Yorum

Kadrolar ve yabancılaşma

Kadro sorunu, tüm devrimci süreçler açısından tayin edici önemdedir. Lenin yoldaşın konu özgülündeki birçok yazısında belirttiği “örgüt çalışmasında esas olanın insan seçimi ve uygulamanın denetimi olduğu” yönlü yaklaşımı da, devrimci sürecin örgütleyicileri olarak kadrolara işaret etmekte ve kadro politikasının devrimin kaderi açısından kapladığı alanı göstermektedir.

Dolayısıyla da, kitle hareketlerinden komite çalışmalarına, savaş pratiğinden sendikal örgütlenmelere kadar sosyalist hareketin önemli gündemlerini temsil eden tüm başlıklar, siyaseti ve politikayı somut bir güce dö-nüştüren kadrolarla ve kadro gerçekliği ile temelden ilgilidir.

Kuşkusuz ki, bu çerçevedeki tek başlık kadro sorunu değildir ancak, kadro sorunu devrimci örgütler açısından hem bir örgüt realitesinin sonucunu hem de bu sonuca karşı müdahalenin ufkunu görmek açısından belirleyicidir. Buna ek olarak kadro politikası, devrimci örgütler açısından devrimin ve örgütün geleceğini şekillendirmenin bir aracı olduğu oranda, doğru siyasal hattın tayini açısından da rol oynamaktadır. Bu çerçevede Stalin “Doğru devrimci çizgi belirlendikten sonra, her şeyi, doğru çizginin kaderini, zafer ve yenilgiyi, kadrolar belirler” demektedir.

Bu niteliğinden ötürüdür ki, ülkemizde de devrimci ve komünist hareketlerin kitle pratiği ve önderlik kapasitesi açısından yaşadığı sıkıntılara dair yürütülecek tartışmanın temel başlıklarından birisini de kadro sorunu teşkil etmektedir. Ancak bu tartışmaya girmeden evvel, ilk elden belirtilmesi gereken nokta, TDH’nin kadro gerçekliği itibari ile mücadele birikimindeki olumlu tarihsel süreçlerine rağmen, özellikle 12 Eylül sonrasında ciddi bir gerileme yaşadığı ve 2000’li yıllarla birlikte bu gerilemenin bir yabancılaşma ve bozulma alanı haline geldiğidir.

Devrimci kimlik, ideolojik donanım, önderlik kapasitesi vb. açılardan su yüzüne vuran niteliksel zayıflık, gündelik pratiğin zemininde ve ideolojik eğitimden yoksun yetişen kadroları doğurmakta; bu da TDH’nin pratiğine üretkenlikten uzak, hatalara karşı müdahalede zayıf ve kitle pratiğinde tutuk kadroları yaratmaktadır. Bu kadro profilinin, devrimci örgütler gibi doğrudan dinamik bir organizasyonu hantallığa sürüklemek, MLM gibi sürekli olarak yenilenen ve koşullara göre özgülenen bir ideolojiyi dogmalar bütünü haline getirmekten başka bir kerameti yoktur. Tüm bunların yarattığı sonuç, kitlelerin çelişkilerinin günden güne büyüdüğü, dayanılmaz hale geldiği bir dönemde, devrimi ötelemek, ezilen yığınların karşısında misyonunu oynayamamaktır. Bu da kadrolar ve yabancılaşma başlığını temel bir tartışma olarak gündemimize taşımıştır.

 

İdeolojiye yabancılaşma

Kadro sorunu temelinde yaşanan ilk sıkıntı alanı ideolojiye olan yabancılaşmadır. Yabancılaşmanın bu kategorisi, MLM’nin bilimsel rehberliğinden uzaklaşarak ve onun yol gösteren niteliğinden öğrenmeyi esas almayarak, devrimci örgütlenmeyi hem liberal ve sekter yaklaşımlar karşısından savunmasız hem de koşulların devrimci gerçekliğinden kopuk bir pratik alana itmiştir.

Bu temel, devrimci örgütler açısından ideolojik birliğe ket vurduğu gibi, örgüt içi iki çizgi mücadelesini de engelleyerek, örgütsel çalışmanın gelişimine ve ülke gerçekliğinde doğru siyasal çizginin açığa çıkartılmasına alan bırakmamaktadır.

Bunun kadro boyutuna yansıması ise, ideolojik eğitimi kadroların kendiliğinden çabasına bırakmak şeklinde yansıma bulurken, bu durum “kusurlu” bir kadro profili açığa çıkarmaktadır. Konuyu TDH’nin güncel pratiği ile örneklendirmek gerekirse; ideolojiden bihaber, Marksizm’in teorik sorunlarına karşı duyarsız ve dünya devrimci pratiklerinin derslerinden öğrenmeyen, doğallığında kitle pratiği karşısında onları yanlış alanlara seferber eden bir pratik günümüzde esas çalışma tarzı haline gelmiştir.

 

Pratiğe yabancılaşma

Üstte bahsettiğimiz ideolojiye yabancılaşma meselesinin yarattığı doğal sonuç ise pratiğe yabancılaşma olmakta, bu da devrimci örgütü ve örgüt çalışmasını dar-deneyciliğe ve sekterizme sürüklemektedir.

Kuşkusuz ki, devrimci pratik eşsiz bir eğitmendir, ancak bu eğitmen niteliği, doğru bir yöntem ve ayakları MLM ideolojiye basan bir kavrayışla mümkün olacaktır. Bu temelin sağlam olmaması, bir yandan örgütsel ve önderliksel bir boşluğa işaret etmekte, diğer yandan ise kadro gelişimi en baştan sakatlanmaktadır.

Örgütsel pratik, devrimci kadro açısından en keskin dönüşüm alanıdır. Ancak bu noktada yaşanan önderlik boşluğu, bu alanı işlevsizleştirmekte, bu alanın somut ürünü olan kadroları ise, kararları uygulamakta çabasız, örgüt çalışmasında ilkesiz, memur zihniyeti ile ve kendi üretkenliğini katmadan çalışan ve örgütlü bünyede bürokratizm dışında sonuç yaratamayan bir hale büründürmektedir.

Tüm bu saydıklarımız, pratik ile hesaplaşıp onu geliştirmeyen bir kadro profiline işaret ettiği gibi, devrimci saflarda ise “eleştiricilik” hastalığına kaynaklık etmektedir. Şöyle ki, yazma pratiği olmayıp-olamayıp kolektif ürünlerin “niteliksizliğinden(!)” dem vurmak, pratik içerisinde konumlanmayıp üretilen pratiği beğenmemek, örgütün çağrılarına kulak asmayıp “gelişim olmayışını” eleştirmek hep bu hastalıklı tutumun ürünleridir.

 

Sonuç olarak…

MLM bilimi ve örgütsel çalışma karşısında bu temelde bir pozisyon almanın ise yarattığı tek sonuç, örgüt zeminini aşındırmak ve kadroları örgüte yabancılaştırarak devrimden koparmak şeklinde olmaktadır. TDH’nin tarihindeki onlarca örneğin, yaşanan daralmanın ve saflardaki bireylerin uzun soluklu olmayışının temel nedenini burada aramak gerekmektedir.

Örgütsel çalışmaya ve devrimci kimliğe ait sorunlar, eksik ve kötürüm devrimcilik ve yetinmecilik, bu çatlaklardan boy vermekte buna karşı konumlanış ise doğru bir kadro politikasını koşullamaktadır.

80’li yıllara kadar birçok yapıda aktif üye ve yönetici kadroların inşaatlarda ve fabrikalarda işçi, tarlada ırgat olan, her aşamada kitlelerin dolaysız pratiği ile temas eden ve bunu bilimsel bir senteze çeviren karakteri, yeniden kazanılmak zorundadır.

Örgütsel çalışmanın hantallıkları ile yaratıcı biçimde hesaplaşılmalı, bu durumun kaynakları kadroların eğitilmesinde ve örgüt yaşamında onlara sunulan alanın hangi tarzda ve hangi karakterde üretildiğinde aranmalıdır.

Doğru siyasetin kitlelerin elinde bir silaha dönüştürülmesi meselesi, ancak bu siyaseti kitlelerin pratiğine taşıyan nitelikli kadrolarla mümkündür. Bu noktada niteliksel bir sıçrama için doğru bir kadro politikası üretilmesi, kadroların ise örgütlenme ile sorgulayan-geliştiren ve pratikle hesaplaşan bir ilişki geliştirilmesi gerekmektedir. Mehmet Demirdağ’ın çağrısında bulunduğu “devrimin atak, bilgili, fedakar kadroları” ancak bu karşılıklı ilişki içerisinde üretilecek, tersi ise örgütsel yozlaşma ve bütünlüklü bir yabancılaşma dışında seçenek bırakmayacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu