Makaleler

NERDEN BAKSAN TUTARSIZLIK!

Türkiye’de düzen siyaseti “yeniden seçim”lere gitmektedir. R. T. Erdoğan ve AKP, 7 Haziran seçimlerinde kaybettikleri tek başına hükümet kurma çoğunluğunu kazanmak için yeniden seçim kararı almışlardır. Ağızlarını her açtıklarında “milli irade”den bahsedenler, 7 Haziran’da ortaya çıkan “milli irade”yi kabul etmemişlerdir. Şimdi kendi belirledikleri koşullarda yeniden seçime gitmektedirler. Amaç bellidir. Tek başına AKP hükümetini kuracak yeterlilikte milletvekili sayısına ulaşmak ve böylelikle R. T. Erdoğan’ın “başkan” olma hayalini gerçekleştirmek hedeflenmektedir.

Bu amaçla R. T. Erdoğan ve AKP, 7 Haziran seçimleri sonrasında uygulamaya koydukları yeniden seçim kararı alma stratejisini başarıyla hayata geçirmiş durumdadırlar. Başta Kürt ulusu olmak üzere halka karşı, devrimci, demokratik ve yurtsever örgütlenmelere yönelik faşist saldırı dalgası başlatmışlardır. Amaçlanan bu saldırı dalgası altında seçimlere giderek, faşist terörle seçimlerden tek başına hükümet kurabilecek bir çoğunlukla çıkmaktır. Bu somut durum ülkemizde seçimlerin ve meclisin halkı kandırmak ve oyalamaktan başka bir işlevi olmadığını bir kez daha göstermiştir.

Bu açıdan bakıldığında 1 Kasım seçimleri, Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar teşhir olmuş durumdadır. Halkın hatırı sayılır bir kesiminde seçimlerin R. T. Erdoğan ve kliğinin kendi çıkarlarını hayata geçirmek, tek başına iktidar olmak için yapıldığı algısı güçlüdür/güçlenmektedir. Özellikle de Kürt ulusuna yönelik gerçekleştirilen karşı devrimci saldırı politikasının, Kürt Ulusal Hareketi tarafından direnişle yanıtlanması ve alınan asker/polis kayıplarının, halk kitlelerinin geniş kesimleri üzerinde “KaçAK Saray” savunması olarak algılanmasının önemini kaydetmek gerekir. Bu ölümlerin bir kısmının başını MHP’nin çektiği kitleler tarafından şovenist histeri dalgası içinde R. T. Erdoğan kliğine yöneltildiği ortadayken, bir kısmının ise halkın kendiliğinden sınıfsal tepkilerini içinde barındırdığını ifade etmek gerekir.

Bu anlamıyla “zenginden şehit de olmaz asker de” sözü, bir kadın askerin teselli amacıyla ağzından çıkan sözler olsa bile, geniş kitleler nezdinde karşılık bulmuş, bu savaşın “vatan savunması” değil, “Kaçak Saray” için olduğu, daha fazla dillendirilir olmuştur. “Kardeşin kardeşe kırdırıldığı”, “zenginlerin bedel, fakirlerin ise can verdiği” algısı geçmiş yıllara oranla hissedilir biçimde halk kitleleri içinde karşılık bulmuş durumdadır. Bu durum ülkemizde faşizmin yukarıdan aşağıya, halk kitleleri içinde devlet aygıtı aracılığıyla örgütlendiği gerçeğine uygundur. Geniş halk kitleleri içinde şovenizmin etkisi, devletin propaganda aygıtlarıyla paralel bir seyir izlemektedir. Bu durum da bizlere seçim süreci içinde, faşizmin Kürt ulusuna yönelik faşist saldırganlığını teşhir etme, Kürt ulusunun direnişini ve demokratik taleplerini destekleme tavrını kararlılıkla sürdürme görevini yüklemektedir.

Haksız savaşlara karşı haklı savaşların yanında olma, barışın ancak haklı savaşların yükseltilmesiyle sağlanabileceği gerçeği her zamankinden daha günceldir. Bu durum sadece ülkemizde Kürt Ulusal Hareketi’nin direnişi için geçerli değildir. Başta ülkemizde sosyal kurtuluş mücadelesi zemininden yükselen haklı savaş olmak üzere; bölgemizde özellikle de Ortadoğu’da emperyalist kapitalist güçlerin ve onların yerli taşeronlarının haksız savaşlarına karşı, çeşitli biçim ve içeriklerde gelişen halk kitlelerinin haklı savaşlarını destekleme politikasında ısrarlı olmak gerekir. Bu görev başarıyla yerine getirildiği oranda barış sağlanabilir!

Mültecilik Bir Sonuçtur! Sorumluları Bellidir!

Diğer bir ifadeyle gerçek anlamda barış, emperyalist kapitalist sistemin ve onun yerellerde ayakları olan düzenlerin yerle bir edilmesiyle sağlanabilir. Bunun dışında bir çözüm önerisi ancak geçici olabilir ve gerçekçi değildir. Bu yapılmadığı oranda emperyalist kapitalist düzenin ve onun yerli uşaklarının neden olduğu sorunlar artarak devam edecektir. Nitekim son haftanın en önemli gündemlerinden biri olarak tartışılan göç ve mültecilik sorunu da böyle bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

Haksız savaşlara neden olanlar, bu savaşları destekleyip sonuç olarak ortaya çıkan fotoğraflarla gözyaşı satmakla, mecliste Irak ve Suriye’ye yönelik savaş tezkeresini destekleyip sonuç olarak ortaya çıkan fotoğraflarla politika yapmak arasında derin bir uçurum yoktur. İkisi de aynıdır ve burjuva siyasetin ikiyüzlü tavrının sonucudur. Nitekim dünya çapında yaklaşık 60 milyonu aşkın insan emperyalist güçlerin ve onların yerli taşeronlarının çıkarttığı/kışkırttığı haksız savaşlardan ve tekelci emperyalist kapitalizmin yol açtığı yoksulluk ve felaketlerden kaçmak zorunda kalmaktadır. Sorunun yaratıcıları, onun çözücüsü olamazlar.

Bodrum kıyılarında açığa vuran emperyalist kapitalizmin ve onun uşağı olan TC’nin Suriye politikasıdır. Ailesi ile birlikte Suriye’deki iç savaştan ve özellikle DAİŞ teröründen kaçan Kobanêli Âlan Kürdi, abisi ve annesinin ölümünden birinci derecede sorumlu olanlar, Suriye savaşında cihatçı çeteleri destekleyenler ve onları Suriye Kürtleri başta olmak üzere Suriye halkının üzerine salanlardır. Emperyalist kapitalist sistem ve onun ülkemizdeki temsilcileri olan R. T. Erdoğan ve hempaları, halk düşmanlığına, çocuk katilliğine devam ettiklerini, bu son yaşanan ölümlerle birlikte bir kez daha kanıtlamış durumdadırlar. Ancak bu insanlık müsveddeleri bununla yetinmemekte, her zaman yaptıkları gibi, bu ve diğer mülteci katliamlarından mağdur edebiyatı yapmaktadırlar.

Safları Sıklaştırmak, Direnişi Yükseltmek!

Burjuva siyasetinin bu ikiyüzlü tavrına karşı dikkatli olmak gerekir. Nasıl ki haklı ve haksız savaş ayrımı ve buna dayanarak barış, mültecilik ve göç konularında sorunun kaynağını doğru tanımlamak önemliyse, aynı biçimde yeniden seçim sürecinde halk saflarında yer alan HDP’nin durumunu da doğru analiz etmek gerekir. HDP’nin pasif kaldığı eleştirisi yapanlar Türkiye’de devlet gerçekliğini hatalı tahlil etmekte, parlamento aracına olduğundan fazla anlam yüklemektedirler. Türkiye koşullarında meclis halk için, halk yararına örgütlenen bir kurum değildir. Mecliste milletvekillerinin en etkili muhalefetinin soru önergesi olması bu gerçeklikle alakalıdır. Bu nedenle seçilen milletvekillerinin yapabilecekleri sınırlıdır. Sınırlı olmak gerçeğiyle karşı karşıyadır. Kuşkusuz bu yaklaşımımız daha etkili, daha kitlesel muhalefet örgütlenemez miydi sorusuna hayır cevabı anlamına gelmemektedir. Anlatmaya çalıştığımız düzen sınırları içinde HDP’nin yapabileceklerinin sınırlı olmasıdır. PKK’nin kendisinin düzen sınırları içinde bir çözüm önerdiği düşünülürse, HDP’nin düzen içileştiği eleştirisi son derece abartılıdır. Zaten düzen içi bir programla yola çıkan bir partiden düzen dışı yönelim beklemek saçmalıktır.

HDP’nin 7 Haziran seçimlerinden sonra meclis başkanlığı, koalisyon ve bakanlık gibi meselelerde gösterdiği tavrı bu açıdan değerlendirmek gerekir. Kuşkusuz bu tavırlar eleştirilemez değildir. Eleştirilmelidir de. Ancak beklentilerin var olan gerçeklikle uygun olması gerekir. HDP bir devrim partisi değildir. Kaldı ki ona yön veren “İmralı tezleri” ve Kürt Hareketi de düzen içi bir yönelime sahiptir. Dolayısıyla HDP’nin 7 Haziran seçimlerinden sonra ortaya koyduğu pratiği, önümüzdeki seçimlerde bu partiye yönelik tavrı belirleyecek esaslı etkenler olarak görmemek gerekir. HDP’nin bahsini ettiğimiz meselelere dair yaklaşımı onun reformist niteliğiyle uyumludur ve bu gerçek en azından tarafımızdan yeni keşfedilmiş değildir!

Önümüzde seçimlere kadar süre içinde başta Kürtler olmak üzere halka yönelik saldırıların artarak devam edeceği açıktır. Faşist saldırıların ve bunun sonucunda gerçekleşen ölümlerin yanında örneğin hapishanelerde baskıların ve sürgün sevklerin gerçekleştirilmesi bu saldırganlığın başka bir veçhesini oluşturmaktadır. Öte yandan doların 3 TL’yi görmesi ve daha da artacağı gerçeği orta yerdedir. Bunun anlamı, hakim sınıfların Türk-Kürt ayırt etmeden bütün halka yönelik ekonomik saldırılarının daha da katmerleşerek süreceğidir. Yoksulluğun, işsizliğin daha da artacağı bir dönemle karşı karşıyayız. Düzen her anlamda saldırganlığını sürdürmektedir. Örneğin Ağustos ayında iş cinayetleri sonucu 158 işçi katledilmiş durumdadır. Bu açıdan hakim sınıflar Türk, Kürt ve diğer milliyetlerden ayrımı yapmamaktadırlar.

Sonuç olarak Kürt Hareketinin demokratik ilerici taleplerini destekleme tavrını sürdürmek gerekir. Kürt Hareketini faşist saldırı dalgası altında yalnız bırakmamak, Kürt halkıyla dayanışma içinde olmak her zamankinden daha fazla önem taşımaktadır. Ancak bununla yetinmemek, fotoğrafın büyüğüne bakmak gerektiği unutulmamalıdır. Seçim sürecinde hakim sınıfların bir bütün olarak Türkiye halkına yönelik gerçekleştirdikleri politik ekonomik ve askeri saldırılar da gündemimizde olmak zorundadır. Önümüzdeki süreçte, hakim sınıfların sadece siyasi krizlerini değil aynı zamanda ekonomik krizlerinin de derinleşeceği hesap edilmelidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu