklenen, mahkumun hareket ve davranışının onun kişiliğinin silinip, empoze edilmek istenen kişilik ve değiştirilmesi amacıyla sürekli olarak sistemli bir şekilde takip edilmesi, kaydedilmesi ile elde edilen bilgilerin bu işle görevlendirilmiş özel personelce değerlendirilmesi ve her mahkuma özgü teslim alma politikalarının üretilmesidir. Ziyaretçilerle görüş, telefon görüşleri, avukat görüşleri-yasal olmamasına rağmen- personel ile her hangi bir nedenle yapılan görüşmeler, kantinden alınanlar, (kullanılan sigara vb.n bağımlılığından diğer tüketim alışkanlıklarına kadar) gelen giden kitap, mektup, dergi vb.leri, idare kütüphanesinden alınanlar, psikolog-sosyolog vb.lerinin, yaptığı “gözlem form”ları, anketler, revir kayıtları, kullanılan ilaçlar, okunan günlük gazete, çevre ile ilişkiler, katılınan etkinlikler, buralardaki performans… vb her küçük ayrıntı, dilekçeler, başvuru formları, gözlem raporları, tutanaklar, komisyon değerlendirmeleri ve daha bir çok yolla kaydedilmekte, mahkum hakkındaki bilgi havuzuna verileri olarak girmektedir.

Bütün bunlar mahkumun durumunu değerlendirilmesi gündeme gelince (not verme sistemindeki gibi) hangi durumda olduğunun tespiti için kullanılmaktadır. Durumu tespit edilen mahkuma uygulanacaklarda yine bu bilgi havuzundaki veriler ışığında belirlenip, güncellenip, pratiğe geçiriliyor. Mahkumun bu uygulamaların bir sonucu olarak zamanla “hakkımdaki her şeyi biliyorlar” fikrine sahip olması istenilir. Bundaki amaç mahkuma kendini güçsüz hissetmesi, hiçlik duygusuna kapılmasıdır. Güçsüzleşen, hiçleşen mahkumun adım adım yeni itaatkâr sefil “kimliğine” hazır hale geleceği düşünülmektedir.

Tecrit sadece mahkumu, mahkumları değil bir bütün olarak toplumu “ıslah” etmeyi hedefler. Halka yönelik olarak feodalizm dönemindeki cezanın “seyirlik” olması özelliği yaşama geçirilir. Tecrit altındaki tutsakların maruz kaldığı her türlü zulüm resmen kabul edilmez ama halka yansıtılmasına izin verilir. Tecrittekilerin çektiği zulümle halk daha harekete geçmeden teslim alınıp itaat ettirmek istenmektedir.

Bütün bu söylenenlerin bir sonucu olarak diyebiliriz ki; tecrit, kapitalizmin bireye ve topluma zaman ve mekanın kullanarak uygulandığı etkin bir şiddet aracı, bir işkence yöntemidir. 

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu