Güncel

(Makale) Forever dalaş ve Feto’nun adamları!

Türkiye, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru yol alır ve sabah akşam “havuz medya”larında Tayyip Erdoğan’ın propagandası yapılırken; devlet iktidarını elinde tutan hakim sınıf kliğinin, kendi içinde yaşadığı dalaşta tüm hızıyla sürüyor. Gülen Cemaati, kolluk ve yargı içindeki kadroları aracılığıyla gerçekleştirdiği 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla, R. T. Erdoğan’ı oldukça zora sokmuştu. Erdoğan, elindeki iktidar olanaklarını son haddine kadar kullanarak, pisliklerini ortaya saçan bu hamleyi savuşturmuş ve 30 Mart yerel seçimlerinde elde ettiği görece başarısıyla rahat bir nefes almıştı.

Geride bıraktığımız hafta içinde ise Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde kendisine karşı Cemaat merkezli gelişebilecek olası saldırıları önlemek için, “inlerine gireceğiz inlerine” söylemini pratikleştirdi. Özel olarak kurulan “Sulh Ceza Mahkemeleri” aracılığıyla, “paralel yapı” adı verilen ve Cemaat’in kolluk içindeki örgütlenmesine yönelik gerçekleştirilen operasyonla, 31 polis tutuklandı. Tutuklanma gerekçesi ise “yasadışı dinleme”, “casusluk” ve “evrakta sahtecilik” olarak açıklandı. Bu operasyon sonucunda başta “havuz medyası” olmak üzere, medyada yer alan ve haberlere bakınca,insanın Başbakan ve Cumhurbaşkanı adayı, “Çankaya kaçkını” Erdoğan’ın o veciz sözleriyle yanıt veresi geliyor:“Ulan hepiniz oradaydınız be!”Madem bu suçlar işlendi. Sorumlusu siyasi iktidar değil midir? Bu “casus polisleri” başarılı görevleri nedeniyle takdirnamelerle, fazladan maaş ödemeleriyle taltif edenler değil midir?

Kısacası Türkiye’de hukuk denilen kavram bir kez daha iktidarı elinde tutanın, kendi muhaliflerini ve karşısına çıkanı tasfiye etmenin, yıldırma ve cezalandırmasının gayet başarılı bir aracı olarak kullanılmaya devam ediyor. Dün AKP ve Cemaat eliyle, iktidarlarını tahkim edebilmek için, -halka karşı işlenen suçları da bahane edip-, Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonel davalarla gayet başarılı bir biçimde kullanarak, Kemalist faşistleri devlet bürokrasisinde gerileten hakim sınıf kliği, bu gün kendi içindeki dalaşta da aynı yöntemi kullanıyor. Böylelikle ortaya da daha birkaç yıl önce Ergenekon, Balyoz davalarında yaşanan görüntüler çıkıyor. Sanıklar ve avukatlar değişiyor belki ama, “adil yargılama”, “hukuksuzluk”, “kötü muamele ve işkence” gibi gayet tanıdık kavramlar havada uçuşuyor. TV kamerasını gören mikrofonu kapıyor ve “adaletsizlikten” bahsediyor!

Kısacası hakim sınıf kliklerinin kendi aralarındaki dalaşta her yol mübah olarak kullanılmaya devam ediyor. Burada önemli olan devlet aygıtının (ve onun bir parçası olan yargı bürokrasisinin) bir sınıfın bir sınıf üzerinde baskı aracı olması gerçeğinin yanında, Türkiye’de hakim sınıf kliklerinin kendi aralarındaki dalaşta da oldukça pervasız bir şekilde kullanılması ve tam da bu nedenle bu kavramın artık “yalama” olmasıdır. Türkiye halkının ve tüm dünyanın gözünün içine baka baka, “hukuk” denilen olgu hakim sınıfların elinde oldukça şakil bir biçimde de olsa birbirlerini tasfiye etmenin, cezalandırmanın aracı olarak kullanılmaktadır. Hukukta son derece önemli olan yöntem sorunu bile dikkate alınmamakta, burjuva anlamda dahi bir hukukun esamesi okunmamaktadır. Siyasi iktidarı elinde tutan, “ali cengiz oyunlarıyla” yeni mahkemeler kurup, yandaş hakimler atayıp, istediği kararları aldırmakta, tutuklamalar yaptırabilmektedir. Böyle olur “zalimin” adaleti. Üstelikte casusluk adı altında! Sanki o “casusları” atayan, o göreve getiren kendileri değilmiş gibi…

Türk hakim sınıflarının ve onların devletinin (diğer mesleklerin yanında) hukuk alanında gözlerimizin önünde cereyan eden bu hoyratlığı, ülkemizde burjuva demokratik devrimin gerçekleştirilememesiyle ilgilidir. Burjuvazi kendi demokratik devrimini yapamadığı ve iktidarına feodalleri ortak ettiği koşullarda, üst yapıdaki kurumları da buna göre şekillenmektedir. Gözlerimizin içine soka soka yaşanan ve her fırsatta dillendirilen “Türk yargısının bağımsızlığı”nın(!) arkasında böyle bir gerçek vardır. Bu bilindiği ölçüde, (kara mizah gibi yaşanan), Türk hakim sınıflarının hukukla imtihanı daha kolay anlaşılabilir ve faşizmden adalet istemenin garipliği ortaya çıkar.

Bir dipnot (ve gerçekte asıl) olarak belirtmek gerekir ki, hakim sınıf klikleri kendi aralarındaki dalaşta yargıyı böylesine etkili bir silah olarak kullanırken, aynı silahın bu cumhuriyetin kuruluşu, devlet iktidarının tesisinden itibaren, 90 yıllık bir süre zarfında işçi sınıfı ve halk üzerinde kesintisiz bir şekilde kullanılmasıdır. Faşizm iktidarının sürmesi için sadece kendi içindeki klik dalaşında değil esas olarak işçi sınıfının ve halkın mücadelesine karşı, yargı silahını adeta bir mitralyöz gibi kullanmıştır. Bu yargı ki şapka giymeyeni asmış, Kürtçe konuşana, grev diyene, en demokratik haklarını talep edene, parası eğitim isteyene vb. vb. katıksız hapis cezaları bahşetmiştir. Üstelikte bu kararlarını maharetmiş gibi “Türk milleti” adına verdiğini yazmaktan çekinmemiştir!

 

Ayı Polis, Dost Düşman!

Halkımızın güzel bir deyimi var:“Ayıdan post, polisten dost olmaz”diye. Aslında insan denen mahlukun rahatsız etmediği müddetçe zararsız olan ve onun katliamlarına maruz kalan ayıların dahi postunun olduğu görülmüştür ama polisten dost olduğu görülmemiştir. Bu gerçek her defasında kanıtlanmaktadır. Nitekim Gülen Cemaati’nin polis teşkilatı içindeki unsurlarına yönelik gerçekleştirilen operasyonda gözaltı ve mahkeme sürecinde yaşananlar, bu gerçeği bir kez daha teyit etmiş durumdadır.

Daha kısa bir süre önce kapılarında hizmet ettikleri ve üstün başarıları nedeniyle önlerine kemik atan efendilerinin, şimdi tasmalarını boyunlarından alıp bileklerine geçirmelerine karşı, kendilerini “vatan için çalışan kahramanlar” olarak savunmakta ve dönüp efendilerine hırlayacaklarına, yine halka, devrimcilere havlamaktadırlar. Dün kendilerine “destan yazdılar” diyen iktidara yöneleceklerine, en iyi bildikleri işi yapmakta, halka devrimcilere terörist olarak saldırmaktan geri durmamaktadırlar.

Yıllardır efendilerinin emrinde, onların devleti için çalışan ve bunu “vatan millet için” gerekçelendiren; halka, ilericilere devrimcilere saldırmaktan bir an bile imtina etmeyen, halk düşmanı polis müdürleri ve şefleri; iktidarın kendi içindeki dalaşının ürünü olarak gözaltına alınmış, elleri kelepçelenmiş ama onlar bunu kendilerine yaşatana değil, devrimcilere küfrederek karşılıyor! Bu nasıl bir gözü dönmüşlük, nasıl bir halk düşmanlığıdır? Bu nasıl bir bilinç kararması, kendini satma halidir? Kendini mağdur edene değil de, başka mağdurlara sövüp saymak ancak ve ancak hizmet ettiği kapıda, bekçiliği ev sahibinden daha şevkle yerine getirmek ve sınıf aidiyetiyle açıklanabilir.

Birçoğu yoksul halk çocuğu olan bu polis şefleri, hakim sınıfların devleti tarafından devşirilmiş, üç beş kuruş maaşa kapı önüne bağlanmış ve günü geldiğinde tasmaları sıkılıp, mağdur edilince, dönüp efendilerine havlayacaklarına en iyi bildikleri şeyi yaparak, halka ve devrimcilere saldırmaktadırlar. Benzer bir tepkiyi aileleri “Adalet Sarayı”nın önünde beklerken veriyor. Devrimcilerin ilericilerin, değil basın açıklamasına biraraya gelmesine bile izin verilmediği; gazla, copla, tomayla saldırıldığı adliye önünde aileler rahatça tepkilerini gösterirken, tepkilerinin odağında onlara bunu yaşatan Erdoğan’ın iktidarından önce “terörist” olarak ezberledikleri devrimciler, ilericiler var.

Öyle bir “bilinçlenme” yaşanmıştır ki, dünün muktedirleri, efendilerinin elinde birer baskı aracı olarak kullanılan “memur”lar, bugün mağdur olurlarken, dönüp kendilerine bu mağduriyeti yaşatana değil, yine halka, devrimcilere yöneltmekte beis görmüyor. Gözü o kadar kararmış, halk düşmanlığıyla o kadar zehirlenmiş ki, yaşanan çarpıklığın farkında bile değil. Yaşananlar o kadar açık ki! Dün hakim sınıfların esas olarak halka ve onun en ileri çıkmış temsilcilerine karşı üç kuruş maaşa ve tali olarak da iki hakim sınıf kliğinin kendi arasında dalaşta canla başla çalışanlar; şimdi iktidar kliğinin kendi arasında dalaşta kelimenin tam anlamıyla kullanılmış birer kağıt mendil (normal bir mendil bile değil) gibi kullanılıp atılmış olmalarına rağmen, kendilerini kullanıp atanlara değil, yine halka, devrimcilere saldırıyor, içlerindeki kini kusuyorlar.

Bu nasıl bir gözü dönmüşlüktür? Bu nasıl bir beyin yıkama, bu nasıl bir kendi kendini motive etmedir? Bu durum ancak toplumu ve onu oluşturan bir yelerin sınıflardan oluştuğu, sınıf mücadelesinin her aşamada devam ettiğiyle açıklanabilir. Dolayısıyla mesele sınıflar mücadelesi olduğunda, bu tavırlar anlaşılırdır. Herkes sınıfı adına konuşmaktadır. Doğrudan sınıfa ait olmasa da, o sınıfı temsil etmek için yıllarca eğitilen, beslenenler yemek yedikleri çanağı pislememekte, mağdur olurlarken bile yine görevlerini yerine getirmekte, bekçisi oldukları düzeni korumaya devam etmektedir.

Hakim sınıfların arasındaki dalaş tüm hızıyla sürüyor. Ve devam edeceğe de benziyor. Bu dalaştan, işçi sınıfı ve emekçi halkın yararına kullanabilmenin yolu, kendi gündemimizde yoğunlaşmak, politikalarımızı hayata geçirmek için canla başla çalışmaktır. Kendi aralarındaki dalaşta birbirlerine acımayanlar, her türlü yol ve yöntemi kullanarak, birbirlerini tasfiye etmeye çalışanlar; mevzu işçi sınıfı ve halk olduğunda, ilericiler ve devrimciler olduğunda ne yapmazlar? Daha fazla çalma, daha fazla faşist terör, daha fazla saldırganlık değil midir? Öyleyse bu saldırganlığa yanıt olabilmek için daha fazla kitlelere gitmek, daha fazla örgütlenmek ve mücadeleyi daha fazla yükseltmek gerekir.

 

(Bir okur)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu