GüncelManşet

Emrullah, Murat, Osman, Kasım: Kendi topraklarına aktılar

33 DÜŞ YOLCUSU YAZI DİZİSİ-1

Emrullah Akhamur, Murat Yurtgül, Osman Çiçek ve Kasım Deprem, sessizce kendi topraklarına aktılar. Azla yetinmeyi bildiler ama dünyayı düşlemekten de vazgeçmediler. Birbirlerine yoldaştılar. Hayat gibi ölümü de paylaştılar.

Emrullah Akhamur ve Murat Yurtgül Mardin Kızıltepe’den, Osman Çiçek ve Kasım Deprem Urfa Akçakale’den Kobanê yoluna düştüler. Birbirlerini tamamlayan dosttular, yoldaştılar. Emrullah ve Murat Kızıltepe’de, Osman ve Kasım ise Suruç mezarlığında yan yana yatıyor.

MURAT BİR NEHİRSE EMRULLAH SUYUN DENİZE KAVUŞTUĞU YER

Emrullah ile Murat’ı tek başına anlatmak mümkün değil. Her hikayede biri diğerine çıkıyor. Murat Fırtına Deresi gibi deli dolu akıyor hayatın içine. Emrullah ise o suyun denize kavuştuğu yerdeki sakinlik ve huzur.

İkisinin birlikte hikayesi ilkokul çağlarında başlıyor. Emrullah, 4 yaşına kadar Mardin merkeze bağlı Girmasek köyü Torîkê mezrasında yaşadı. Ancak 1994 yılında Kızıltepe’ye göç etmek zorunda kaldı. Nedeni ise belli. Köy çevresindeki askeri operasyonlar. Cumhuriyet İlkokulu’nu Murat ile birlikte bitirdiler. Sonra yolları çok kısa ayrılsa da Kızıltepe Atatürk Lisesi’nde yeniden birleşti. Araya üniversite yılları girdi ama dostluğun ve yoldaşlığın arasına hiçbir şey giremedi.

Emrullah, Mersin üniversitesi Tarih Bölümü’nü okudu. Murat, Arel Üniversitesi’nde Psikoloji bölümünü bitirdi.

İkisi de kitap delisi. İkisinin de en sevdiği yazarların başında Bukowski geliyor. Tiyatroyu seviyorlar. Emrullah tiyatro için kardeşi Cemile’ye telkinlerde bulunuyor. Murat şiir okumayı çok seviyor ve sürekli okuyor. Gür sesiyle Arel Üniversitesi’ni inletiyor. Çello çalıyor. Film izliyor. Her ikisi hayatın her anından keyif almayı biliyor.

Üniversiteye gitseler de Kızıltepe ile bağlarını koparmıyorlar. O kanlı Temmuz ayında da ilçedeydiler. Murat’ın babası Nimet’in mağazasında çalıştılar.

Emrullah gitmeden önce babası Hacı’ya gideceklerini söyledi. “Kitap, oyunca, temizlik malzemeleri aldık. Onları götüreceğiz” dedi. Baba Akhamur “gitme” demedi. Çünkü “Yanlış bir şey yapmıyordu. Murat da öyle, nerede bir sıkıntı varsa giderlerdi.”

Anne Zehra Akhamur’un oğlunun gideceğinden haberi yok. Ancak diyor ki: “Onu hiçbir yerden döndürmedim. Çünkü hep iyilik yapıyordu, hiç kötülüğünü görmedim. O bir şey yapıyorsa doğrudur. Ben ondan razıyım.”

 

Murat’ın Babası Nimet de aynı düşüncede: “Murat Soma’da işçi katliamı olduğunda oraya da gitmişti.”

suruc sehitleri yaz dizisi1 14“Emrullah neden gitti?” sorusuna ağabeyi Ümran, Emrullah’ın politik tutumunu da açıklayarak yanıt veriyor: “Emrullah her etkinliğe ya da yürüyüşe gitmezdi. Bu konuda yaptığı şey bir işe yarasın istiyordu. Emrullah kendini hiçbir parti ya da örgüte bağlamıyordu. SGDF’li de değildi. Ama bir şey yapmak istiyordu ve kampanya ona bu fırsatı vermişti. Vicdanıyla, iyi bir şey gördüğü için gitti.”

Patlamanın olduğunu öğrendiklerinde ilk önce Suruç’a, ardından da Antep’e gidiyorlar. Evlatlarının hayatta olup olmadığına dair o belirsizlik içinde bir de devletin engelleri ile başetmek zorunda kaldılar.

Murat’ın annesi Şemsa anlatıyor: “Bize yol vermediler. TOMA bir taraftan, akrep bir taraftan biber gazı sıktılar. Polislerin eli tetikteydi. Gazdan önümüzü görmüyorduk.”

İki baba morga girerek çocuklarını teşhis ettiler. Baba Hacı Akhamur anlatıyor: “Önce Murat’ın babası açtı. Kemerine baktı, pantolonuna baktı. ‘Bu pantolon bizim dükkanda sattığımız pantolon. Bu benim oğlum’ dedi. O’nun hemen yanındakini açtım, baktım. Emrullah’ın alnı bembeyazdı. Alnından ve sakalından tanıdım.”

Ailesinin, arkadaşlarının anlatımına bakılırsa, Emrullah çok sessiz, sakin, içe dönük biri. Düşleri büyük ancak az ile yetinmeyi de bilen. Babası çocukluğunu anlatırken, “Şımarıklığını hiç görmedim” diyor ve ekliyor: “Hiç para istemezdi benden. Sorduğumda ‘Var, idare ediyorum’ derdi. Benim durumumun iyi olmadığını düşündüğü için istemezdi.”

İkisinin arkadaşlığı çok ilginç. Biri sakin içine akan, diğeri deli dolu dışına akan. Arkadaşları Aydın Karatay, ilişkileri için “Onlar birbirini tamamlardı. Murat’ın içe dönük eksikliklerini Emrullah tamamlardı, Emrullah’ın dışa dönük eksiklerini Murat. Böylece çok büyük bir arkadaşlık bağı kurmuşlardı” diyor.

Murat, İstanbul Arel Üniversitesi’nde Psikoloji bölümünde okudu. Üniversite yaşamında da faaldi. TODAP üyesiydi. Ceza İnfaz Sistemi Derneği’nde, ağırlaştırılmış müebbet hükümlüleri üzerine çalışıyordu. Üniversitede demokrasi ve insan hakları kulübünün eşbaşkanlığını yapmıştı.

suruc sehitleri yaz dizisi1 6Akademik sorunlardan memleket sorunlarına kafa yoran, şiir okumayı yazmayı seven, şarkı söyleyen, sokaktan ayağını kesmeyen biri. En çok da kitap okumayı severmiş. Kız kardeşleri Gülşah ve Nesrin, “O kitaplara aşık bir insandı” diyor. Her gün kardeşlerini arayıp “Bugün ne okudunuz” diye de yoklarmış. Kız kardeşler bu durumdan memnun. Çünkü biliyorlar ki, Murat her yerde kendilerini düşünüyor ve onların iyiliğini istiyor.

İkisinin de hayatında kitap önemli bir yerde duruyor. Ümran’ın anlattığına göre, Emrullah bir de Osmanlıca ve tarihe meraklı. Murat, Kürt edebiyatında son zamanlarda Arjen Ali’yi çok severmiş. Türk edebiyatındaki favorisi ise Hasan Ali Topbaş.

Baba Nimet ve anne Şemsa, Murat’ın çok erken yaşta olgunlaştığını anlatıyor. Baba, “12-13 yaşından sonra 40 yaşında bir insan gibiydi” diyor. Anne Şemsa, “Bize zaman zaman öğütler verirdi” diyor.

Arkadaşı Aydın, “Farklıydı ve biz bu farklılığı daha çok üniversite yıllarında keşfettik” diyor. Murat’ın özellikle entelektüel yanına dikkat çekiyor ve ekliyor: “Doğaldı ve doğaya ait bir insandı da.”

Aydın, “Murat neden gitti?” sorusuna yanıt verir, onun politik durumunu da özetliyor: “Murat tam anlamıyla pasif direnişin gerillasıydı. Kobanê’ye gidişi de bununla ilgilidir. Orada sadece eli silah tutanların değil, eli kalem tutanların da bir şey yapabileceğini göstermek istiyordu.”

İyiye, güzele gönül vermişlerdi. Arkadaşlıkları ilkokulda başladı. Zamanla yoldaşlaştılar. Kobanê’nin çağrısını duyup düş yolculuğuna çıktılar. DAİŞ’in bombasıyla birlikte ölümsüzleştiler ve birlikte toprağa düştüler. Şimdi Kızıltepe mezarlığında yan yana yatıyorlar.

KASIM VE OSMAN: ZATEN KOBANÊLİLERDİ

Kasım Deprem ve Osman Çiçek, aslen Suruçlular ancak Akçakale’de yaşıyorlar. Akçakale’de yoksulluk içinde büyüdüler. Çocukluktan beri çalışarak yaşamlarını idame ettirdiler.

Kasım, annesini küçük yaşta kaybetmişti, ablasının elinde büyüdü. Akrabası ve komşusu Osman’ın ailesinin evini, kendi evi bildi. Önce Adıyaman Üniversitesi’nde Sanat Tarihi bölümünü kazandı. Ancak bir yıl sonra bıraktı. Bu kez Harran Üniversitesi’ni kazandı. Ancak o Sosyoloji okumak istiyordu. “Gelecek yıl yine sınava girerim” diye düşünürken, Suruç’ta katledildi.

Akçakale ve Suruç, devrimin topraklarına bir adım. Zaten “sınır” diye çekilen o tellerin, o mayınların anlamı da pek yok. Herkesin kalbinin bir yarısı “karşı” tarafta. Kasım ile Osman’ın gidişi de öyle. Karşı taraf aslında onların. SGDF’nin çağrısıyla çıktıkları yolculuk ise kendi içine bir yolculuk gibi.

Osman’ın ağabeyi Muhittin de “Aslında biz Kobanêliyiz. Babamın birçok akrabası oradadır” diyor.

Aslında 20 Temmuz günü o yola çıkacakmış. Ancak kendisi daha önce birkaç gez gidip gelmiş. Osman “Ben gideyim” deyince, Osman hiç gitmediği için “Bu sefer sen git o zaman” diyor.

Osman ve Kasım, daha önce geçirdiği bir trafik kazasıyla felçli kalan İsmail Denli ile beraber düşüyorlar yola. İsmail ile hem akraba hem de arkadaşlar. Ancak, İsmail’in Suruç katliamı sonrasındaki yalnızlığına bakılırsa, Osman ve Kasım aslında İsmail’in gözü kulağı, eli, ayağı.

İsmail’in engeli nedeniyle tek başına gitmesi mümkün değil. Osman ve Kasım, kendileri ile birlikte İsmail’i de götürüyor. Bu arkadaşlığın, yoldaşlığın harcı ise vefa.

suruc sehitleri yaz dizisi1 21Osman fotoğraflarında çok sakin görünüyor. Ağabeyi Muhittin doğruluyor: “Sürekli gülen, coşkulu bir insan değildi. Çok sakindi. İçine bırakırdı. Hiçbir şeye fiziki olarak tepki göstermezdi. Diyelim ki, yemek yedi ve beğenmedi. Az bir şey yer kalkar giderdi. ‘Bu yemek güzel değil’ demezdi. Bir yere gitmek istediğinde götürmediğin zaman, sözlü olarak tepki göstermezdi. Hareketleriyle bunu ifade ederdi. Bu sessizliğinden dolayı soğuk görünürdü. Ama öyle değildi. Bugüne kadar kimseye tepki göstermedi, kimseyle küs olmadı, kimseyle kavga etmedi. Hiç kibri yoktu.”

Muhittin ve İsmail, Kasım için de benzer tanımları yapıyor.

Osman, 12-13 yaşlarından beri çalıştı. Önce tarlalarda, sonra sanayide. Annesi İslim, “Onu çölde büyüttüm ben, yokluğun içinde büyüttüm” diyor ve ekliyor: “Osman çok çalışırdı. Her sene pamuk eker, toplardı. Kışın tamire, yazın pamuğa giderdi. Çok yorulurdu Osman. Osman çok efendiydi, herkes onu seviyordu. Ona bir şey demedim. Ne yemeğe gel ne bir şey, hiç bir şey demezdim. Osman kendiliğinden yapardı. Her işi yapardı, hiç bir şey demezdim.”

Kasım’ın durumu da öyleydi. Kasım bir de annesiz büyümüş. Ama belli ki, bu yoksulluk ve yoksunluk, O’nun gönlüne koca bir dünyayı yerleştirmiş. O’nu küçültmemiş, büyütmüş.

Kasım, Akçakale’de kaldığı zamanda çalışırken, işten çıkınca uğradığı yer parti binası oluyor. İsmail anlatıyor; “Üstü başı is kir içinde olurdu. Önce partiye uğrar, yapılacak bir iş varsa ucundan tutardı” diyor.

Osman’ın keyif aldığı şeylerden biri, ağabeyi Muhittin’in tamirhanesinde sabah işe başlamadan önce bardak bardak çay içip muhabbet etmek. Muhittin, “O gelmeden önce çayı demlerdim, gelirdi, hem içer hem sohbet ederdik” diyor.

Kasım ayında konuk olduğumuz Akçakale sınırındaki o yoksul konduda aileyi dinlerken, ağabey Muhittin’e “Geleceğe dair hayali var mıydı?” diye soruyorum. Gülümseyerek anlatıyor; “Bence sevmek istiyordu. Güzel bir kıza aşık olmak istiyordu.”

Olmadı. Yüreğinde bir sevda ile mi yola çıkmışlardı. Bilmiyoruz. Ama geride kalanların yarası çok derin.

İsmail sık sık birlikte geçirdikleri zamanı anlatıyor: “Beni ararlardı ikindileyin. Derdi ‘Bra çay yap geliyoruz.’ ya da ‘Gece saat 11:00, 12:00’de ararlardı. Bra napıyorsun?’, ‘Hiç bra, uzanmışım’ derdim. Derdi ‘Geliyoruz, çayla bizi.’ ‘Oğlum’ derdim, ‘Bu saatte kim size çay yapacak, herkes uyumuş. Ne çayı, size kola söyleyeyim.’ Burada köşe başında amcamın dükkanından kola ve çerez alırdık, otururduk, ikiye üçe kadar. Hatta kapıyı açacak kimse olmadığında derdim ‘Kapıdan atlayın.’ Atlarlardı kapıdan. Derlerdi ki, ‘Oğlum az ye, seni kaldıramıyoruz’. Güzeldi. Öyle yaşayıp giderdik.”

Yarın: Muş’tan yola çıkan Evrim Deniz Erol, Medali Barutçu ve Serhat Devrim

 

Kaynak: Etha (Arzu Demir)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu