GüncelKadın

Komünist kadın savaşçılar: Her alanda kadına yönelik şiddetle mücadele edeceğiz!

Kadın devriminin yaşandığı Rojava topraklarında TKP-ML TİKKO Rojava Komutanlığı’na bağlı kadın savaşçılar ile yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Ataerkiyi yok etmenin kadın bilinci, örgütlü güç ve dayanışma ile mümkün olacağı gerçekliği ile hareket etme gayretinde olan TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği kadın mücadelesini bulunduğu her alanda ileriye taşıyor. Kadın devriminin yaşandığı Rojava topraklarında TKP-ML TİKKO Rojava Komutanlığı’na bağlı kadın savaşçılar ile yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Bu çalışma 20 Kasım Nefret Cinayeti Mağduru Trans Bireyleri Anma Günü ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde sadece katledildiğini duyduğumuz birkaç ismi yaşatmak adına onların isimleri kullanılarak yapılmıştır.

 

– Çelişkilerin daha derin ve buna karşı mücadelelerinde daha keskin olduğu bir alan olan bu topraklarda Rojava Kadın Devrimi’ni nasıl değerlendiriyorsunuz?

Deniz Amed: Diğer coğrafyalar gibi yaşamın ve hatta savaşın dahi “sahibi”nin ERK’ek olduğu bir coğrafyadır Ortadoğu. Bu sebeple Rojava devrim sürecinde kadınlar iktidar sahibinin elinde olanı teslim etmesini beklemedi ve beklemiyor.

ERK’ek iktidarını vermedi aslında kadınlar mücadele ederek ve zor ile kazandılar. Bu süreç özellikle savaş alanında olabildiğince uzun ve sancılı bir süreçti. Bir kadın olarak diğer kadınlardan daha “güçlü” olma düşüncesi ile kendini ERK’ek zihniyete karşı içten içe ispatlamak zorunda kalırsın. Çünkü zaten toplumda alışkın değil kadınların bu kadar “güçlü” olmasına. Güçlü olursa da zaten bir kadın değil ERK’ek gibi güçlüdür.

İlk süreç kadının kendi gerçekliğini kendisinin tanıdığı ve kendi gücünü görebildiği süreçtir. O gücü fark ettiğinde “ben bir kadınım ve güçlüyüm” diyerek kendinin farkına varır. Rojava Devrimi’ndeki kadınlar savaşın içinde YPJ savaşçılarıyla birlikte gördüler ki, yeni bir dünya yaratmak mümkün.

Tabii ki sadece bununla devrim süreci bitmiyor. Daha sonrasında kadınların devrimi büyütmemiz ve bütün dünya kadınlarına yeniyi yaratan kadınlar olarak “dünya devrimini biz kadınlar yaratabiliriz”i daha çok anlatmamız gerekiyor. Yani devrim tamamlanmadı, mücadele devam ediyor.

– Emperyalist saldırganlık arttıkça ona karşı mücadelelerin de yükseldiği bir süreçten geçiyoruz.

Özellikle kadınların mücadelede özneleşmesi ve öz savunma güçlerini yaratarak kadın dayanışmasını yükselttiği bir süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Barin Kobane: Emperyalizmin halklar üzerinde yarattığı tahribatı bugün en iyi Rojava’dan görebiliriz. Emperyalist güçler, kendi çıkarları uğruna Ortadoğu’da özellikle Rojava’da savaş çıkartarak istikrarsızlık yaratmak istiyor.

Rojava’da özellikle kadınların kurtuluşundan esen rüzgarı tersine döndürmeye çalışan emperyalist güçler ve onların uşağı TC devletinin işgali, halkları topraklarından kopartarak göçmenliğe zorluyor. “Savaştan en çok kadınlar etkileniyor” sözü salt söylemde değil bizzat işgal edilen toprakların kadınlarında, bizzat Rojava’da yaşamın kendisinde somutlaşıyor. Yükselen bu saldırılara ve zulme karşı dünyanın çeşitli yerlerinde yaşanan halk ayaklanmalarında kadınlar en önde yer alıyor.

TC faşizminin Rojava’yı işgal saldırılarına karşı yükselen direnişte ve Rojava Devrimi’nin başından itibaren kendi özsavunma gücünü oluşturan kadınlar, Serekaniye ve Tel Abyad direnişlerinde her düzeyde her alanda öncülük rolünü üstlendi.

Hiçbir devrim, hiçbir savaş kadının özneleşmediği, mücadeleye katılmadığı koşullarda zafere ulaşamaz. Özsavunma ve mücadele kadınların “sığınacağı” tek yerdir, başka da kurtuluş ve yol yoktur.

Toplumun ikili cinsiyet üzerinden şekillenmesi ve sadece “kabul gören” kadın kimliği üzerinden şiddetle mücadelenin esas alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hande Kader: Bu mesele aslında sadece Rojava’da değil bir bütün dünyada genel anlamda bu şekliyle algılanıyor. Kaldı ki erkek egemenliğinin en kaba biçimiyle var olduğu Ortadoğu’da kadın meselesinin sadece vajina ile dünyaya gelen insanlar üzerinden ele alınması ve beyanın anlamının kavranmaması oldukça normal. Bu söylediğim şöyle anlaşılmasın tabi ki; bu normalse kabul edilebilir.

Hayır, kabul edilemez! Mevcut koşulların sonucu olması biz devrimciler ve komünistler tarafından bu durumun kabul edilebilirliği anlamına gelmemelidir. Zira tersinden bir durumda bu coğrafyada trans erkeklerin ya da vajina ile dünyaya gelmiş olan cinsiyetsiz bireylerin de yok sayılması anlamına gelen ve sadece “biyolojik varoluş” üzerinden ele alınan bu meselenin mevcut şekliyle ele alınışını değiştirmek için politik ve pratik her türlü mücadeleyi vermek gerekiyor.

Mevcut durumun translar üzerinde yarattığı kalıcı travmalara, yaşam hakkının gaspı sorununa yönelik mücadele etmek için de buradaki devrimci ve komünistleri de etkileyen mevcut durumun yanlışlığını iyi kavramak ve kavratmak gerekiyor.

Şüphesiz mücadele bizden başlayıp dışarıya doğru evrilecek. Bu mücadele meşruluğunun temellerini tüm dünyada olduğu gibi burada da transların varoluşundan alıyor, varlığımız mücadelenin meşru temellerini oluştururken TQuila ile başlayan LGBTİ+ ordulaşması bugün TA’de, TİKKO’da ya da başka örgütlerde açık ya da gizli kimliklerle mücadele yürüten LGBTİ+’larla devam ediyor.

Şüphesiz henüz başlangıçtayız ve oldukça uzun ve zorlu bir yol bizi bekliyor. Ancak kadına yönelik şiddetin sadece “makul” görülen kadınlara yönelik bir şiddet olmadığını, makul olmayan bizlerin de mağduru olduğumuz bir şiddet biçimi olduğunu ve bununla hep birlikte mücadele olmaksızın kadına yönelik şiddetin gerçek anlamıyla sona eremeyeceğini tüm topluma kavratana kadar mücadelemiz devam edecek.

Çünkü bu böyle algılanmadığı takdirde erkeklik, erk zihniyet, erkek egemen düşünceler hep bir yerlerden hortlayacak ve bugün bizi vuran yarın da “normal” kadınları vuracak.

Buna izin vermemek için ya hep beraber mücadele edip bir bütün bu anlayışı değiştireceğiz ya da çürüyüp yok olmaya devam edeceğiz.

Tüm dünyada olduğu gibi bu topraklarda da kadına yönelik şiddet önemli bir gündem. Bu duruma dair neler söylemek istersiniz. Sizce şiddetle mücadele yöntemi olarak neler yapılabilir?

Ekin Wan: Ben Ekin Wan ismini seçmek istedim çünkü Ekin Wan’ın çıplak bedeni faşist devletinin kolluk gücü tarafından basına servis edildiğinde kadınlar hep bir ağızdan “Ekin Wan’ın çıplak bedeni onurumuzdur” sloganı ile sokaklara çıkmıştı. Örgütlü hareket etmenin, öz savunmanın önemini pratikte yaşatan bir isim olduğu için seçtim.

Kazanılmış ya da “kabul” edilmiş günler haricinde kadına şiddeti gündemimize al(a)madığımız için kimi zaman akla dahi gelmeyen kadına şiddet yöntemlerini hayatın her anında maalesef yaşamaktayız. Şiddeti yöntemlerine göre ayıracak olursak en “karşı çıkılan” biçimi olan fiziksel şiddet bu topraklarda ya da Ortadoğu kültürünün hala ağır etkilerinin olduğu ülkemiz özgülünde yaşamın her anında yaşanmakta.

Buradan elbette Ortadoğu’nun haricinde kadına yönelik erkek şiddetinin yaşanmadığı sonucu çıkmıyor. Sadece daha katmerli yaşanan bir sorunu anlatmak için Ortadoğu vurgusu yaptım.

Ev içinden iş kollarına, sokaktan, devlet şiddetine kadar ataerki, kadını özel hedef alarak teslim almaya çalışıyor. Sokak ortasında şiddeti yaşayan kadına yönelen zihniyete değil de kadına ayar vermeye çalışarak “kıyafetine karışan” kadını pembe otobüslere kapatan zihniyet olarak karşımıza çıkıyor. Ataerkil zihniyetin tüm saldırılarına karşı gelen devrimci kadınlara da bedenleri üzerinden saldırı pratikleri ile mesaj veriyor.

Şüphesiz verilen mesaja cevap mücadeleyi yükseltmekten geçiyor. Ancak mücadeleyi yükseltmenin en önemli ayağı kadın dayanışması ağını legal ya da illegal platformlarla oluşturmak.  Unutmayalım ki, karşımızda çok sistemli ve iktidarını kaybetmemek için her türlü saldırıyı gerçekleştirecek ve hatta gerçekleştiren bir ideoloji var. Kadına yönelen bu düşünce ile mücadele uzun erimli olduğu kadar güçlü bir karşı duruş örgütlememiz gerekir.

Bugün bu topraklarda kendi devrimini gerçekleştirmiş ancak sürecini tamamlayamamış bir kadın mücadelesi var. Kadın hakları yasalarla koruma altına alınarak uygulamalarla devrim tamamlanmaya çalışılıyor.

Kadınların kendi aralarındaki paylaşımların, sohbetlerin hissettirdiği duygu bir nitel sıçrama yaratarak kendine güvenli, erkek işi olarak görülen savaşın içinde “güçlü”, kendinden emin, koruma alarak devriye atan, mevzileri koruyan kadınlar yaratıyor.

Öne çıkarılmaya çalışılan ya da inisiyatif verilen kadınlar değil de rahtını giymiş, biksi başında ya da bisving’ini almış kadınlar olması elbette bu devrimin katkıları. Ancak tüm bu pratikler alt üst oluşun sonlanması anlamına gelmiyor. Çünkü hala ataerki yaşamlarımızda cepheye kimin gideceğinin kararını verme, birimin nerede konumlanacağı planlamalarının erkek tarafından yapılması olarak karşımızda duruyor.

Mücadeleler, kazanımlar yaşansa bile bir son değil başlangıç olarak ele almalı ve kadın dayanışmasını yükseltmeli, kati suretle örgütlülükler yaratmalıyız.

Kadın hakları mücadelesinde öz savunma ve kadın dayanışmasının önemli olduğu gerçekliğinden hareketle kadına yönelik şiddetle mücadelede özsavunmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Seher Hudayari: Şiddet fiziksel ve fikirsel olmak üzere iki türlüdür. Kadının ilk tarihsel yenilgisinden beri de bu iki türlü şiddet kullanılmaktadır. Kadınlar ilk önce düşünsel olarak kendini büyütmelidir, düşünsel olarak sağlam olmalıdır ki her anlamıyla kendini koruyabilecek yöntemler geliştirebilsin.

Yani kadın özgürlüğü fikrini kendisinde ve çevresinde geliştirmelidir. Bunu geliştirebilmek için de eğitime ve bilince ihtiyacı vardır. Aynı zamanda hem kadını hem de erkeği bilimsel olarak ele alan jineolojiyi de öğrenmelidir.

Kadının öz savunmayı ele alışı da bu bilinçle olmalıdır. Öz savunma dediğimiz de sadece fiziksel değil, fikirseldir. Bütün kadınların birbirini ve yaşamı koruduğu bir sistemdir. Kadınların birlikte örgütlediği öz savunma kadınları devrime götürecektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu