GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | 1 Mayıs’ın Kızıllığıyla 18 Mayıs’a Sandıkta Yeşil Sol Parti, Sokakta Direniş!

"Katledilişinin 50. yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya’nın halen hakim sınıflar için “ihtilalci komünizmin en tehlikeli temsilcisi” olmasını nedeni, onun görüşlerini coğrafyamız sınıf mücadelesi pratiği içinde kurmasından bağımsız değildir"

İşçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ı geride bırakırken, dünyada ve ülkemizde 1 Mayıs’ın işçi sınıfı ve halkların kendi taleplerini sokaklarda ve meydanlarda haykırdıklarına tanık olduk.

Dünya’da 1 Mayıs özellikle pandemi sürecinden sonra kitlesel gösterilere sahne oldu. Özellikle Batı Avrupa’nın kimi ülkelerinde yer yer polis şiddetinin ve müdahalelerin yaşanmış olması; burjuva demokrasisinin, işçi sınıfının hakları söz konusu olduğunda sınırlarını göstermesi açısından anlamlıydı. Bu durum burjuva demokrasisinin hüküm sürdüğü ülkelerde gelecek günlerin işareti olarak da görülebilir. Özellikle Fransa’da Macron hükümetinin emeklilik reformu için kendi yasalarını ve meclisini tanımayan tavrı, önümüzdeki sürecin işaret fişeği olarak tanımlanabilir.

Burjuvazi kapitalist sistemin içinde bulunduğu krizi aşmak adı altında bir yanda Ukrayna bağlamında savaş siyaseti uygularken, diğer yanda kendi hakim olduğu ulus devletlerinde, kendi yasalarını dahi tanımayacağının somut işaretlerini vermektedir. 1 Mayıs’ın kimi kapitalist ülkelerde kitlesel olarak kutlanmasının yanında yer yer polis müdahalelerine sahne olması bu açıdan değerlendirilmelidir.

1 Mayıs aralarında Türkiye’nin de olduğu emperyalist sermayeye bağımlı ülkelerde, ekonomik krizin geniş kitlelerin yaşam ve çalışma koşullarını derinden etkilediği koşullarda gerçekleşti. Türkiye’de geniş kitlelerin gündeminde “hayat pahalılığı” ve yoksulluğun en önemli göstergelerinden biri olarak ifade edilen “yiğit muhtaç olmuş kuru soğana” sözü daha yüksek sesle dillendirilirken; 1 Mayıs alanlarında, başta ekonomik kriz ve yoksulluk olmak üzere işçi sınıfının ve geniş halk kitlelerinin taleplerinin yüksek sesle haykırılmasından ziyade, 14 Mayıs günü yapılacak olan seçimin gölgesinde kalındığını ifade edebiliriz.

1 Mayıs’a katılım sağlayan parti ve örgütlerin çoğunluğunun gündeminde 14 Mayıs’ta yapılacak olan seçimlerin olması, beraberinde 1 Mayıs alanlarına, işçi sınıfının ve emekçi halkın güncel taleplerinin dillendirilmesi ve mücadele kararlılığının gösterilmesini değil deyim yerindeyse “günü kurtaran” bir yaklaşımla ele alınmasını doğurdu. Bu durum özellikle işçi sınıfının sayıca en fazla örgütlü olduğu sendikaların tutumunda kendini gösterdi.

Nitekim ülkemizde 1 Mayıs denildiğinde ilk akla gelen alanın Taksim olmasına rağmen sendikaların 1 Mayıs Taksim yasağına karşı “seneye yasaksız 1 Mayıs alanında olacakları” açıklaması buna işaret etmekteydi. Devrimciler açısından ise 1 Mayıs söz konusu olduğunda -her yıl olduğu gibi- yine ve bilinen, yer tartışmaları yaşandı.

Oysa 1 Mayıs alanlarında başta İbrahim Kaypakkaya olmak üzere devrimci önderlerin resimlerine yönelik faşist devletin tutumunun, meselenin yer tartışmasından ziyade, devletle ve resmi ideolojiyle uzlaşmayan bir politik ve pratik tutumda olduğunu gösterdi. 1 Mayıs’ta İbrahim Kaypakkaya’nın resminin olduğu flamalara yönelik devletin yasakçı ve engelleyici tavrının devrimci dayanışmayla aşılması ve alana girilmesi örneği bize önümüzdeki süreçte izlenmesi gereken pratik tavrı da gösteriyordu.

 

Parlamentarizmin kutsanması ve liberal hayaller!

Bunun yanında 14 Mayıs seçim süreciyle birlikte daha görünür olan ve bu durumun etkisiyle kendisini 1 Mayıs alanlarında gösteren kimi reformist sol anlayışlara işaret etmek gerekir. Ufku parlamentarizmle sınırlı olan bu anlayışların günümüzde geniş kitlelerin ilgisine çekmesi elbette ki, bu anlayışların başarısından çok, devrimcilerin yetersizliği ve yetmezliğiyle ilgilidir. Unutmamak gerekir ki, Türkiye devrimci hareketi tarihinde ’71 devrimci çıkışı olarak tanımlanan devrimci önderler, (çeşitli farklı kulvarlardan olsa da) toplamda dönemin TİP reformizmini mahkum ederek tarih sahnesine çıktılar.

Üstelik ’71 devrimci önderlerinin teoride ve pratikte mahkum ettiği TİP, günümüz TİP’inden fersah fersah daha nitelikli bir yerdeydi. Kuşkusuz o dönemin TİP’i de reformistti. Gelişen kitle hareketini, düzenin sınırları içinde tutma hedefini güdüyordu. Günümüz TİP’i de, kitlelerin düzene olan tepkisini, sol ve sosyalizm adına rejime ve parlamentoya yedekleyen reformist çizgiyi temsil etmesinin yanında eski TİP’e oranla, kimi popüler şahsiyetlerinde etkisiyle sol popülist söylemi daha fazla kullanmasıyla öne çıkmaktadır.

Dahası ’71 devrimci önderleri dönemin TİP’ini teoride ve pratikte aşarlarken, coğrafyamızda solculuk ve devrimcilik adına onlarca yıldır izlenen Şefik Hüsnü TKP’sinin Türk hakim sınıflarına yedeklenen burjuva kuyrukçuluğundan tam anlamıyla kopuşu temsil ederlerken, günümüz TİP’i kitlelerin düzene olan tepkisini açıktan burjuva muhalefetin adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu’na yedekleyen tutum içindedir.

Elbette bu politik tutumda TİP yalnız değildir. Özellikle kendisini “üçüncü yol” olarak tanımlayan Emek ve Özgürlük İttifakı’nın da (EÖİ) önce aday çıkarmayarak üstü örtülü biçimde sonrasında ise yazılı bir açıklamayla burjuva muhalefetin adayı Kılıçdaroğlu’nu desteklediğini açıklaması da, hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar dalaşında, muhalif kliğin arkasında yedeklenme anlamına gelmektedir. Elbette kendisini hakim sınıf klikleri arasındaki mücadelede farklı bir yerde tanımlayan EÖİ’nin bu tavrı, tıpkı cumhurbaşkanı adayı çıkarmamasında olduğu gibi polemik konusudur ve eleştirilmelidir.

EÖİ’nın bu tavrında ana gövdesini Kürt Ulusal Hareketi’nin oluşturduğu Yeşil Sol Parti’nin, R.T. Erdoğan’ı iktidardan düşürme amacıyla “stratejik oy” olarak tanımladığı seçim taktiğinin belirleyiciliği vardır. Yeşil Sol Parti, Mart 2019’da yapılan yerel seçimlerdeki izlediği seçim taktiğinin bir benzerini pratikleştirmektedir. Hatırlanırsa Kürt hareketi, yerel seçimlerde özellikle büyükşehirlerde aday çıkarmayarak üstü kapalı bir şekilde muhalefetin adaylarını desteklemiş ve bu belediye başkanlıklarının muhalefetin adaylarının kazanmasında belirleyici bir rol oynamıştı.

Kürt hareketinin bu tutumu karşısında burjuva muhalefetin tavrı biliniyor. Özellikle Kürt illerinde seçilmiş belediye başkanlıklarının iktidar tarafından görevden alınması, bazılarının tutuklanması ve yerlerine kayyım atanmasına karşı açıktan bir karşı çıkış olmamıştı. Burjuva muhalefetin bırakalım Kürt halkının demokratik taleplerini (kimi göstermelik vaatler dışında) dillendirmeyi, Kürt hareketinin legal temsilcileriyle yan yana gelmekten dahi imtina ettiği biliniyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde R.T.Erdoğan karşısında kazanmak için desteğe ihtiyaç duyan burjuva muhalefetin adayı Kılıçdaroğlu’nun, görüşmek için Yeşil Sol Parti’de değil de TBMM’ni tercih etmesi, her ne kadar “Kürt sorununun çözüm yeri meclistir” mesajı denilerek tevil edilmeye çalışılsa da apaçık bir gerçeğe işaret ediyor. İktidarıyla muhalefetiyle burjuva hakim sınıf klikleri, Kürt halkının demokratik talepleriyle ilgilenmiyorlar. Dahası bu talepleri kendi varlık gerekçelerine tehdit olarak görüyorlar. İktidarın en küçük hak talebini dahi “terörle iltisaklı” gösterip saldırdığı durumda seslerini çıkarmayanlar, kendi anayasalarına aykırı olduğunda bile milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına destek verenler gelinen aşamada kendi iktidar mücadelelerinde avantaj sağlayabilmek için her türlü yolu deniyorlar.

AKP’nin yeniden İmralı yollarına düştüğü, muhalefetin ise Kürt sorunu da dahil olmak üzere her türlü sorunun çözüm yolu olduğunu ifade ettiği ve Ankara’nın karanlık koridorlarında “yeni çözüm” sürecinin dillendirildiği koşullarda, “köprüyü geçene kadar” Kürt hareketinin desteğine ihtiyaç duyuluyor.

Türk hakim sınıfları, cumhuriyetlerinin iki yüzüncü yılına girerken AKP-MHP iktidarı nezdinde ve R.T.Erdoğan şahsında somutlanan faşist iktidarlarının özellikle ekonomik krizle daha da yoksullaşan halk gerçekliğinin daha da arttığı yıpranmışlıklarını, burjuva muhalefetin “yeni baharlar gelecek” vaadiyle aşmayı hedefliyorlar. Halka vaat edilen faşist diktatörlüğün “tek adam şahsında” yıpranan kimi yönlerinin restorasyonundan ibarettir.

Bu gerçeği ifade etmek demek, 14 Mayıs’ta burjuva muhalefetinin adayı Kılıçdaroğlu’nun kazanması halinde “düzenin değişeceği”, Türkiye toplumunda ön plana çıkan belli başlı çelişmelerin çözüleceği yanılsamalarına da yanıt olmak demektir. Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına girerken, yüzyıllık iktidarlarının üzerinde yükseldiği temel çelişkilere yönelik bir çözüm iradesine sahip değildirler. Aksine bu çelişkilerin varlık nedenidirler.

Günümüz Türkiye toplumunda, halk ile emperyalizm ve feodalizm, işçi sınıfıyla burjuvazi, ezen ulusla ezilen ulus ve milliyetler, ataerkil sistemle ezilen cinsler, ezen inançla ezilen inançlar, kapitalist sistemle, ekolojik sistem arasındaki çelişmelerin çözüm adresi olarak hakim sınıfların kendi aralarındaki çelişmeden çözüm beklemek, dahası hakim sınıfların iktidar dalaşından bir çözüm çıkacağını ummak, yüzyıllık cumhuriyet rejiminin fıtratından habersiz olmak demektir.

Örneğin Türkiye’nin son on yıllarında önemli bir yer işgal eden ve başlıca çelişmelerden biri olan ezen ulus ve ezilen ulus milliyetler, daha somut olarak da ezen Türk ulusuyla ezilen Kürt ulusu arasındaki çelişkinin çözülmesi için 14 Mayıs seçimi sonrasında burjuva muhalefetin adayı Kılıçdaroğlu’nun kazanması halinde yeniden gündeme geleceğinin propaganda edilmesinde olduğu gibi. Seçimlerde burjuva muhalefetin adayı Kılıçdaroğlu’nun kazanması halinde yeni bir çözüm süreci olacağı beklentisi, başta Kürt halkı olma üzere önemli bir kesimin gündemine girmiş durumdadır. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının başta Kürt ulusal sorunu olmak üzere, başlıca çelişmelerin çözüleceği, memlekete demokrasi geleceği temelsiz liberal bir hayaldir. Ki Türkiye gibi emperyalizmin tahakkümü altındaki burjuva liberalliğinin sınıfsal karakteri ayrıca izaha muhtaçtır.

Kuşkusuz ki Türk hakim sınıfları, kendi politik çıkarları için tıpkı R.T.Erdoğan’ın yaptığı gibi AB üyeliği reformları ya da Kürt sorununda olduğu gibi kimi adımlar atabilir, politik manevralar yapabilirler. Ancak bu adımlar hiçbir zaman rejimin gerçek anlamda demokratikleşmesi amaç ve hedefiyle olmaz. Yüzyıllık tarihsel tecrübelerle sabittir ki, cumhuriyet tarihinde demokratik hakların kazanımı her daim kitlelerin mücadelesiyle olmuştur. Tersinden kitle hareketlerinin mücadelesi sonucunda hakim sınıflar, kimi kısmi demokratik adımlar atmak zorunda kalmışlardır. İlk fırsatta da bu demokratik haklara saldırmışlardır.

Bu gerçeği bilerek hareket etmek önemlidir. Özellikle 14 Mayıs seçimlerinde Yeşil Sol Parti adaylarını destekleme çağrımız, hakim sınıfların kendi aralarındaki iktidar mücadelesinin demokrasi getireceği gibi liberal hayallerin aksine, Kürt ulusunun yıllardır sürdürdüğü ulusal hak eşitliği temelindeki mücadelesinin yanında olmak, bu mücadeleyle birlikte yürüdüğümüzü göstermek içindir. Yeşil Sol Parti’nin adaylarının desteklenmesi çağrımız, bu partinin başta Kürt ulusal sorunu olmak üzere Türkiye toplumunda var olan belli başlı çelişkilere dair bir dizi alanda demokratik ilerici talepler ileri sürmesindendir.

Açıktır ki bu talepleri destekleme çağrımız, yukarıda işaret ettiğimiz üzere hakim sınıfların kendi arasındaki iktidar mücadelesinde, kitleleri burjuvazinin herhangi bir kliğinin arkasına yedeklenmesi tehlikesine işaret ederken, başta Kürt ulusu olmak üzere kitlelerin şu veya bu şekilde de olsa demokratik mücadelesini güçlendirme yaklaşımımızla uyumludur.

 

Kaypakkaya’da ısrar, devrimde ısrardır!

Türkiye koşullarında parlamentonun ve seçimlerin işlevi bilinmez değildir. 14 Mayıs seçimleri yaklaştıkça hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar dalaşının keskinleşmesi beraberinde seçim ve sandık söyleminin de tartışılır olmasını doğurmaktadır. Yıllarca “oy namustur” diye propaganda yapan hakim sınıf partileri gelinen aşamada “sandıkların güvenliği”nden, bahsetmektedirler. Bu durum burjuva ikiyüzlülüğünün doğal bir sonucuyken, seçime dair yapılan kimi açıklamalar da dikkat çekicidir.

Rejimin suçişleri bakanının 14 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerini “darbe girişimi” olarak tanımlamasından, her ağzını açtığında LGBTİ+’leri hedef gösteren açıklamalarına; R.T.Erdoğan’ın yirmi yıldır hükümette olmalarına rağmen muhalefetin fındık fiyatının 4 dolar olacağına dair vaadine sanki kendisi iktidar değilmiş gibi “Ula bu kadar zaman neredeydiniz? Niye bugüne kadar vermediniz” açıklamalarına kadar bir dizi gariplikler burjuva siyasetin doğasına uygundur.

Parlamentonun faşizmi maskeleyen incir yaprağı olması ve seçimlerinde hakim sınıfların kendi iktidarları için göstermelik bir formalite olduğu gerçeğiyle birlikte her türlü olanağı Demokratik Halk Devrimi mücadelesinde kullanmak, seçim çalışmalarını devrimci örgütlenmenin bir aracı olarak ele almak, demokratik, ilerici her adıma demokratik devrim mücadelesini güçlendirecek bir ele alışla yaklaştık., bu perspektifle çalıştık.

Bu ele alış; özellikle 14 Mayıs seçimine kısa bir zaman kalmışken geniş halk kitlelerinin yaşamak zorunda bırakıldıkları çalışma ve yaşam koşullarına yönelik tepkisinin, burjuvazinin muhalif adayı Kılıçdaroğlu’nun arkasında yedeklenme çağrılarının yükseldiği ve dahası güçlü bir eğilime dönüştüğü koşullarda devrimci çizginin uzun vadeli iktidar mücadelesi açısından tayin edici önemdedir. Politik mücadelenin bir güç sorunu olduğunu bilerek davranmak, sabırlı ve uzun vadeli bir planlamayla hareket etmek gerekir.

1 Mayıs süreci 14 Mayıs seçiminin gölgesinde geçmiş olsa da, rejimin 1 Mayıs mitinglerinde özellikle İbrahim Kaypakkaya’nın resimlerine yönelik özel yaklaşımı şaşırtıcı değildir. Türkiye koşullarında Türk hakim sınıf klikleri arasında mücadelenin tarihsel süreci ve niteliği, parlamentonun işlevi, rejimin resmi ideolojisi Kemalizm’in faşist karakteri, başta Kürt ulusal sorunu olmak üzere ulusal sorunun nedeni ve çözümü gibi bir dizi meselede ileriye sürdüğü tezlerin halen güncel olmasından kaynaklıdır.

Katledilişinin 50. yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya’nın halen hakim sınıflar için “ihtilalci komünizmin en tehlikeli temsilcisi” olmasını nedeni, onun görüşlerini coğrafyamız sınıf mücadelesi pratiği içinde kurmasından bağımsız değildir. Bu nedenle İbrahim Kaypakkaya’nın görüşleri, coğrafyamız sınıf mücadelesi pratiği içinde iktidarı kazanmanın güncel yolu olmayı sürdürmektedir.

1 Mayıs süreci bu gerçeği bir kez daha kanıtlamıştır.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu