GüncelMakaleler

İsyan serhildan çizgisi kazandırır!

Bütün varlık gerekçeleriyle insan ve yaşam düşmanı olan bu düzen değişmek zorunda. Ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar, ne kadar saldırganlaşırlarsa saldırganlaşsınlar başaramayacaklar. Hiçbir güç işçi sınıfının daha iyi bir yaşam, Kürt ulusunun özgürlük, kadınların cins eşitliği, Alevilerin demokratik talepleri ez cümle hiçbir güç halkın haklı ve meşru mücadelesinin önünde duramaz. Yeter ki isyan ve serhildan çizgisinde sebat edelim!

Ankara’da yaşanan hızlı tren kazası, devletin halka bakışını net bir şekilde özetlediği kadar, kaza adı altında taammüden insan öldüren sistemin kodlarını da ele verir nitelikteydi. Bu gerçeklik orta yerde dururken, faşizme karşı mücadelenin sadece bir sınıf sorunu olmadığını, aynı zamanda bir insanlık sorunu olduğunu ifade etmek bile gereksizdir.

İşçi düşmanı, Türk düşmanı, Kürt düşmanı, Alevi düşmanı, kadın düşmanı, LGBTİ+ düşmanı, çevre düşmanı, hayvan düşmanı vb. toplamda halk ve yaşam düşmanı bir rejimle karşı karşıyayız. Bu dün de böyleydi, bugün de böyledir. Meselenin sadece R.T. Erdoğan ve AKP-MHP ittifakıyla tanımlanması yanlıştır. TC devleti kurulduğu günden itibaren işçi sınıfına ve halka düşmanlık temelinde örgütlenmiş bir aygıttır. Bir avuç azınlığın, komprador patron ağaların faşist diktatörlüğü olarak kurulmuştur. Dolayısıyla bu rejimin attığı her adım, uygulamaya koyduğu her politika halka karşıdır, halk düşmanlığıdır.

Günümüzde politik olarak faşist Erdoğan’ın ve AKP-MHP faşist iktidarının ön plana çıkarılması, bir teşhir ve tecrit faaliyeti olarak kitleler nezdinde anlaşılır bir yerde dursa da; meselenin sadece bununla sınırlandırılması, faşist bir diktatörlük temelinde örgütlenmiş olan TC devletinin sınıfsal niteliğinin net olarak bilince çıkarılmaması, beraberinde ona karşı mücadelenin politik alt yapısını da zayıflatacaktır. Faşist rejimin en küçük demokratik hak talebine yanıtının gözaltı, işkence ve tutuklama olmasının yanında, insanların sadece tweet attığı diye tutuklandığı ya da bir gazetecinin Gezi isyancılarına yönelik “başları kesilmelidir” dediği ve arkasının sıvazlandığı yerde, “anayasal hakkınızı kullanın, barışçıl eylemler yapın” diyen bir başka gazetecinin doğrudan doğruya faşist R.T. Erdoğan tarafından hedef gösterildiği veya bir öğretmenin “yoksulluğu fotoğrafladı” diye “terörle ilişkilendirilip” görevden alındığı bir iklimde, iktidarın faşist olduğuna dair tanımlama yapmak kolay olsa da, devletin sınıfsal yapısı doğru tahlil edilmediğinde, bu faşist iktidara karşı mücadele de sorunlu olmakta, birleşilebilecek bütün güçlerle birleşme adı altında, dönüp dolaşıp sistemin kendini yeniden üretme politikalarının peşine takılınmaktadır.

Rojava saldırısına karşı durmak anın görevidir!

Benzer bir durum TC devletinin “Fırat’ın doğusu” söylemleriyle Rojava’ya saldırı tehditleri için de geçerlidir. Her şeyden önce bu saldırının tek başına yerel seçimlere hazırlık olarak propaganda edilmesi eksik bir yaklaşımdır. Doğrudur, R.T. Erdoğan ve AKP-MHP ittifakı bu saldırganlıktan yerel seçimler için yararlanmak istemektedir. Ancak Türk hakim sınıfları açısından Rojava’ya saldırı politikası, tıpkı daha önceki Cerablus ve Efrin işgalinde olduğu gibi sadece seçim malzemesi olarak görülmemektedir. TC devletinin beka sorunundan bahsedildiği yerde, bu bekanın sadece sınır içinde değil sınır ötesinde de Kürt’e yaşam hakkı tanımamak olduğu açıktır. Bu nedenle “bütün Kürtler terörist” ilan edilmekte, Kürt Ulusal Hareketi’nin en ufak bir kazanımı dahi faşist rejimin istikrarı için tehdit olarak görülmektedir.

Bu noktada emperyalistlerle yapılan pazarlıkların belli bir aşamaya geldiği anlaşılmaktadır. Rusya’nın tıpkı Efrin işgalinde olduğu gibi TC faşizmine yeşil ışık yaktığı, ABD’nin ise asıl sorununun Kürtlerin ulusal hakları olmadığı, bütün derdinin bölgede kendi politikasını hayata geçirecek bir güç olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim R.T. Erdoğan’ın “Kürtlerle değil bizimle iş tutun” demesi bu nedenledir. ABD emperyalizminin kapalı kapılar ardında faşist R.T. Erdoğan’la nasıl pazarlıklar yaptığı bilinmese de, TC’nin olası bir işgal saldırısı tehdidi ciddidir. İşgal saldırısının TC devleti açısından kendince stratejik noktaları tutmak ve buralara tıpkı Efrin’de olduğu gibi cihatçı çeteleri yerleştirmek olduğu anlaşılmaktadır.

Burada asıl önemli olan husus, elbette ki isyan ve serhildan çizgisinin, devrimci direniş çizgisinin hayata geçirilmesidir. Kürtlerin başta ABD emperyalizmi olmak üzere koalisyon güçleriyle ittifak ilişkisi kimseyi yanıltmamalıdır. Burada temel mesele, Türk hakim sınıflarının, Kürt Ulusal Hareketi’nin her türlü ulusal hak ve talebine, dahası kazanımlara yönelik faşist baskısına karşı durmak, bu saldırıya karşı mücadele etmek, aktif bir şekilde savaşmaktır. Meselenin diğer yanı Ulusal Hareket’in kendi içinde taşıdığı zaaflarla ilgilidir ve gerekli platformlarda elbette tartışılmalı, eleştirilmelidir. Ancak bu durum hiçbir şekilde Kürt ulusunun yanında olmamanın, isyan ve serhildan çizgisini hayata geçirmemenin, birlikte savaşmamanın bahanesi olmamalıdır.

Türk hakim sınıflarının ve onların sözcülerinin yaptıkları bütün açıklamalar, başta Suriye olmak üzere, Kürt Ulusal Hareketi’nin kazanımlarını ortadan kaldırmaya yöneliktir. Bunun için yapmayacakları şey, vermeyecekleri taviz yoktur. Çünkü bir beka sorunu olarak görmektedirler. Gerisi onlar için teferruattır. Nitekim onca atıp tuttuktan sonra gelinen aşamada Esed ifadesi Esad’a dönüşmüş ve “onunla çalışmayı değerlendirebiliriz” çizgisine gelinmiştir. (Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “Suriye’de Beşar Esad demokratik bir seçimi kazanırsa, onunla çalışmayı değerlendiririz.” 16.12.18)

Korkuyorlar! Korktukları için çok konuşuyorlar!

Türk hakim sınıflarının ve onların sözcülerinin her fırsatta bir beka sorunundan bahsetmeleri sebepsiz değildir. Varlık gerekçesi halk düşmanlığı olan bir devlet örgütlenmesini yaşatma ve ömrünü uzatma derdindedirler. Bunun için yapmayacakları çılgınlık, denemeyecekleri yol ve yöntem yoktur. Yerel seçimlere doğru yol alırken, içeride faşist zulüm ve baskıyı daha da artırıp, sınır ötesinde de bir yandan bombalamalar gerçekleştirip diğer yandan yeni işgal hazırlıkları yapmaları sebepsiz değildir.

Türk hakim sınıfları korkmaktadırlar. Korktukları için daha fazla saldırganlaşmaktadırlar. Her fırsatta Gezi’yi anmaları bu nedenledir. Hatta sosyal medyaya yansıyan bir habere göre de İçişleri Bakanlığı, sarı yelek üretiminin ve satışının artıp artmadığına yönelik bir araştırma bile yapmış durumda. Başta İstanbul Mahmutpaşa olmak üzere birçok noktada araştırma yapan Bakanlık yetkililerinin sarı yeleklerin üretiminin ve satışının artmadığına yönelik bir değerlendirme raporu hazırladığı ve bu raporu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile paylaştığı öğrenildi. (Erdoğan; “Şimdi yine bunların hazırlığı içindeler. Boşuna bekliyorsunuz. Bu yollara tevessül ettiğinizde bedelini çok ağır ödetiriz.” (15.12.18) Fransa’daki Sarı Yelekliler hareketine dair Ankara’dan ez cümle ahkam kesmeleri, olayların ardında dış güçler aramaları ve bu sebepledir. Evet, çok fazla konuşmaktadırlar. “Mussolini çok konuşuyor TARANTA – BABU, çok korktuğu için, çok konuşuyor!” (Nazım Hikmet)

Ancak korkunun ecele faydası yok! Bütün varlık gerekçeleriyle insan ve yaşam düşmanı olan bu düzen değişmek zorunda. Ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar, ne kadar saldırganlaşırlarsa saldırganlaşsınlar başaramayacaklar. Hiçbir güç işçi sınıfının daha iyi bir yaşam, Kürt ulusunun özgürlük, kadınların cins eşitliği, Alevilerin demokratik talepleri ez cümle hiçbir güç halkın haklı ve meşru mücadelesinin önünde duramaz. Yeter ki isyan ve serhildan çizgisinde sebat edelim!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu