GüncelMakaleler

MAKALE | Kum Saati Tersine Akmaya Başladı

"Yerel seçimlerle birlikte ortaya çıkan tablo, ekonomik-siyasi gelişmelerin aldığı biçim siyasal-toplumsal dönüşüm sürecinin demokratik dönüşüm yönünü de göstermektedir"

31 Mart yerel yönetim seçimleri birçok açıdan değerlendirilmesi gereken yeni bir tablo ortaya çıkarmıştır.

Siyasi iktidar partisi ve ortağı MHP için işlerin iyiye gitmediği görülmüş; Adana, Antalya, Ankara, Mersin ve İstanbul gibi emekçi nüfusunun yoğun olduğu büyük şehirler kaybedilmiş, daha önceki seçimlerde AKP’ye oy veren yoksul halk bu defa tercihini değiştirerek “karşıtlarına” oy vermiştir. Yaşanmakta olan ekonomik kriz siyasi iktidarın cilasını dökmüştür. “ Büyüsünü de” bozarak gerçeklerle yüz yüze getirmiştir…

Cumhur ittifakının seçim sürecinde kullandığı, toplumu saflaştırmaya dönük, ayrıştırıcı, ötekileştiren dili, ekonomi duvarına çarparak geniş kitleler tarafından ilgi görmemiş, kabul edilmemiştir.

“Beka sorunu var” söylemiyle yapılan algı operasyonu halkın gerçek gündemi olan işsizlik, hayat pahalılığı karşısında güneşin altındaki buz gibi erimiştir. Milliyetçilik propagandası açlık-yoksulluk girdabındaki emekçiler tarafından kabul görmemiştir.

31 Mart seçimlerinde akıllarda yer eden olay ise 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde yaşanmıştır. Demokratik talepleri için Taksim Meydanı’na yürümek isteyen kadınların önü polis panzerleriyle kesilmiş, yürüyüşe izin verilmemesi kadınlar tarafından ıslıklarla protesto edilmiştir.

Kadınların tepkisi havuz medyası tarafından bilinçli bir şekilde çarpıtılarak “Kadınlar ezanı ıslıkladı” kara propagandası eşliğinde mücadelenin öncüsü kadınlar, erkler tarafından hedefe konulmuştur.

Biliyorlar ki zulmün duvarları ilk kadınlar tarafından yıkılır bu coğrafyada, siyasi iktidar seçim meydanlarında “Sözde kadınlar milli değerlerimize hakaret etti” yalanıyla ikinci bir Kabataş vakası çıkarmak istese de bu defa yalana, dar bir çevre dışında inanan çıkmamıştı. Çünkü toplum bu filmi daha önce izlemişti.

Her daim kullanışlı olan saflaştırarak böl, parçala yönet siyaseti işe yaramamış, emekçi halk, oyuna gelmeyerek bir kez daha birlikte bir arada yaşama iradesini göstermiştir. Halkın bir arada yaşama iradesi Cumhur İttifakı için yenilginin kapısını aralamış oldu.

Yaşanan seçim yenilgisine rağmen, AKP-MHP koalisyonu ‘%52’ oyla seçimin kazananı olarak kendilerini ilan etmiş olsa da, gerçekler bize tam tersini söylüyor. Bir kişinin aynı anda birden fazla partiye/adaya oy verebiliyor oluşu kazanan kim, kaybeden kim muammasına neden olsa da rakamlar kimin kaybettiğinin işaretini veriyor.

31 Mart için rakamlara bakacak olursak; 24 Haziran seçimlerinde AKP-MHP koalisyonun aldığı oy toplamda 26 milyon 899 bin iken, bu oran 31 Mart’ta 23 milyon 644 bine düşüyor. Aradaki fark 3 milyon 257 bin.

24 Haziran’da AKP’nin tek başına aldığı 21 milyon 355 bin, 31 Mart’ta ise 19 milyon 771 bine geriliyor. Birçok büyük şehir ve ilde MHP’nin aday çıkarmadığı da hesaplandığında AKP’ni yaşadığı oy kaybının görünenden daha fazla olduğu anlaşılıyor. İlk kez yüzde 35’lere kadar düşüyor.

Seçmenin birden fazla partiye oy veriyor oluşu, kazanan kaybeden sorusuna verilecek cevabı güçleştirmiş olsa da, tüm veriler kaybeden olarak AKP’yi işaret ediyor. Örnekleri çoğaltacak olursak; AKP kurulduğu günden bu yana açık ara üstünlükle elinde tuttuğu ve de deposu olarak gördüğü Antalya, İstanbul gibi önemli büyük şehirleri de CHP’ye kaptırmıştır.

Cumhur İttifakı içinde ise hiç kuşkusuz kazanan taraf MHP olmuştur. Beka sorunu var sloganının mucidi olan MHP, elindeki belediye sayısını 173’ten 227’ye çıkarmış, milliyetçi propagandalarıyla toplumun geri yanlarına hitap ederek Karadeniz ve Orta Anadolu’da oy yüzdesini bir önceki seçimlere oranla yüzde 50 artırarak Belediye İl Meclisleri’nde yüzde 18.8 oy almayı bilmiştir!

AKP’ye kaymış olan kitlesini önemli oranda geri almıştır. Yüzde 44 oy aldığını iddia eden AKP 14 belediyeyi kaybederek(Kayyımla el konulan HDP’li belediyeler bu 14’e dahil değil. Onları da katacak olursak kaybedilen belediye sayısı 25’e yaklaşıyor) seçimin yenileni olmuştur.)

Siyasi iktidar partisinin yaşadığı yenilginin iç içe geçmiş birden fazla nedeni var. Dünya ve bölgede değişen dengeler, iç ve dış siyasette uygulanan politika yönetme krizini tetiklemiş, yönetilenlerinde artık eskisi kadar kolay yönetilmek istememeleri de ilk sırada yer alıyor. Diğer olgulara baktığımızda 15 Temmuz darbe girişiminden sonra OHAL’le birlikte, siyasi iktidarın genel politikası haline gelen sınıfsal, ulusal, inançsal tüm demokratik hak ve taleplerin zor yoluyla baskılanması, en ufak hak talebinde bulunanların ‘terörist’ yaftasıyla karşı karşıya kalması ve ‘nöbetleşe yoksulluğun’ kronik açlığa evrilmesi, toplumu saflaştırarak kamplara bölme ve kendinden olmayan herkesin düşman olarak görülmesi ve o muameleye tabi tutulması…

Halkı yok sayan, ötekileştiren ceberrut politika düne kadar kendisine inançsal nedenlerle oy veren kimi Kürtlerin inançsal tercih yerine ulusal politik tercihe hareket etmesine yol açmış, HDP’nin iki hakim kamp içinde yaşanan çatışmada taktiksel bir politikayla birinci kamptan yana tavır alışı, başta İstanbul, Ankara, Mersin, Adana, Ardahan vb. yerlerde CHP’ye oy vermesi egemen sınıf klikleri içinde taşların yerinden oynamasına ve yeniden karılmaya başlamasıyla sonuçlanmıştır.

Politik krizin(derinleştiren) yanı sıra seçimlere rengini veren bir diğer olguysa ekonomik krizdir. Açlık ve yoksulluğa mahkum edilen milyonlarca emekçi/işsizin sıkacak dişi de kemeri de kalmamış, hayat pahalılığına tepki olarak sandıkta Cumhur İttifakı dışında kalan partilerden yana yapmıştır.

TÜİK’in açıklamış olduğu işsizlik oranı bunun en somut örneği olmuştur. Ocak 2018’den Ocak 2019’a gelindiğinde resmi verilerle işsiz sayısı bir yılda 1 milyon 257 bin artarak 4 milyon 668 bine yükselmiş, yüzde 14,7 ile Cumhuriyet tarihinin en yüksek işsizlik oranı yaşanmıştır. DİSK’in geniş tanımlı işsizlik oranı ise yüzde 22,1 ile 7 milyon 552 bindir. Türkiye’de çalışabilecek durumda olan nüfusun dörtte biri işsiz, evine bir dilim ekmek götürebilecek koşullara sahip değil. Sefalet endeksinde ise 4. sırada yer alıyoruz!

Siyasi iktidar için kum saatini ters yönde akmaya başlatan Adana, Ankara, Antalya, Mersin ve İstanbul Türkiye ekonomisinin omurgasını oluşturan 6 büyük şehirden 5’ini oluşturuyor. Finansın, sanayinin, inşaatın, hizmet sektörünün ve tarımsa üretim faaliyetlerinin lokomotifi bu kentlerdir.

Buralarda yaşanan ufak bir dalgalanma parça parça, işçi ve emekçilerin yoğun olarak yaşadığı kentler aynı zamanda pahalılığın, yoksulluğun, açlığın, sosyal güvencenin olmadığı, işsizliğin-güvencesiz çalışmanın en yoğun olduğu, yani ezen ile ezilen arasındaki sınıf çelişkisinin yaşandığı sömürü ve zulmün odak merkezleridir.

Adana, Ankara, Antalya, Mersin sanayinin, inşaatın, hizmet sektörünün yoğunlaştığı yerler olsa da aynı zamanda tarımsal üretimin yapıldığı, ciddi köylü nüfusuna sahip yerleşim alanlarıdır. Ekonomik krizin gelinen aşamada tarımsal üretimde çöküntüye dönüşmesi küçük üretici/köylü aile işletmelerini iflasa sürüklemiş, ağır borç yükü altında üretimden çekilmeye zorlamıştır.

Tarım ürünlerinin tohumdan gübreye, mazottan ilaca varana kadar iğneden ipliğe ithalata dayalı oluşu yerel üretimi bitirmiş, köylüyü toprağından kopararak şehirlere göçüne veya mevsimlik(tarım) işçi olmasına neden oluyor. Tarım alanında başta ABD’li emperyalist-kapitalist gıda ve ilaç tekellerinin belirlediği kurban edilen milyonlarca küçük üretici, kendi yurdunda sözleşmeli üretime zorlanmış, işsizler ordusuna nefer olmuştur.

Sonuç olarak OHAL uygulamasının yaşamın her alanında devam ediyor oluşu, ekonomik krizin yaratmış olduğu açlık yoksulluk, siyasi iktidar partisi ve küçük ortağına 31 Mart yenilgisini getirmiştir.

CHP’nin seçim başarısı kimi çevrelerde “Evde bir bayram havası” içinde kutlanıyor olsa da belediye başkanlığını komprador burjuvazinin temsilcisi başka bir partinin kazandığı unutulmamalı. İşçilerin, emekçilerin, köylülerin, baskı altındaki ulus ve inançların kazanımı olmamıştır.

Aksini iddia etmek, komprador burjuvaziden umut beklentisine girmek, bir illüzyona kapılarak bulanık sularda kulaç atmaktır. Bu, olup biteni sessizce bir kenarda izleyeceğiz anlamına gelmez, tam tersine seçimlerin ortaya çıkardığı sonuç Türk hakim sınıfların kampları içinde var olan çatışmayı boyutlandıracak, yönetememe krizini derinleştirecektir. Biz iki kamp arasında yaşananlara gözlerimizi yumamayız.

En gerici olanı teşhir ederken, diğer kampla aramıza kalın çizgiler çizerek süreci emekçi halkın lehine devrime kanalize etmek için elimizden geleni yapmaya çalışırız.

En önemlisi de ekonomik krizin derinleşmesine paralel, siyasi toplumsal sürecine girildiği görülmeli, demokratik halk devrimi için ‘sarıl güne, sarıl saate, on bin yıl çok uzun’ perspektifiyle an’a yoğunlaşılmalıdır.

Gerek ülke bazında, gerekse K. Afrika ve Ortadoğu bazında siyasal İslam çözülüşünün Türkiye’de de karşılık bulduğu, bunun giderek derinleşeceği ekonomik krizin siyasi krize evrildiği, siyasi krizin devrimci krize çevrilmesinin ise tüm devrim-demokrasi güçlerinin omuzunda olduğu ortadadır.

Mısır, Tunus, Fas vb’nin ardından Sudan’da yaşanan gelişmeler halk yığınlarının hareketliliğinin büyüyeceğine işaret etmektedir.

Yerel seçimlerle birlikte ortaya çıkan tablo, ekonomik-siyasi gelişmelerin aldığı biçim siyasal-toplumsal dönüşüm sürecinin demokratik dönüşüm yönünü de göstermektedir.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu