GüncelMakaleler

HALKIN GÜNDEMİ | Diyarbakır Sıkıyönetim Tutukevi’nde Kaypakkaya ile Son 48 Saat!

Aşağıdaki yazı Diyarbakır Zindanında İbrahim Kaypakkaya ile aynı dönemde kalan ve yapılan işkencelere tanık olan aynı davadan tutuklu Hasan Zengin tarafından kaleme alınmıştır. Zengin, 1941 yılında Adıyaman’da doğdu, 2023 Mart’ında yaşamını yitirdi.

8 Mayıs 1973; Diyarbakır Sıkıyönetim Tutukevi… Büyük hapishanenin bitişiğinde 12 hücreli bir bölümdeyiz. İbrahim Kaypakkaya, 3 Nolu hücrede, ben de 8 Nolu hücrede ikamet etmekteyim. Kahvaltı sonrası saat 08.00-09.00 arası İbrahim Kaypakkaya, nöbetçi er Paşa’ya banyo yapacağını söyledi. Paşa “Bir dakika İbrahim abi, komutana talebini ileteyim, yardımcı ol derse isteğini yerine getireceğim” dedi. Yarım saat sonra Paşa, bir piknik tüpü, bir boş yağ tenekesi, sabun ve jiletle hücreye geldi. 1 Nolu hücre, Kaypakkaya’nın banyo yapması için nöbetçi er Paşa tarafından hazırlandı. Paşa hücreme gelerek “Abi, bana yardım et, Kaypakkaya’yı beraber yıkayalım” dedi. Ben de “olur” dedim ve 3 Nolu hücreye beraber gittik. İkimiz Kaypakkaya’nın koltuk altlarına girerek hücreden koridora çıkardık. Topuklarına basarak çıktı, durumun bu kadar vahim olduğunu bilmiyordum doğrusu. Sağ ayağı tam ortasından kesilmiş, sol ayağında sadece serçe parmağı kalmıştı. Hıçkırarak ağlamaya başladım, boynuma sarılarak “ağlama” dedi. Bir müddet ayakta sarılı kaldık. Yüzünü yüzüme sürerek “Beni de ağlatacaksın” dedi ve dişleriyle dudağını ısırdı.

Paşa “Abi, çabuk yıkayalım, komutan kızar, sen tıraşını yap, ben de keseleyeyim” dedi. “Kese var mı?” dedim. Yoktu. Havlunun bir kısmını yırtarak kese yaptım. Bu defa da başındaki yaralar çıktı ortaya. Sağ kulak arkasına isabet eden mermi, deriyi alıp götürmüştü. Boynundan ve kafasından 48 saçma çıkarılmıştı. Vartinik’te köm basıldığı zaman İbrahim öne eğilerek ve zikzak çizerek kaçmıştı. Eğer mermi ayakta isabet etseydi kurtulma şansı olmazdı herhalde. Sağ elinde ve sol ayağında ranzaya bağlandığı için morluklar oluşmuştu. Kelepçenin izleri vardı bileklerinde.

Kaypakkaya’yı tıraş ederken Paşa ile biraz sohbet ettik. Paşa ile aynı aşiretin değişik boylarına mensuptuk. Paşa Kızılbaştı, ben ise Kızılbaşlıktan dönme Sünni… İkimizin ana aşireti Rışvan aşiretiydi. Paşa “Karkon”lardan ben ise Mahkanlı boyundaydım. Ben “Gölbaşılıyım” dediğim zaman Paşa bana büyük dayımla, anadan dedemi sordu. Ben “küçük yaşta Antep’e taşındık, kimseyi tanımıyorum Gölbaşı’ndan” diyerek konuşmasını kestim.

Paşa “Sen galiba İbrahim’i önceden tanıyorsun” dedi. “Nereden tanıyayım Paşa” dedim. “O Çorumlu, ben Adıyamanlı. Dersim’de yakalanmış, tanımam” dedim. Paşa, “Kaypakkaya’yı seviyorum, başına bir şey geleceğinden korkuyorum” dedi. Ben de aslında korkuyordum ama belli etmemeye çalışıyordum. Küçük bir çıtırtıda uyanıveriyordum.

9 Mayıs günü kahvaltıyı, İbrahim’in hücresinde beraber yaptık. Yatağının üzerinde kareli bir harita-metod defteri ve bir de mektup (ailesine yazdığı son mektup olmalı) vardı. Bir de başlığı “Savunma Taslağı” olan bir yazı vardı. Altında da savunması için ihtiyaç duyduğu kitapların listesi vardı. Bana “Aklıma geldikçe kitap listesine ilave yapıyorum” dedi. Paşa hücreme geçmemi söyleyerek beni uyardı. Öğle yemeği sırasında Mevlut isminde bir asteğmen geldi. İbrahim’le biraz sohbet etti. Ancak çok yavaş konuştukları için pek bir şey anlamadım. Daha önce de gelmişti, İbrahim’le din konusunda tartışma yapmışlar. İbrahim’i kastederek “Sen insanı dinden çıkarırsın vallahi” diyerek gitmişti. Akşam nöbetçi er değişimi oldu. Hüseyin Aksoy adındaki bu er de Kürt’tü ancak çok despot biriydi. Hücremde ayağa kalkmama bile tahammül edemiyordu. (Sonradan gardiyan olduğunu duydum.) Kilis-Elbeyli’liydi.

9 Mayıs günü gece saat 22.00 sularında biri resmi elbiseli olmak üzere dört kişi, 5 sandalye ile Kaypakkaya’nın hücresine geldiler. Kaypakkaya hücreden çıkarıldı ve bir sandalyeye oturtuldu. Nöbetçi er Hüseyin yoktu. İki tane ilk defa gördüğüm er vardı.

– İbrahim, seninle biraz sohbet etmek istiyoruz. Sorduğumuz sorulara cevap verirsen iyi olur. Cevap vermek istemezsen zorlamayız. Doğu Perinçek ve Halil Berktay seni örgüt yıkıcısı ve bölücü olarak suçluyor, niçin?

– Elinizde partimizin görüşleri mevcut, orada yazılı…

– Peki, partinizin Kemalizm ve Milli Mesele hakkındaki tezlerini kim yazdı?

– Bu görüşleri ben yazmadım. Parti görüşüdür. Parti bir kişiden ibaret değildir. Aynı görüşlerin altına imza atarım. Ben de bu görüşleri paylaştığım için bu parti saflarında bir nefer olarak canla başla çalışıyorum.

– Bu sonuca nasıl vardınız? Hangi kaynaklardan yararlandınız? M.Kemal dönemini faşist diktatörlük olarak değerlendiriyorsunuz!..

– Sadece M.Kemal dönemine demiyoruz. Sürekli faşizm vardır.

– Nasıl yani?

–  Bakınız ben Kürdistan’a gelmeden önce orduyu devrimci görüyordum. Kemalizm’e sempati ile bakıyordum. Ancak görüşlerim değişti. İzin verirseniz bir örnek vereyim. 30 Ekim 1918’de Osmanlı devletiyle İtilaf devletleri (İngiltere-Fransa-İtalya) arasında Mondros Mütarekesi imzalanır. Antep bu mütareke gereğince İngiliz emperyalizmi tarafından Aralık 1918’de işgal edilir. Antep’te emperyalist güçlere karşı bir direniş olmaz. 29 Ekim 1919’da Fransızlar Musul-Kerkük petrolleri üzerindeki haklarından İngilizler lehine çekilince İngilizler de Fransızlar lehine Antep’ten çekilir. Antep 29 Ekim 1919’da Fransa’nın işgaline terk edilir. Antep, Fransızlar tarafından işgal edilmeden 4 Eylül 1919’da Sivas Kongresi başlar. Bu kongreye hiçbir Kürt temsilci alınmaz. Ulusal haklarının Kemalistlerce gasp edildiğini fark eden Kürt yurtseverler (Hacı Bedir Ağa ve Bedirhan Kardeşler) Molla Memed ve Memed Said’le temas kurarak Antep’te Fransız işgal güçlerine karşı direnme kararı alırlar. Amaçları bağımsız bir Kürt devleti kurmaktır. Kürt direnişçiler bir müddet sonra savaştıkları Fransız askerlerinin Ermeni yurtseverleri olduklarını öğrenirler. Aralık1919’dan Mart 1920 yılına kadar yaklaşık 3 ay süren bu çatışma, Ermeni yurtseverlerin çekilmesi ile son bulur. Tamamen Kemalistlerin dışında gelişen bu hareket. M.Kemal’in hesaplarını bozar. Çünkü M.Kemal, Fransızlarla el altında Ankara Anlaşmasının alt yapısını oluşturmaktadır. Ve M.Kemal, Antep’e Ali Cenani ve Ali Kılıç adında iki tetikçisini gönderir. Antep Kürt direniş hareketinin iki önderi; Memed Said (Şahin Bey) 28 Mart 1920, Molla Memed (Karayılan) 24 Mayıs 1920’de bu iki tetikçi tarafından arkadan kalleşçe vurularak şehit edilmişlerdir. Sonra bu iki tetikçi M.Kemal tarafından ödüllendirilip Cumhuriyetiniz’in(!) bakanları olmuşlardır. Ayrıca Ali Kılıç ünlü istiklal mahkemelerinizin baş koparan savcısı olarak görevlendirilmiştir.

– Kimden aldın bu bilgileri?

– Antep’te bir Gazi’den aldım. Ancak bu bilgileri aldığım zaman partimizin Kemalizm hakkındaki görüşleri yazılmıştı. Bu Gazi’nin verdiği bilgiler parti görüşümüzü doğruluyor. Ayrıca Antep’te bir semt var. Şimdiki ismi Türktepe’dir.1960 yılına kadarki ismi Kürttepe’dir. Karayılan ağıdındaki “Vurun Kürt uşağı, namus günüdür” değiştirilerek; vurun Türk uşağı olmuştur. Antep’in Kürtçe ismi Dilok’tur…

Sizlerin, 7 düvele karşı verdiğiniz ulusal kurtuluş savaşı Kürtlere, Çerkeslere, Ermenilere, Pontuslara ve kısmen de İngiliz emperyalistlerinin teşvikiyle Batı Anadolu’ya çıkan, Yunanlılara karşı verilen toplam 40 günlük bir harekettir. İngilizlerle savaştınız mı? Fransızlarla savaştınız mı? Ya da İtalyanlarla? Ben size soruyorum, hadi cevap verin?

Kürdistan diye bir ülke vardır. Şimdi burası yani Diyarbekir, Kürdistan’nın ta kendisidir. Sizler burada işgalci güçleri temsil ediyorsunuz.

Kürtler, bir ulustur. Ve kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptirler. Lozan anlaşmasıyla Kürdistan dörde bölünmüştür. Bu bölünme başta İngiliz emperyalizmi olmak üzere ABD ve diğer emperyalist güçlerin çıkarına hizmet etmektedir. Güney Kürdistan, Kemalist faşist diktatörlük tarafından Doğu Trakya ve İstanbul karşılığında İngiliz emperyalizmine peşkeş çekilmiştir.

Biz işçi-köylü iktidarını kurarsak bir ulus teşkil eden Kürtleri ve diğer azınlık (Laz, Çerkes, Arnavut, Ermeni, Rum ve Yahudi) halkları devrimci demokratik yasa ile güvence altına alacağız. Kürtler ayrılıp bir devlet kurmak isterlerse zorluk çıkarmayız, bu bizim temel şiarımızdır.

– İbrahim, bu görüşler senin görüşlerindir. Hatta parti görüşlerinin hepsi senin görüşlerindir. Ben buna kalben inanıyorum. Ülkemiz için tehlikeli görüşlerdir. Bu görüşler ülkemizi yıkıma uğratır.

– Evet biliyorum; ülke bir kara parçasından ibarettir. Esas yıkmak istediğimiz sizin faşist devletinizdir. Bunu başarmak için çalışıyoruz.

– Bak şimdi elimizdesin.

– Evet elinizde tutsağım.

– Sen Kürt değilsin, alevi ve Türk’sün, Kürtlerden sana ne, onları sen mi kurtaracaksın?

– Hayır, partimiz önderliğindeki halk ordusu ve halk savaşı kurtaracaktır.

– Emin misin? İnanıyor musun gerçekten?

-İnanmasam Dersim dağlarında işim ne? Bu yola baş koyduk, geriye dönüşümüz yoktur.

– Bana Haymanalı* derler. Sen o yolun sonunu göremeyeceksin.

– Size ben de Çorumluyum diyesim geliyor. Bütün samimiyetimle bir daha söylüyorum. Bu yola başkoydum. Başımı alabilirsiniz. Fakat partim ve yoldaşlarım, iktidarınızı yerle bir edecektir. Sizden ve sizleri buraya gönderenlerden korkmuyorum. Sinirlenmenize gerek yok. Ben sizler tarafından tutsak alınan bir komünistim. Savaş kurallarına uymanız lazım.

– Güldürme beni İbrahim!

Hepsi birden ayağa kalktı. Haymanalı;

– Senin partini çökerttik. Oruçoğlu, Aslan, Taşyapan elimizde. Senin örgüt lideri olduğunu söylüyorlar. Hepsi bülbül olup şakıdılar. Sen hala onları korumaya çalışıyorsun.

– Defalarca söyledim, parti ve örgüt lideri değilim, kim ya da kimler olduğunu da bilmiyorum. Bu ismini söylediğin şahıslar, benim Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’ndan arkadaşlarım.

Gece saat 02’yi bulmuştu; Hepsi ayağa kalktı. Haymanalı İbrahim’e dönerek “Kendine yazık ediyorsun” dedi ve devamla “İbrahim bir şey isterse alın” dedi.

Ben ere seslenerek tuvalete gideceğimi söyledim. “Nöbetçin gelsin ona söylersin” dedi.

Saat gece üç olmuştu. Kadrolu nöbetçimiz Hüseyin Aksoy geldi, tuvalete gideceğimi söyledim. “Kapıyı açar mısın?” dedim. “Beni mi bekledin?!” dedi ve kapıyı açtı. “Tuvalet dönüşü İbrahim’le görüşebilir miyim?” dedim ama görüştürmedi. 50 TL teklif ettim, kabul etmedi. “İbrahim’le görüşmeye gelenlerin arasında Haymanalı biri vardı. Kim o?” dedim. “En büyük komutan” dedi.

10 Mayıs sabahı nöbet değişimi oldu ve Paşa geldi. Paşa’ya “Akşam İbrahim’in hücresine biri resmi kıyafetli olmak üzere beş kişi geldi. İkisi erdi, bayağı tartıştılar. Aralarında Haymanalı biri vardı, tehditkar konuştu. Sivil ve şapkalıydı” dedim. “Onu bilmem ama galiba sen tahliye olacaksın” dedi. Hiç sevinemedim, yaşamımın en büyük acısını duymaya başladım. Gözyaşlarımı tutamadım, kahvaltı da yapamadım, lokma boğazımdan geçmiyordu.

Paşa “gel”, “Al şu sigarayı, İbrahim’le kahvaltını yap, yarın gidebilirsin. Ben büyük kapıda bekleyeceğim. Sesimi duyarsan hücrene git ve kapıyı iyice içeri doğru çek” dedi. Anlaştık.

İbrahim” dedim, “Akşam çok güzel konuştun, tebrik ederim. Paşa’nın dediği doğruysa yarın (11 Mayıs 1973) tahliye olacağım. Ama inan sevinemiyorum. Senden ayrılacağım diye üzülüyorum. Keşke tutuklasalardı beni. Akşam polemiğe girdiğin şapkalı adamdan korktum. Seni tehdit etti” dedim. “Bana bir şey yapamazlar, büyük hapishanede kalan arkadaşlar benim burada olduğumu biliyor, beni vermezler” dedi.

Ben ise “Gündüz götürmezler seni, gece götürürler, kimse farkına varamaz” dedim. Ayrıca “Paşa gece nöbetçi, olsa haber verebilir ama Hüseyin tehlikeli” diye ekledim.

Son gece İbrahim, Ali Mercan’a vermem için şifreli bir mektup yazmış**. Antep’te eski öğretmen okulu karşısında Foto Nitelik’te resim çektirmiş*** Resimleri almamı söyledi. Ailesinin Ankara’da NATO Yolu’nda ikamet ettiğini, Çorumlu bir bakkala (ismini de söylemişti şimdi hatırlayamıyorum) sorarsam gösterebileceğini söyledi. “Yalnız dikkat et” dedi, ev gözetim altında bulunabilirmiş.

Ayrıca senden 42 numara ayakkabı ve bir takım elbise istiyorum. Babanla adaşız alır” dedi gülümseyerek. Cebimde 55 TL vardı****. Hepsini kendisine verdim. 5 TL’yi bana geri verdi “Yolda lazım olur” dedi.

Beklenildiği gibi 11 Mayıs 1973 (Cuma olabilir) günü saat 15.00 sularında tahliye oldum. Sarılarak vedalaştık. Antep’te Komünist lakaplı terzi Kahraman Sakar amcanın yanına gittim. “Küçük Mustafa’ya***** takım elbise yapacağız” dedim. “Başım üstüne” dedi.

Ancak 29 Mayıs günü Kaypakkaya yoldaşın katledildiğini duydum. Aldığım kumaş öylece kaldı. Aynı gün fotoğrafçıya gittim. “Dayım sizde fotoğraf çektirmiş ama alamamış” dedim. “Ne zaman çektirmiş?” dedi. Ben de “1972’de” dedim. “Yahu evlat, ben şimdi bu fotoğrafların hangisine bakayım zaten gözlerim iyi görmüyor” dedi. Ben de “Amca sen yorulma, ver ben bakayım” dedim. Ve bütün resimlerin negatiflerine tek tek bakarak İbrahim’in resmini buldum. “İşte dayı” dedim. Ve fotoğrafları alarak İstanbul’a geldim.

Kaypakkaya’nın resimlerini TKP/ML Davası Avukatlarından İ.Hakkı Altan’a, Cumhuriyet Gazetesinden sayın Şükran Ketenci’ye ve yine dava avukatlarından Zehra Köksal’a ve ayrıca Avukat Gülçin Çaylıgil’e verdim. Burada şunu itiraf edeyim ki; Sayın İsmail Hakkı Altan ve Sayın Şükran Ketenci benimle ilgilendi. Hatta “Kendini koru, takip altında olabilirsin” diye beni uyardılar.

Şifreli mektubu Ali Mercan’a veremedik, çünkü onu bulamadık. Daha sonra mektubu Yaşar (Bıdırık Apo) Deniz’e****** verdim. Ve Antep’e döndüm. Ancak kısa bir süre sonra Antep’te barınamayacağımı anlayarak tekrar İstanbul’a gittim. Tahliye olduğum halde mahkemeye bilinçli olarak çıkarılmadım. Avukat İsmail Hakkı Altan vasıtasıyla, Sıkıyönetim Askeri Savcılığı’na dilekçe verdim.

Dilekçemde Kaypakkaya’nın intihar etmediğini, kurşuna dizilerek öldürüldüğünü belirterek şahitlik yapacağımı yazdım. Ama mahkemeye çıkarılmadım. Hala kurşuna dizilerek katledildiğini düşünüyorum. Çünkü ayakları kesilmiş, boynunda ve başında biri kurşun yarası olmak üzere 49 yara olan bir insanı işkenceyle öldürmeyi aklım ve vicdanım almıyor. Kaypakkaya’nın vücudunun parça parça edilmesinin nedenini kurşun yaralarını ortadan kaldırmaya yönelik bir operasyon olarak görüyorum.

TKP/ML’nin Halkın Gücü-Halkın Birliği olarak ayrışmasından kısa bir süre önce daha önce tanımadığım ve bir daha hiç görmediğim bir partili bana Kaypakkaya ile ilgili tutukevi anılarını yazmamı ve kısa bir süre sonra gelip alacağını söyledi. Yetmiş sayfa civarında anı yazı yazarak verdim. Daha sonra bu anılardan bir sayfa kadarının Nihat Behram’ın “Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit” ******* adlı kitabında yayınlandığını gördüm. Yani yazıp verdiğim anılar sansürlenmişti açıkçası.

Günümüz Türkiye’sinde gençler Che, Mahir ve Deniz’in tişörtleriyle gezerken Kaypakkaya’nın adını anmak suç oluyor, TC devleti İbrahim’den korkuyor. Cenazesini alıp gözden ırak bir köye devlet terörü estirerek gömmek ve başına bir jandarma karakolu kurmak… Bunlar korkunun kabulünden başka bir şey değildir. İbrahim Kaypakkaya’nın kurduğu ve yönettiği TKP/ML’nin merkez komitesindekilerden Kaypakkaya hariç hepsi yaşıyor. Ali Taşyapan, M.Oruçoğlu, Almanyalı Kadir, A.C.Somel, Aslan Kılıç ve Ali Mercan. Taşyapan ve Oruçoğlu hariç diğerleri korkuyor. Diyarbakır Cezaevi’nde Yüzbaşı Yaşar Değerli, İbrahim Kaypakkaya’ya aynen şöyle

Demişti; “Sen bir sürünün çobanısın. Çoban ölürse sürüyü kurt kapar.” Bu merkez komitesi, Yaşar Değerli’nin yukardaki tespitini doğrulamıştı ne yazık ki.

Ben yakalandığımda Ali Mercan, Cafer Şen ve Aziz Vatan Antep’teydi. Benden önce yakalanan arkadaşlar çözülmüş, her şey bende odaklanmıştı. Ben o zaman CHP gençlik kolları ve Antep Dev-Genç üyesiydim. Antep’te arkadaşlar tarafından üzerime verilen bütün ifadeleri ve suçlamaları kabul ettim. Amacım zaman kazanıp Ali Mercan, Cafer Şen ve Aziz Vatan’ın Antep’ten uzaklaşmalarını sağlamaktı. Düşündüğüm gibi oldu ve arkadaşlar yakalanmadan Antep’ten uzaklaştılar.

Kaypakkaya’nın, TC ve Kemalistler tarafından yok sayılmasını anlıyorum, doğrudur. Buna itirazım olamaz. Ama 38 yıldır kendilerini Marksist/Leninist gören hareketlerin Kaypakkaya’yı yok saymaları anlaşılır gibi değil.

Onu tanımak ve tanıtmak istiyorsanız başta Antep, Maraş, Malatya, Adıyaman, Siverek ve Dersim halkına soracaksınız. Onların anlatımları abartısız, samimi ve doğrudur. Kürecik, Darende, Elbistan, Andırın, Pazarcık, Afşin, Besni, Akçadağ, Doğanşehir, Sürgü ve Erkenek halkına soracaksınız. Mesela Kürecikten Ozan Haydar Erdoğan ve Çoban Tomo’dan başlayalım. Sonra Malatya’nın ve Antep’in hamallarını dolaşın. Bu uyarıyı yapmamın nedeni şu; Son iki yıldır Kaypakkaya’yı hiç tanımayan bazı şahısların benim yanımda dahi benden dinledikleri İbrahim’le ilgili yaşanmışlıkları bana anlatmalarıdır. Antep’te bir deyim vardır; “Karşıyaka’da bir yalan söyledim Keçehane yokuşunda kendi yalanıma inandım” diye yani beş kilometre sonra…

* Haymanalı, Orgeneral Şükrü Olcay’dan başka biri değildir. İkinci Ordu Komutanlığı’ndan emekli olmuştur.

** Ali Mercan benim de olduğum bir toplantıda (Yeşilova Halkevinde, toplantıda Zabit İltemur ve Müslim Çelik de vardı) samimiyetten uzak bir özeleştiri yaparak ve ağlayarak aramızdan ayrıldı. Daha sonra Doğu Perinçek’in Almanya sorumlusu oldu. Şimdi Frankfurt’ta ikamet etmektedir.

*** Fotoğrafçının oğlu Ali şu an baba mesleğini sürdürüyor. Foto dükkanını Antep’te Şirinnar Radyo Evi’nin oraya taşıdı. On yıl kadar önce oradaydı.

**** Kareli defterde, İbrahim yoldaş tarafından gelir olarak kaydedilmiştir.

***** Küçük Mustafa, İbrahim Kaypakkaya’nın Antep ve Malatya’da kullandığı kod ismidir.

****** Bıdırık Apo, İbrahim Kaypakkaya’nın kuryesidir. Gerçek ismi Yaşar Deniz’dir. 1979’da benim ve kardeşimin de olduğu bir düğün faşistler tarafından basıldı. Yaşar yoldaş dalağından aldığı bir kurşun yarasıyla Antep Devlet Hastanesi’nde şehit oldu.

******* Önce vatan gazetesinde yayınlandı, daha sonra kitap olarak Nihat Behram tarafından yayınlandı.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu