EmekMakaleler

Yorum| Asla aynı gemide değiliz ama onlar bizim gemimize göz diktiler!

Şurası çok nettir; bizler; işçiler, emekçiler, ezilenler, devrimciler… asla patron ve devletle aynı gemide değiliz! Ama onlar kendi gemilerini kurtarmak için bizim gemimizi batırmak istiyorlar!

Türkiye ekonomisi uzun süredir bir ekonomik daralmaya gidiyor. Kontrol edilemeyen enflasyon durumu alım gücünü doğrudan etkilemesiyle beraber bozulan piyasa koşulları tüm ülkeyi çevrelemiş durumda. Hal böyle olunca egemenler böylesi bir krizin faturasını işçi sınıfa çıkarmaya başlıyor.

Devlet ve dünyadaki diğer devletler güncel yaşanacak olan krize doğru kendi hükümetlerini düzenlemeye başladı. Dünya üzerinde başlayan sağa kayma durumu daha faşizan politikalara ve daha çatık kaşlı başkanlara eğrildi. Bunda pek tabii ki sermayenin, sermaye birikimi yapmasında ciddi etkisi oldu. Bizim ülkemizde de bu durum hükümetin daha otoriter, daha merkezi ve daha hızlı bir şekilde parlamento hükmünü ortadan kaldırarak tek elden kanun hükmünde kararnameler ile daha hızlı karar çıkarak yapmaya başladı.

Bu durum daha da büyücek olan ekonomik krizin yönetilmesi için yapılan yönetimin değişmesiyle ilgili bir konu oldu. OHAL durumu, başkanlık sistemi ve “güçlü Türkiye” şiarı da bu konuyla ilgili olduğu pratik süreç bize göstermiş oldu.

Bütün bu yaşananların ardından ülkede patlayan ekonomik kriz ciddi yükümlülükleri de birlikte getirmiş oldu. Zamlar tüm piyasayı etkiledi ve alım gücü düşmüş oldu. Hal böyle olunca işçi sınıfı bu durumdan ciddi derecede etkilendi. Alınan maaşlar yaşam standartlarını karşılamayınca ve çalışma koşulları git gide zorlaşmaya başlayınca işçi sınıfı başkanlık sisteminin getirmiş olduğu OHAL durumunu ve artan faşizan koşulları hiçe sayıp direnişe geçti.

Süreç bir nevi Cargill işçilerinin direnişiyle başladı. Bursa Orhangazi’de 1999 yılında nişasta bazlı şeker ve hayvan yemi üretmeye başlayan ABD’li gıda tekeli Cargill’de fabrikası şekere uygulanan kotayı gerekçe göstererek sendikaya üye olan 14 işçiyi işten çıkarmış bunun üzerine işçiler, Cargill’in Orhangazi’deki fabrikası önünde eyleme başlamıştı. Bu eylem tam olarak 158 gün sürdü. Eylem tüm Türkiye’de gündem oldu ve işçileri birden fazla kişi kurum ve kuruluş destek gösterdi. Bu eylem sırasında işçilere yoğun bir şekilde polis saldırısı gerçekleşti ve çok sayıda işçi gözaltına alındı

 

İşçi direnişleri birleşerek devam ediyor

Cargill işçilerin uzun süren direnişi ardından ülkedeki ekonomik koşullarda giderek güçleşmeye devam etti ve fabrikadan direniş haberleri çoğalarak gelmeye başladı. Cargill’in ardından benzer bir saldırıda Flormar işçleri üzerinde yaşandı. Bu süreç boyunca genel olarak patronlar işçileri işten çıkarma sebepleri sendikalı olmuş olmasıydı. Sermayenin örgütlü bir işçi sınıfına böylesi bir süreçte çoğalmasındaki korkusu gözler önüne serilmiş oldu.

Gebze Organize Sanayi Sitesi’nde kozmetik bakım ürünleri fabrikası Flormar’da işçilerin sendikalı olmasıyla birlikte işten çıkarmalar başladı. Petrol-İş Sendikası’nın işyerinde yetki almasının ardından ilk olarak çoğunluğu kadın 20 işçi işten atıldı.

Takip eden günlerde de işçilerin çıkarılmaya devam etmesiyle işinden olanların sayısı 120’yi buldu. İşçiler bu iş çıkarılmalarının ardından arkadaşlarına destek olmak için de eyleme geçtiler. Özellikle kadınların işten çıkarılmasıyla kadın işçilerin eyleme daha fazla sahiplenmesi erkek egemen sermayenin kadınlara yönelik politikasının da bir göstergesi oldu. Bu direniş devam ederken Cargill işçileri de fabrika önünde eylem yapan Flormar işçileriyle bir araya geldi. Birlikte mücadele etmenin elzem örneklerini veren işçiler o dönemde Sınıf dayanışmasının önemini vurgularcasına birbirlerini eylemlerini desteklemişlerdi.

Yine 2018 yılına damgasına vuran ülkede büyük ses getiren işçi eylemlerinden başka biri de 3. Havalimanı işçilerinin eylemi oldu. Hükümetle birebir ilişkide olan havalimanı projesinde işçilerin uzun süre ücretlerinin ödenmemesi ve kötü çalışma koşullarıyla başlayan süreç günlerce büyük direnişlere gebe oldu. 3. Havalimanında İGA bünyesinde bulunan DSG firması tarafından 3 aylık maaşları ödenmediği için 400’e yakın işçinin iş bırakma eylemine başlamıştı.

İşçileri eyleme sürükleyen sadece ücretlerinin alamamaları değil şantiye alanındaki kötü çalışma koşulları da nedenlerden bir tanesiydi. Bazı işçiler, AKP ve Erdoğan’ın “namus meselesi” haline getirdiği bu inşaat sürecinde çok sayıda işçini katledildiğini ve çalışma koşulları giderek daha kötü hale geldiğini dile getirmişlerdi. Şantiyede 45 bin işçinin çalıştığını, ancak yalnızca 20 servisin olduğunu söyleyen işçiler, saatlerce yağmur altında servis beklemek zorunda kaldıklarını, servislere birbirlerini ezerek binebildiklerini söyledi.

Bu nedenle sırılsıklam bir şekilde işe gittiklerini belirten işçiler, üstelik servis yetersizliği nedeniyle işe geç gittiklerinde yevmiyelerinin kesildiğini ve yolda geçen sürenin mesaiden sayılmadığını belirtmişlerdi. İşçiler kötü koşullarda barındıklarını, koğuşların tahtakurusu ve pire dolu olduğunu dile getirmişlerdi. Yemeklerin çok kötü olduğunu belirten işçiler, yemek saatlerinin de çalışma saatleriyle uyumlu olmadığını, bu nedenle pek çok kez aç kaldıklarını ve sorunların bununla bitmediği ücret ve zorunlu mesai dayatan firmaya da cevapları direniş olmuştu.

Ülkede hız kesmeyen işçi direnişlerinin bir başkası da İzmir’de karşımıza çıktı. Aslında uzun süredir devam eden ve belirli aralıklarla kendini tekrarlayan İzban işçilerinin grevi işçiler nezdinde tekrar gündeme geldi. Çalışma koşullarının zorluklarını anlatan bir İzban işçisi 3 vardiya çalıştıklarından ve durmadan sefer saatlerinin değişiminden bahsediyor, 7-3, 3-11 gibi çalıştıklarını ve bu çalışma saatlerin sürekli olarak vardiya amirleri tarafından değiştiğini dile getiriyor. Bu şekilde bütün yaşamlarını iş hayatlarına göre değiştirmek zorunda kaldıklarının ve bu bilinmezlikten kaynaklı kendi hayatlarına yön veremediklerinden dert yanıyor işçiler.

Ayrıca direniş devam ederken geçtiğimiz günlerde İzmir Büyükşehir Belediyesi İzban işçilerini yalan yanlış söylemlerle İzmir halkına karşı teşhir etmeye kalkıştı. Belediye işçilerin ücretleriyle ilgili yalan beyan bir şekilde açıklama yaparak “takdirinize bırakıyoruz” şeklinde İzmir halkını yanlış yönlendirerek İzban işçilerini sorumlu gösterdi.

Böylelikle birçok işçi direnişlerini ziyaret eden Kemalistlerin işçi sınıfına yönelik tutumlarının aslında söz konusu direniş olduğunda pek de gerçeği yansıtmadığı bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Esas olarak işçilerin aldığı ücret bin 485 lira olduğu işçiler tarafından söyleniyor. Ayrıca bahsi geçen işçilerin günde 3.500-4.000 km yapıyor olduklarını da unutmamak gerek.

 

Gemimizi batırmak istiyorlar!

Genel anlamıyla çalışma koşullarındaki sorunlar, ücret alımındaki sıkıntılar ve sendikal mücadeleye patron ve devletin ortak tutumundan kaynaklı işçi sınıfı birbirinden bağımsız ancak ortak bir nedenle direniş hattı örgütlemiş durumda. Özellikle sermayenin bu denli sermaye birikimi süreci içerisinde olması ve yabancı yatırımcıların yatırımlarını kendi ülkelerine kaydırması da ülkemizde önümüzdeki dönemlerde krizin boyutunun artacağının da göstergesi.

Bu süreçte yaşanan onlarca irili ufaklı işçi direnişinden, işten çıkarmalardan, işçi direnişlerine dönük devlet-patron işbirliğindeki saldırılardan açık bir şekilde görülüyor ki, bu krizin faturası çoktaaan işçiye, emekçiye kesilmiş bile! Tabii sınıf bu saldırılara karşı bir tepki koyacaktır ancak bu tepkini daha ortak ve daha bütünlüklü bir şekilde cereyan etmesi sınıfın kaderi açısından daha sağlıklı olacağı da açıktır. Bunun için de işçi sınıfının mücadelesinin devrimciler tarafından büyütülmesi ve derinleşen krizde bu faturanın ödenmeyeceği birlikte haykırılmalıdır. Şurası çok nettir; bizler; işçiler, emekçiler, ezilenler, devrimciler… asla patron ve devletle aynı gemide değiliz! Ama onlar kendi gemilerini kurtarmak için bizim gemimizi batırmak istiyorlar!

(Bir Özgür Gelecek okuru)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu