Güncel

Muhlis Barut’a bakınca görünenin ötesi

Ölüm döşeğindeyken vedalaşamamak ve bunun yanında ölümden çok sevdiklerinin tepkilerini düşlemek. Ne olacağı ve nasıl olacağı bir kurt gibi kemirirken yüreği, anın önemi ve hesabı manidar olmaya başlar.

Tükenen zamanda yakalanabilen her şey kardır. En acısıdır vedalaşmadan ayrılık. İşte bu bazen ölümün başka bir tarifidir. Sadece kendi için anı yakaladığın zamana koca bir hoşçakal sığdırırsın. 9 Eylül günü vedalaşma özleminin çığlığı bir ayrılığa dönüştü.

Ölmeden önce ailesi ile vedalaşma, komşularıyla mangal yapıp, biraz çamur biraz taş parçaları ve ellerinde şekillenen biçim ile oluşturduğu gecekondusunda solumak istedi havayı Muhlis Barut.

Devlet efradının azgınlaşmış suretlerinde, soytarılaşmış açıklamalarında hemen her gün yeni bir ölüm seyri izlenirken Muhlis barut hayatını kaybetti.

Zira devletin geçmişten bu güne “kan” ile ebedileşen iktidarları ve sürekli sömürü ile güçlenen sermayesinde daha nice ölümleri göreceğiz.

Muhlis Barut’un ölümü bir devlet gerçekliğinin yanı sıra bir toplumun gerek geçmiş gerekse de güncel anatomisini; ancak daimi olan bir realitesini ortaya koydu. Zira, sağlık alanında yaşanan sömürü ve insan sağlığının ölçüm değeri olan paranın kuyusunda yaşama tutunmaya çalışan Barut, gasp edilen haklarını ve ayaklar altına alınmak istendiği onurunu korumak için elindeki av tüfeği ile bastı sağlık merkezini. Yeşil kartının iptal edildiğini öğrenen Barut tartıştığı sağlık merkezinde ayrıca tekme tokat dövülerek dışarıya atılmasını onu böylesi bir eyleme yönlendirdi.

Barut ne ilk nede son; hasta tutsaklar ölüm döşeğinde

Barut’un ardından hafızalara yerleşen ve toplumsal hafızada beklide tekrar canlanan bir gerçekte hasta mahpusların hapishanelerde katledilişi oldu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ’ün “devreye girmesi” ile tahliye beklentisi içinde olan Barut ailesi, Barut’un ölümümün ardından bir devlet gerçekliğini gördüler. Sonuç olarak devletin hasta tutsaklara yönelik tutum ve yaklaşımları katliamlardan yani “ustalarının” söylediği gibi “Asmayalım da besleyelim mi? pratik felsefesi üzerinden şekillenildiğinden hapishanelerde yaşanan çokta şaşırtıcı değil.

Hemen her gün tutuklama furyalarının arttığı bir süreçten geçerken, dolup taşan hapishanelerle beraber tutsakların yaşam koşulları ve sağlık durumları giderek kötüleşiyor.  Oluşturulan tabutluklar, ölüm mangaları, toplumsal dinamizmi yok etme amacına uygun olarak şekillendiriliyor.

Toplumsal sorun olarak nitelendirilen kadın sorunu, çocuk sorunu, insan hakları ve demokrasi gibi gerçeklerde devlet yaklaşımlarını görmek için seçim meydanlarına, kürsü konuşmalarına ve ulusa sesleniş açıklamalarına bakmak miyop gözlerle bulanık suda defin aramaya benzer.

Öyle ki bugün devletin faşist niteliğini görmek için hapishaneler gerçekliği görmek yeterli olacaktır. Zira “Adalet” Bakanlığı’nın yaptığı açıklamalar dahi yanıltıcılığıyla ciddi bir gerçeğe işaret ediyor. Açıklamada hapishanelerde hayatını kaybeden “hükümlü” ve “tutuklu” sayısının; 2000 yılında 193, 2001 yılında 158, 2002 yılında 89, 2003 yılında 163, 2004 yılında 54, 2005 yılında 59, 2006 yılında 157, 2007 yılında 176, 2008 yılında 211, 2009 yılında 196, 2010 yılında 252, 2011 yılında 268, 2012 yılında 70 olmak üzere toplam 2 bin 46 olduğunu belirtildi.

Bu tablo yaşanan gerçeğin küçük bir sureti. Bu tabloda sağlıktan, hapishanelere katliamlara bir bütün devlet gerçeğine kadar bir realite var. Bu tabloda resmi rakamlara göre 302 hasta tutsak daha var.

Bugün hapishaneler gerçeğine baktığımızda birçok Muhlis Barut’u göreceğiz; Abdullah Akçay’ın gözlerini Güler Zere’nin inadına gülüşlerini…  Ve ayrıca burada saklı olan hesap soruşu göreceğiz.(Bir Partizan)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu