Güncel

“İşkenceye karşı cezasızlık kültürü devlet politikasıdır”

TİHV ile İHD 26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma Günü vesilesiyle düzenledikleri açıklamada Türkiye’de artan işkence olaylarına karşı yürütülen cezasızlık politikalarına dikkat çektiler

İnsan Hakları Derneği (İHD) ile Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İHD İstanbul Şubesi’nde gerçekleştirdiği basın açıklamasıyla 26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma Günü’nde düzenlediği basın açıklamasıyla Türkiye’de artan işkence olaylarına dikkat çekti.

Açıklamada konuşan TİHV Başkanı Şebnem Korur Fincancı, salgın bahanesiyle baskının daha da arttığına dikkat çekerek “Bugün önlüklerimizle beraber çıkalım istemiştik ama salgın bahanesiyle bunu yapamıyoruz” dedi. TİHV için 26 Haziran’ın da ayrıca bir önemi olduğunu, bu tarihin TİHV’in kuruluş tarihi olduğunu belirten Fincancı “Kurucu başkanımızın ifadesiyle ‘ateş düştüğü yeri yakar.’ Biz de tam o ateşin düştüğü yerdeyiz İşte tam 30 yıldır ateşin düştüğü yerde, ateşin yarattığı hasarı onarmaya çalıştık” dedi.

Fincanı son olarak ‘Bu mücadelenin içerisinde olmaktan onur duyuyorum’ diyerek sözlerini tamamladı.

Fincancı’nın konuşmasının ardından basın metnini İHD İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri okudu. Yoleri, “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme”nin 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girdiğini hatırlatarak başladı konuşmasına.

“Tüm ülke adeta işkence mekânı haline gelmiştir”

Türkiye’nin de imzacısı olduğu sözleşmeye rağmen dünyanın pek çok ülkesinde işkencenin hala devam ettiğini vurgulayan Yoleri, şunları ifade etti:

Türkiye “İşkenceye Karşı Sözleşme”yi 1988 yılında kabul etmiş, Anayasa ve Ceza Kanunu’nda işkenceyi yasaklamıştır. Maalesef ülkemizde de işkence ve diğer kötü muamele sadece askeri darbeler döneminde değil tüm cumhuriyet tarihi boyunca sistematik bir devlet pratiği olarak varlığını korumuştur. Ancak ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren mevcut siyasal iktidarın baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu günümüzde tüm ülke adeta işkence mekânı haline gelmiştir.”

Yoleri, Türkiye’de yaşanan işkence vakalarının kolluk kuvvetleri tarafından yapıldığına vurgu yaparak işkencenin gözaltına alınırken ve gözaltı merkezlerinde ciddi bir artış gösterdiğine dikkat çekti. Bunun ‘gündelik yaşamın bir parçası’ haline getirilmeye çalışıldığını sözlerine ekleyen Yoleri, şunları ifade etti:

“Bunun en çarpıcı örneklerine son önemlerde Covid – 19 salgını sırasında tanık olmaktayız. Salgınla mücadele kapsamında alınan tedbirlere uymadıkları gerekçesiyle çok sayıda yurttaş, kolluk güçlerinin işkence ve diğer kötü muamele niteliğine varan şiddetine maruz kalmıştır. Keza demokratik bir toplumun temelini oluşturan ve Anayasa tarafından da teminat altına alınmış olan toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini kullanarak yürüyüş yapan HDP’lilere ve baro başkanlarına yöneltilen zalimane ve utanç verici kolluk şiddeti de bu durumun en güncel örneklerini oluşturmaktadır.”

“Cezasızlıkla mücadeleye etmeye devam edeceğiz”

Yoleri OHAL’in ilan edildiği 2016 yılından itibaren zorla kaçırma/kaybetme suçlarında da ciddi artış gözlendiğini ifade etti. Yaşanan tüm bu işkence, kaçırma ve kaybetme suçlarından bizzat devletin sorumlu tutulduğunu ve özellikle cezasızlığın bir kültür haline geldiğini vurgulayan Yoleri, siyasi iktidara şu çağrıları yaptı:

“• İşkencenin ülkemizde bu boyutta olmasının en temel nedeni işkence yasağının mutlak niteliği ile bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Her şeyden önce sıradan bir kural haline getirilmeye çalışılan cezasızlık politikalarına son verilmelidir.

  • Her düzeyde yetkililer işkenceyi ve işkenceciyi öven, teşvik eden söylemlerden vazgeçmeli, uluslararası mekanizmaların tavsiyeleri doğrultusunda işkence uygulamaları kamuya açık bir şekilde kesin olarak kınanmalıdır.
  • Gözaltı koşullarında usul güvenceleri eksiksiz olarak uygulanmalıdır.
  • Gözaltı süreleri kısaltılmalıdır.
  • Mevcut Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) kaldırılmalı OPCAT ve Paris İlkelerine uygun tümüyle bağımsız bir ulusal önleme mekanizması oluşturulmalıdır.
  • İşkencenin belgelenmesi ve raporlandırılması bir BM belgesi olan ‘İstanbul Protokolü’ ilkelerine göre yapılmalıdır.
  • İşkenceye ilişkin iddialar hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmalı, bağımsız heyetlerce araştırılmalı, adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmalıdır.

Yoleri son olarak, İHD’nin 34, TİHV’in ise 30 yıldır işkencesiz bir dünya için mücadele ettiğini vurgulayarak açıklamasını şöyle sonlandırdı:

“Kardeş kuruluşlar olarak bizler, dün olduğu gibi bundan sonra da tüm örtbas etme, korkutma, susturma çabalarına karşın, başlarına geleni kader olarak kabul etmeyip, yüksek sesle haykırabilmeleri için işkence görenlerin her koşulda yanında olmaya; maruz kaldıkları işkenceyi belgeleyip raporlamaya; fiziksel ve ruhsal onarım süreçlerine destek vermeye; adalete erişimlerine yardımcı olmaya; yaşadıkları acıların bir daha asla tekrarlanmaması için cezasızlıkla mücadele etmeye devam edeceğiz.”

Açıklamadan sonra İHD’nin hazırladığı rapor gazetecilere sunuldu.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu