Makaleler

Kültürel Temelimiz

Üzerinde durup, düşünsel olarak arkeolojik bir kazı yapmaya başladığımızda bugün “yeni”, “ilk” dediğimiz olguların, aslında epeyce eski bir tarihi olduğunu görüyoruz. Bütün yaratımlarımızda binlerce yıllık bir tarihin gizli olduğunu bilmek, hissetmek sıradan dediğimiz etkinliklere dahi ayrı bir önem kazandırır. Keza bizden sonrakilerin maddi ve düşünsel üretimlerinin neredeyse her zerresinde bugünkü bize ait şeylerin olacağını bilmek de!

Geçmişin bugünde, bugünün gelecekte yaşaması insanın tarihine özgüdür. Şayet doğanın tarihini okuyor olsaydık onu katman katman okuyacaktık. Ama insanın tarihi üst üste birikmiş katmanlarla değil sentez haliyle okunur. Her yeninin, eskiyi yutarak gerçekleşmesidir sentez. Neodartel insandan Homosapiens’e ve ondan günümüz insanına değin yaşanan bütün gelişmeler, sonsuz bir sentez sürecinin bu yönlü bir sürekliliğin eseridir. İnsanın bütün yaratımlarında bu sürekliliğin izleri bulunur. Aynı ilişki biçimi politik mücadele süreciyle, politik hareketlerle de kurulmalıdır. Toplumsal tarihin sentez üzerinden gerçekleşen sıçramalı gelişimi, tüm üretimlerin toplamı olarak, kültürel gelişim biçiminde karşımıza çıkar.

Proletarya Partisi, kuruluşuyla birlikte yeni bir kültürü de üretmeye başlamıştır.

Genç yoldaşlar saflarımızda ezici bir çoğunluğu oluşturuyor. Bugün saflarımıza katılan bir yoldaş, 40 yıllık doğrudan bir deneyimle, sınıf mücadelesi içerisinde yaşanmış 40 yıllık kolektif bir hayatla tanışmış ve bu hayatın içerisine girmiş olur. Bir partinin niteliğini program ve tüzüğü belirler. Fakat bunlar komünist partisini tam olarak anlatmaz. KP program ve tüzükten öte bir olgudur.

Durumu anlaşılır kılmak için kolektif parti kavramını ele alacağız. Parti, kolektif niteliğini, belirlenen amaç ve stratejik hedef için bütünden parçaya ve parçadan bütüne doğru düşünsel ve eylemsel olarak, merkezi bir hareketin gerçekleşmesinden alır. Parti, bütün bireysel dağınık enerjileri, kendi kolektif potası içerisinde buluşturup, onlara ilk hallerinden bambaşka bir nitelik kazandırarak, hayatın içine doğru seferber eder. Kolektivize edilen kişisel enerjiler, sentezlenmiş olarak parçalara doğru geri döndüğünde kişisel, grupsal orijininden sıyrılmış, bunun yerine kolektif bir karakter, kolektif bir ruh ve kimlik olmuştur.

Partinin örgütlediği ve yönettiği mücadele bir perspektife bağlı olarak gerçekleşen bir tür üretimdir. Nesnesi sınıf mücadelesi olan bu üretim sürecinde, üretilen şey pratiktir. Görüleceği gibi pratiği üreten özne, partidir. Fakat parti aşkın bir özne değildir. Kitlelerdir, partiyi oluşturan örgütlü tek tek bireylerdir. O halde parti bir özne olarak parçalarda (bireylerde) kişileşir.

Partinin faaliyeti, sınıf mücadelesine ivme kazandırmak gibi, bir doğrudan sonucun yanı sıra, partinin bütününe malolacak bir kültür de üretir. Bu kültür üstten alta, alttan üste doğru gerçekleşen hareketle, merkezden çevreye doğru geniş bir kesimi etkiler. Kültürün bir yapma eylemi, genel olarak bir üretim eylemi değil de estetik ve sanatla ilgili bir faaliyet olarak kodlanması bir yanlışlıktır ve şüphesiz kültür olgusunun darlaştırılmasına, tek taraflı bir işlevsellik addedilmesine yol açmıştır. Esasında kültür, bilinçle üretilmiş ve bu üretim sürecinde oluşmuş, bütün değerlerdir. İnsanın maddi ve düşünsel üretken güçlerinin yarattığı sonuçlar olarak da kabul edebiliriz kültürü. Marks yoldaşa göre kültür “Doğanın yarattıklarına karşı insanın yarattığı her şeydir”. Burada kültürün en geniş tanımı ve karşılığını görüyoruz. Konuyu daha daraltarak devrimci teori ve pratik üretiminde komünist partinin ürettiği devrimci kültüre geçmek istiyoruz.kültürel mirasımız

Düşünsel ve pratik eylem hareketin özünü oluşturursa, kültür de onun biçimi yerine geçer. Bir anlatım biçimidir kültür. Ama daima bir özü yansıtır. Kültürü, çok farklı biçimlere bürünmüş bir ifade aracı olarak görürüz. İfade aracını, biçimi her ne kadar öz belirliyorsa da biçimin kendisi yani kültür edilgen bir öğe değildir. Aktiftir ve kimi durum ve koşullarda özü belirleme yeteneği de gösterebilir.

Devrimci düşünce ve pratiği diyalektik birlik içerisinden üreten ve sürekli bir eylem halinde bulunan KP, bu yapma eylemini hangi biçimle gerçekleştiriyorsa, orada, sahip olduğu kültürün özelliğini ve kalitesini de açığa vurmuş olur. KP’nin kültürü en yoğun ve en derinlikli kültürdür. En azından teorik olarak böyle olması gerekir. Çünkü KP, yeni bir dünyanın kuruluşunda proletaryaya araç olur. Bu amaca ulaşmak için eylemin bütün hallerini en ileri, en gelişmiş biçimiyle temsil eder ve dinamik biçimde gerçekleştirmeye odaklanır. İleri bir teori, ileri bir pratiği, ileri bir teori ve pratik, ileri bir kültürü ortaya çıkarır.

Proletarya Partisi, Türkiye coğrafyasında ileri bir teoriyle donanmış bir parti olarak vücut buldu. Türkiye gerçekliği, MLM ideolojinin kılavuzluğunda tahlil edilerek, temel sorunlar hakkında teorik sentezlere ulaşılmıştır. Bu ileri teori, yine o güne kadar ulaşılamayan bir ileri pratiği de üretmiştir. Toplumsal gelişmenin önündeki engelleri ortadan kaldırarak, çözüme kavuşturacak bir nitelikte olan, genel siyasetini realize etmek üzere, Halk Savaşı stratejisi benimsenmiştir. İşçi sınıfının en ileri savaş biçimi olması ve Proletarya Partisinin, devrimin yolu olarak bu stratejiyi benimsemesi bir tesadüf değildi. Keza kitle çizgisi olarak işçi ve emekçinin ileri kesimlerini esas alması, politikasını buna göre belirlemesi ve yine silahlı mücadeleyi, bütün halkın bilinçlendirilmesi koşuluna bağlayan görüşlere karşı, amansız olması da tesadüf değildi. Proletarya Partisi kitlelere, kitlelerin sahip olduğu güce güveniyordu.

Ulusal ve sınıfsal baskının en ağır yaşandığı, çelişkinin en keskin olduğu, egemen sınıflara ve onların devletine karşı düşmanlığın en güçlü olduğu bölgelerde örgütlenme ve mücadeleyi yoğunlaştırması kitleler, savaş ve devrim olgularına dönük berrak bir anlayışın sonucudur. Daha yeni kurulmuş bir parti olarak, Kürdistan’ın köylerini ve şehirlerini, dağlarını mesken tutması, proleter ideoloji ve onun politika ve taktiklerinin kavranmasıyla ilgilidir.

Proletarya Partisi, teorik ve pratik faaliyeti o güne kadar görülmeyen bir olguyu, yeni bir kültürü ortaya çıkardı. Bu kültürün özelliği, proletaryanın evrensel kültürüyle coğrafyamızdaki halkların ilerici kültürünün sentezlenmesidir. Teorik ve pratik üretim sürecini sınıf mücadelesinin kızgın ateşi içerisinde gerçekleştirenlerin doğumuna öncülük ettiği bu kültür, proleter devrimci kültürdü.

Proleter devrimci kültürün ortaya çıkması için ön koşul, devrimci bir düşünce ve pratiğin varlığıdır. Bunlar öznel gerekliliktir. Fakat, düşünce ve pratik bağlamda yakalanan devrimci çizginin varlığı, bir ön koşul olmasına rağmen, proleter devrimci kültürün oluşması için yeterli değildir. Proletarya adına konuşan, siyasal iktidarı hedefleyen pek çok devrimci örgüt mevcut olabilir. Bu devrimci yapıların proletaryayı değil, küçük burjuvazinin sol-radikal kesimlerini temsil ettiklerini görüyoruz.

Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) olgusunu ortaya çıkaran ana damarlardan ikisi THKO ve THKP-C bu nitelikte örgütlerdi. Devrim ve komünizm davası adına elli yıl boyunca bu topraklarda reformizmin, sınıf uzlaşmacılığının bayrağı dalgalanıp durdu. Politik devrimci çıkışlarıyla THKO ve THKP-C bu reformist siyaset ve pratiğin karşısına devrimci siyaseti koydu. Her iki hareketi oluşturan önder ve kadroların kısacık yaşamlarına sığdırdıkları devrimci pratik, öylesine yoğundu ki, bu coğrafyada politik bağlamda bir çığır açmaya yetti. Cesaret, fedakarlık, adanmışlık gibi değerler Denizler ve Mahirlerle özdeşti. THKO ve THKP-C önder ve kadrolarının, devrimci çıkışıyla ilgili, altı önemle çizilecek pek çok nokta olmasına rağmen, bu devrimci çıkış ve şekillenen devrimci kültür, proleter devrimci bir çıkış ve proleter devrimci bir kültür niteliği taşımıyordu. Türkiye’nin tarihsel, sosyal, iktisadi ve siyasi meselesinde küçük burjuva bir anlayışa sahip bu örgütler, küçük burjuvazinin sol-radikal güçleri olarak reformizmden kopuşla sınırlı bir devrimciliği temsil ediyorlardı.

THKO ve THKP-C ile zamandaş olan Proletarya Partisi, proleter devrimci teori ve onun kılavuzluğunda gerçekleşen pratikle, reformizmden devrimci bir kopuşla sınırlı kalmayıp, burjuva ideolojisinin her tür ve tonuyla da köklü bir kopuştu. THKO ve THKP-C’nin küçük burjuva çizgisi, her ne kadar devrimci bir karakter taşıyorduysa da, özünde bu çizgi, işçi sınıfı ve emekçi Türkiye halkını kurtuluşa götürecek bir nitelikte değildi. Kuşandıkları feda ruhu, devrime ve halka olan bağlılıkları, atılganlıkları, cüretleri ve dayanışma duyguları çok önemliydi. Ezilen halkın ilerici kültürü, küçük burjuva düşünce ve pratiğin ürettiği sonuçlar olarak ortaya çıkan devrimci kültürle ileri bir noktaya taşınıyordu.

Fakat, olgunun tamamı bu olumlulukla sınırlı değildi. Küçük burjuva devrimciliğinin ürettiği bir de olumsuz sonuçlar vardı, bunlar da kültürün bir parçası olarak kitlelere, onların bilincine taşınıyordu. Halkçı-küçük burjuva devrimciliği ve kültürün kitleler üzerinde yol açtığı bu ikili etki partinin proleter devrimci çizgisi ve kültürüyle anılmaya çalışıldı.

Bunun anlamı neydi, “aşmak” ne demekti? Sahip olunan devrimci değerlerin derecelerinde bir artış demek değildir. Örneğin küçük burjuva devrimciliğin atılganlığı ile kıyaslandığında derece olarak ondan daha yüksek atılganlık olduğu veya ondan daha cesur, daha gözüpek, daha fedakar vb. demek değildir. Şüphesiz bu değerlerin görünür yansımalarında da belli farklar var. Fakat, proleter devrimci kültür, ayırt edici özelliklerini, sınıf mücadelesinin bütün alanlarında partinin kendini gerçekleştirmesi ve yeniden üretmesinden alır.

Parti kendini nasıl gerçekleştirir? Stratejik doğrultusuna uygun olarak, onu beslemek, güçlendirmek için politika ve taktiklerin belirlenmesiyle; belirlenen politika ve taktiklerin kolektif mekanizmanın bileşimine göre, iş bölümüne bağlı olarak özgünleşmiş biçimde dağıtılması ve hayata uygulanmasıyla gerçekleşir. Kolektif partinin teoriden politikaya ve oradan güncel pratiğe (ve pratikten tekrar teoriye) doğru işleyen hareketi, bütün kolektifi içine alacak biçimde bir tarzı, ruhi şekillenmeyi davranış ve söylem biçimini, bir geleneği yaratır. Özetle, parti, sahip olduğu çizgiyi hayata uygular ve hayattaki karşılığını geri alır. Bu dinamik sürecin içerisinde proleter devrimci kültür oluşur, gelişir. Kolektifin bir parçası olarak bu sürecin içerisinde yer alan bütün kişiler, kendi gerçeklikleriyle ilişkisi içerisinde proleter devrimci kültürden etkilenerek şekillenirler.

Devrimci durumun yüksek olduğu koşullarda, partinin proleter devrimci çizgisi güçlü bir proleter kültürün ebesi oldu. 12 Eylül AFC’si öncesi durum böyleydi. O dönemde partinin yoğun düşünsel ve pratik etkinliği, kendini kültürel bazda gösteren paha biçilmez değerler kazandırdı.

Devrimci durumdaki hızlı bir gerileme ve mütemadiyen yaşanan düşme eğilimi, kimi devrimci yapıların fiilen tasfiyesi gibi sonuçlarla beraber, yılgınlık, korku, kaçış, pişmanlık, çürüme vb. türden sonuçlar da üretti. Bunlar proleter devrimci kültürün tam karşıtı değerlerdi. Bu zorlu dönemlerde örgütsel varlığını devam ettiren parti, gerilla savaşında tutunma ve savaşı sürdürme pratiği içerisinde oldu.

Söz konusu dönem ve sonraki bütün gelişmeler, sınıf mücadelesi içerisinde teorik, pratik etkinliğimizle, kültürümüzün niteliği ve gelişme düzeyi arasındaki kopmaz bağı bize gösteriyor. Sınıf mücadelesinin engin denizi içerisinde dinamik bir biçimde devinen partinin kültürel yapısı ve dokusu da gelişkin ve derinlikli olur. Geçmiş süreçlerin kültürel hazinemize bıraktığı zenginlikler, yükselen devrimci durumun hazırladığı koşullar kadar, partinin bu koşullara düşünsel ve pratik müdahalesiyle oluşmuştur. Yani nesnel durumun olumlu yapısı öznel duruma, öznel durumun olumluluğu nesnel koşullara yansıyıp birlikte ilerleyerek gelişirken proleter devrimci kültür de gelişir. Bugün de öznel olandan yani parti ve nüfuz ettiği örgütlü güçlerden nesnel olana doğru etkin ilişkilenmeler kültürel hamlemizin biricik yapıcısı olacaktır.

(Bir Partizan)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu