GüncelManşet

Kobanê zaferin şahididir; Êfrîn ise tanığı olacak

Medyadan taarruz ve hücum türküleri tutturularak tabelasına ise zeytin dalı iliştirilen özünde işgal, yağma ve talanın olduğu bilinen bir operasyon Türk devleti tarafından Efrîn’e yönelik başlatıldı. Milli orduya yamanan ve bugün önden sürüldüğü görülen tekfirci ÖSO grupları bugünden kahraman, onlara laf edenler ise hain ilan edildi. Yargı ve devletin akıl tutulması işgal hareketinin başlamasıyla çığır açan bir boyuta vararak geçelim kendi kurumlarını, ÖSO’yu eleştiren, iki çift paylaşım yapmak dahi suç listesine alındı.

Efrîn’e yönelik işgal hareketine karşı olanlara devletin sopası sürekli görünür kılınırken bir yanda da burjuva medya TSK’dan önce Efrîn’e girmişçesine yayın akışına davam ediyor. Öyle ki yalnızca Türk medyasından verilen haberler dikkate alındığında “milli” Türk ordusunun, Kilis hudut hattından başlayarak dünyayı 3-5 kez tavaf edip üzerinde hakimiyetini kurduğu düşünülecek. Gerçekler ise aradan üç hafta geçmesine rağmen NATO’nun ikinci büyük kara ordusunun sınır hattında çakılı kaldığını gösteriyor. Yani henüz bir yere gidilebilmiş değil!

Tayyip Erdoğan, Efrîn’e yönelik işgal operasyonlarının üçüncü haftasının içerisindeyken; “iki günde Afrin’deyiz”, “bir haftaya alıyoruz”, “siviller şehri boşaltıyor”dan, şubat sonu ve ayları bulabilecek bir operasyona, oradan da asker ölümlerine ve tank/helikoptar imhalarına ilişkin “olur böyle şeyler”e varan açıklama silsilesinde bulundu.

Ülkenin başbakanlık koltuğunda dikilen Binali Yıldırım ise henüz meselenin dahi farkında değil. Türk medyasından haddinden fazla etkilenen AKP’lilerin “Başbakan bizi Efrîn’e götür” tezahüratlarına karşılık “Çıkışta hazır olun gidiyoruz” oyununda.

“Bir gece ansızın girebiliriz”, “ha girdik ha gireceğiz”, “kimseden icazet almadık” caf caflarıyla bir türlü dikişi tutturulamayan Suriye politikası sonucunda kaybedilen masada yeniden yer almak için bile isteye mi yoksa Suriye’deki masanın bir girdap gibi Türk devletini içerisine çekerek mi ya da ikisi birden mi bilinmez; TC devleti sonu çıkmaz ve açmazlardan başka herhangi bir şeyin olmadığı sürece girmiş bulunuyor. Biz bunu belirtelim ya da belirtmeyelim durum bundan ibaret.

Türk devletinin, Kürt kazanımlarını ne pahasına olursa olsun boğmak için kurduğu denklem, attığı her türlü adım sürekli olarak gerçekle çarpışarak etkisizleşiyor. Bu gerçeğin birincil halkası, Kürt halkının direnişi, savaşçı kimliği ve bölgede yaşayan her türlü ulus ve inançtan halkın yaşadığı toprakları öylece, kolay kolay bırakıp gitmeyecek oluşu. Diğeri ise bölgenin kendine has denklemi. Şimdi yeniden başa dönecek olursak, Türk devleti işgal hareketinin başlamasıyla birlikte bilmem kaç maddeden oluşan notalarla dizayn ettiği Türk medyasının savaş propagandalarına inanmıyorsa eğer inandığı ve hedeflediği şey ne olabilir?

 

Esasta karşılaşacağı devrimci güçlerin direnişidir

Birincisi; daha işgal hareketinin başındayken, aldığı kayıp da ortadayken “Afrin’le başlayan operasyon Afrin’le sınırlı kalmayacak ha! Oradan Minbiç’e, Irak sınırına kadar temizleyeceğiz” sözlerinin sarf ediliyor oluşu yalnızca yalan, manipülasyon ve propaganda siyaseti değildir. Fiili olarak savaş ve işgal operasyonuna başlanmış oluşu gerçekliği meselenin yalnızca bu kadar yüzeysel olamayacağını göstermektedir. O halde amaçlardan biri, iç siyaseti daha fazla germek, demokratik alanın nefes alamaz hale getirmek, devrimci güçler açısından siyaset yapılamaz bir ortam oluşturmak, devrimci güçleri yok edene kadar iç siyaseti sürekli olarak boğmak. Türk devleti tarafından dışarıda ve içeride işletilen bu süre zarfınca Türk-İslam sentezi ile yoğrulmuş paramiliter güçleri daha fazla örgütlemek ve sokağa salmak. Ancak bunun gerçekleşmesi o kadar basit değildir. Halihazırda 2015 Temmuz’undan bu yana muhalefete ve devrimci güçlere yönelik bir baskı ortamı zaten mevcut. Şu an her ne kadar demokratik ortamda muhalif sesin çıkma oranı düşükse de devrimci güçlerin örgütlenmesinin önüne geçilememektedir, bitirilmesi de şüphesiz dinamikler mevcut olduğu sürece imkansızdır. Nitekim içeride kliklerin bir türlü tam manasıyla cephe oluşturamıyor oluşu durumu da devlet açısından bu süreci zorlaştıran unsurlardandır.

İkincisi ise Türk devleti açısından daha tehlikeli bir oyunu oluşturmaktadır, Ruslarla sadece hava operasyonları ile sınırlı olmayan çok daha boyutlu bir anlaşma. Buna göre Türk devleti Rusların ve Suriye rejim güçlerinin yardımıyla, Rojava’daki Kürt halkının kazanımlarını boğmaya niyetlenmiş olabilir. Buradaki “engel” ÖSO’cu grupların Ruslar ve Şam tarafından “terörist” ilan ediliyor oluşu. Bu da Türk devletinin yaptığı operasyonlar sırasında halledilip, ÖSO’cu gruplar çatışmalarda önce büyük bir kırımdan geçirilerek sonra da kahraman ilan edilerek tarih sahnesinden silinebilirler. Birleşmiş Milletler (BM) Rusya Daimi Temsilcisi Vassily Nebenzia’nın, PYD’ye saldırma bahanesi ile PYD’nin IŞİD’cileri bünyesine kattığı yalanına başvurdu. Bu yalana önümüzdeki günlerde de devam edebilir. Suriye’de birilerine saldırmak için bilinmektedir ki anahtar kelime IŞİD’dir. Türkler bile Rojava’ya saldırırken “IŞİD”i hedeflenenler arasında sürekli tutmaktadır.

Ancak tüm bunların kağıt üzerine yazıldığı gibi yaşanacağı düşünülemez. ABD, Türklerin böylesi bir birliktelikle PYD’ye saldırması durumunda kendi çıkarları doğrultusunda bölgedeki Kürt güçlerine daha fazla destek vermek durumunda kalacaktır. Bu oyunun Türk devletinin emperyalist devletlere bağımlılık gerçekliği de düşünüldüğünde kendisi açısından ne kadar tehlikeli olacağı da görülecektir.

Türk devleti hangi kurguyla Rojava’ya saldırma planı yaparsa yapsın, hangi menzile yönünü çevirirse çevirsin, esasta karşılaşacağı Kürt halkı ve bölgede Kürt halkıyla kader ortaklığı yapan diğer ulus ve inançtan halkın, devrimci güçlerin direnişi olacaktır. Bu direniş de, şu ana kadar anlaşıldığı kadarıyla bütün emperyalist güçlerin planlarını bozan, Türk devletinin ise içinde bulunduğu çıkmazı derinleştiren bir etkiye sahiptir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu