GüncelMakaleler

MAKALE | Dahi çocuk Elon Musk ve sömürüden geçen dünya sistemi bekası

"Çalıştığı dönemde iş cinayetlerine kurban giden işçiler, işten çıkarıldıkları bu dönemde de şimdi açlıktan ölmeye mahkum ediliyor. İşten çıkarılmayan işçileri ise daha uzun ve zorlu bir çalışma saati bekliyor. İşçi sınıfının bu durumda öfkesini biriktirdiği ise bir gerçek olarak karşımızda durmalı"

Teknoloji ve bilim takipçilerinin hayatını takip ettiği, kurduğu şirketler ve bu şirketlerin projeleri dünyada ses getiren ve hayat pazarlamacılarının örnek bir proje haline getirdiği ‘dahi çocuk’ Elon Musk.

Güney Afrika doğumlu bu zat teknoloji takipçileri için bir ilah olsa da şirketlerinde çalışan işçiler için kan emici biri. Teknolojinin tekel halinde olduğu ve birkaç şirketin projelerinin fahiş fiyatlara satıldığı -tabii üretimindeki ucuz işçilik ve emek sömürüsünün göz ardı edildiği- bu sistemde kendisine yer bulan bir kişi.

Elon Musk an itibariyle üç şirketin CEO’su ve en tanınan yüzü. Bunlardan ilki ve en bilineni Tesla Motors. Elektrikli motor üretiminde pazarın şu anda hakimi konumunda. İkincisi ise SpaceX. Bu şirket ise uzay taşımacılığında yeni bir evre yaratma çabasıyla ortaya çıkan yeni nesil uzay roketlerinin üretimlerinin dizayn edildiği bir proje diyebiliriz aslında.

Geçtiğimiz yıl bu şirketin yaptığı Falcon 9 roketi okyanus ortasında kurulan bir platforma inerek uzay roketleri arasında bir ilki gerçekleştirdi. (İlk olmasının sebebi ise; uzay roketleri uzaya fırlatılırken atmosfer dışında birçok parçası kendinden ayrılır ve uzay çöpü haline gelir. Ancak bu roketin parçaları ayrılmıyor ve tekrar uçuşunda kullanılıyor.

Bu da herhangi bir uçuşun maliyetini %50’den fazla düşürüyor. Mesela SpaceX’e ait son uçan Falcon Block 5 roketi uçurulup piste indikten sonra yapılan incelemelerden sonra tekrar kullanılabilirlik raporu aldı.) Tabii şirketin CEO’su olarak Elon Musk bütün övgülerin odağı haline geldi. Amerikan menşeili büyük medya kuruluşları Musk’ı adeta dünyaya gönderilen bir melek olarak tasvir ettiler.

Aslında bu kadar parlatmalarının amacı bir pazarlama aracı olması. Elon Musk dünyaya sunulan Amerikan emperyalizmi etiketli teknoloji pazarının patronlarından biri. Firması her yıl büyüme kaydediyor ve dış pazara taht kurmaya çalışan Amerikan emperyalizmi için biçilmiş kaftan.

Elon Musk’ın bu gerçeği onu herhangi bir patrondan farklı kılmıyor. Bu patronda diğer her patron gibi büyüme rakamlarını işçilerin omuzları üzerinde yükseltiyor. Bu rolün farkında olan Musk’ta sınıf bilinci olan her burjuva gibi işçi sınıfına seslendi geçtiğimiz günlerde: “Onlar bir şeyler yapmak isteyenleri işe alıyor. Çalışması daha kolay yerler var ancak kimse dünyayı haftada 40 saat çalışarak değiştirmedi, daha çok çalışılmalı. Bence haftada 80-100 saat çalışmak normal.”

İşte büyük medya kuruluşlarının ‘melek’ olarak lanse ettiği büyük patron bu. Tabii bu ‘melek’ bunları söyledikten sonra birçok tepki aldı. Tepkiler bu rakamların akıl almaz olduğu yönündeydi. Tabii çalışma saatleri ortalama 48 saat olan ülkeler bu rakamları akıl almaz buluyor. Ülkemizde ise kimse bu rakamları akıl almaz olarak niteleyip ekstra tepki göstermedi bile. Neden mi?

 

Sömürünün azı-çoğu…

Aslında tepkisizlikte haksız sayılmazlar zira ülkemizde çalışma saatleri haftalık 68 saatin üstünde olduğu için 80-100 saat onlar için fark etmiyor. Türkiye, uzun çalışma süreleri açısından Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’ne (OECD) üye ülkeler arasında birinci. (Aslında Türkiye’nin OECD ülkeleri arasında tek birinciliği bu değil. Aynı rapora göre çalışma şartları ve iş cinayeti dallarında da birinciliği kimseye kaptırmamış.)

Sömürünün azı-çoğu olmaz fakat bu verilerle emperyalist-kapitalist dünya sisteminde Türkiye kendi işçi sınıfını en çok sömüren ülkelerden biri olma konumunda. En uzun çalışan, en düşük asgari ücret alan, iş hastalığına yakalanan ve en çok iş cinayetine kurban giden ülke. Bir yarı-sömürge olarak Türkiye, emperyalist ülkeler için ucuz işçiliğin cenneti olarak görülebilir. Emperyalist tekellerin ham madde ve işçilik girdilerini en aza çektiği ülkelerden biri. Özellikle 2000 sonrası rakamları bu özelliklerin en yoğun yaşandığı dönemdir.

Her dönem sömürünün yoğun yaşandığı bir ülke olsa da AKP dönemi işçi sınıfı için Türkiye’de sömürünün en çok arttığı dönem oldu diyebiliriz. 2000 sonrası ülkeye giren döviz akışı bazı sektörleri canlandırdı. 2008 dönemine kadar özellikle sektörlerin büyümesinin en yoğun yıllarıydı. Bu yıllarda başta inşaat sektörü olmak üzere her alanda büyüme kaydedildi. Bu büyümenin karşılanması için sermayenin ihtiyaç duyduğu sömürü de o oranda arttı. İş kazaları, meslek hastalıkları ve iş cinayetlerinde belirgin bir fazlalaşma kaydedildi.

 

AKP döneminde işçi sınıfının durumu

AKP hükümeti döneminde 20 bini aşkın işçi iş cinayetlerinde katledildi. Yaralanan ve sakat kalanların sayısı ise çok daha fazla. AKP döneminde günde ortalama 150 işçi iş cinayetine kurban gitti. Ayda ortalama 150 işçinin iş cinayetine kurban gitmesi çoğu zaman gündem bile olmasa da bu sayısının 150’nin çok üstünde olduğu da bir gerçek. Güncel olarak sadece 2018 yılında 800’ün üstünde işçi iş cinayeti sonucu yaşamını kaybetti. İş cinayetlerinin en yoğun olduğu sektörler bu büyüme rakamlarının en yoğun olduğu inşaat ve her dönemde iş cinayetinin yüksek olduğu madencilik sektörü olarak karşımıza çıkıyor. İnşaatlar yükseldikçe inşaat şirketleri büyüdükçe işçiler katlediliyor.

Ekonomik krizden dolayı inşaat sektörü küçülmeye başlasa da iş cinayetlerine hız kesmeden devam ediyor. En ağır ve güvencesiz çalışma şartları için bu alanda inşaat sektörü başı çekiyor.

İş cinayetlerinin en yoğun yaşandığı inşaat sektörü aynı zamanda en fazla taşeron işçinin çalıştığı sektördür. İnşaat sektöründe meydana gelen iş cinayetleri kuralsız, sigortasız, güvencesiz çalışma tesadüfi değildir tabi. Taşeron sisteminin sonucudur. İnşaat sektöründe toplamda 2 milyona yakın işçi çalışırken bunun 1 milyona yakını kayıtsız çalışmaktadır. Geri kalanların önemli bir bölümü de sigortalı olsalar bile taşeron sisteminde çalışmaktadırlar.

AKP hükümetinin son ‘mega projelerinden’ 3. Havalimanına bakarsak inşaat sektörünün halini de anlayabiliriz. Cumhurbaşkanlığı verilerinde göre 52 iş cinayetinin yaşandığı 3. Havalimanında, gerçek sayı ise 400 civarı olarak söyleniyor. Aradaki bu uçurumun sebebi ise kayıt dışı çalışma ve taşeron firmaların cinayetlerin üstünü kapatması

2018 yılının sonlarına yaklaştığımız bu dönemde işçi sınıfının geleceği ise yeni bir belaya odaklanmış durumda, ekonomik kriz sonucu işten çıkarmalar. Yapısal bir kriz olarak başlayıp enflasyonu hortlattığı, döviz sıkıntısı sebebiyle sektörlerin küçülmeye gittiği ekonomik kriz, dönem itibariyle şirketlerin iflas etmeye başladığı evreye geldi. Çalıştığı dönemde iş cinayetlerine kurban giden işçiler, işten çıkarıldıkları bu dönemde de şimdi açlıktan ölmeye mahkum ediliyor. İşten çıkarılmayan işçileri ise daha uzun ve zorlu bir çalışma saati bekliyor. İşçi sınıfının bu durumda öfkesini biriktirdiği ise bir gerçek olarak karşımızda durmalı.

Aslında bu da işçi sınıfının öfkesini bu dönemde diri tutmayı başarabilirsek krizin faturasını patronlara ödetebiliriz anlamına geliyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu