Kültür&Sanat

*Gece…

Otobüsün camına başını yaslamış kaldırımda yürüyen insanları izliyordu. Hepsi başlı başına bir dünya. Hepsinin yüzünde  sıkıntı. Acele içindeler ama nereye gittiklerinin bir önemi yok. Herşey aynı sadece yüzler ve mekanlar değişiyor. Birden çok melankolik düşündüğünü farketti. Kendini toplamalıydı.

Yapacak çok şey vardı. Şuandan itibaren kendisini tamamen siyasi mücadeleye adamıştı. Aynı dünyanın içinde farklı bir yaşamı seçmişti. Ne olacağını ve kimlerle tanışacağını bilmiyordu. Ama yapması gerektiğini biliyordu ve kendisine söylenen yere gidiyordu.  Herşey ne kadarda hızlı gelişmişti.

Hareketli yıllardı. Siyasi mücadele yoğundu. Gençlik etkinlikleri, konferanslar, paneller ve bunun gibi şeyler. Hepsi gözünün önünde canlandı birer hayal gibi. Sanki hepsi çok uzakta kalmıştı, bir oyun sahnesi gibi. Gerçekten bir oyunmuydu bunların hepsi! Bir zamanlar binanın girişinde oyun oynayan bir çocuk gibiydi  gerçekten.

Şimdi binanın tepesiindeydi ve boşlukta asılı olan ipin üzerine atlamak üzereydi. İp cambazı olmak zorundaydı. Bir tercih yapmıştı ve tercihinin sonuçlarını yaşayacaktı. Otobüs hareket ediyordu ve otobüs hareket ettikçe Aylin’de geçmişinde yol alıyordu.

Varlıklı ve modern bir ailenin kızıydı. Zenginlik içinde büyümüştü. Babası Adananın eski büyük toprak ağalarından biriydi. Babası eğitimli biriydi, üniversiteyi Fransa’da okumuştu. Eğitimliydi ama çok sert biriydi, dediğim dedikti.

Aylin çok çekmişti babasından. Babası hayatındaki herşeye müdahale etmeye çalışırdı, giydiği elbiseden arkadaş seçimlerine kadar. Bu davranışları Aylin’de ters tepmişti. Babası ne kadar sertse o da o kadar inatçı olmuştu. Ona çok zor laf dinletebilirdi babası. Annesi ise çok kibar bir kadındı. Ona bakan, az sonra kibarlıktan kırılacak sanırdı. Herşeye çok iyimser bakardı. Sanki dünyada herşey iyiymiş yada kendiliğinden iyi olacakmış gibi düşünürdü. Hayata çok güzel gözlerle bakardı. İyimserliğini severdi annesinin. Gönlü güzeldi. Bir şeye dokunurken sanki elleriyle değil kalbiyle dokunurdu.

İyimserliği annesinden, haksızlığa karşı dik durmayı da babasından öğrenmişti. Çünkü babasının karşısında hep dik durması gerekiyordu. Annesinden öğrendiği iyimserlik karşısında babasının sert tutumundan kaynaklı isyankar bir kız olmuştu. Bir  tane ablası, iki tanede abisi vardı. Onlarda babalarının tutumlarına tepkiliydiler ama en isyankarı kendisi olmuştu sanırım Onun yüzünden kaç kere ablası ve abileride dayak yemişti. Kardeşlerini severdi. Genelde araları iyiydi ama en çok eski gecekondu mahallesindeki çocuklarla oynamayı severdi. Kardeşleri oraya pek gelmezlerdi. Oraya gittiği için babası çok dövmüştü onu. ‘Neden o pis yoksul çocuklarla oynuyorsun!’ derdi hep. Ama onlar pis değillerdi ki. Hele Fatma diye bir arkadaşı vardı. En çok onunla oynamayı seviyordu. Fatma bazen boya getirirdi, birbirlerinin yüzünü boyarlardı. Sonra birbirlerini kovalarlardı. Erkeklerle birlikte top oynarlardı. Fatma kürt bir ailenin kızıydı,8 kardeşlerdi. Çok yoksullardı. Zaten o mahalledeki ailelerin hepsi çok yoksuldu. Birgün babasına sormuştu:

-Baba niye onlar bizimki gibi evlerde yaşamıyorlar?

-Onların paraları yok Aylin!

-Baba sende para çok. Onlara yardım etsene, onlarda bizimki gibi yerlerde yaşasınlar!

-Onlara para verirsek bizim nasıl paramız olur. Hem onlarda çok çalışsaydı, onlarında çok parası olurdu. Ben ne yapayım!

Babam o insanların çok çalışmadığını söylemişti

Fatmayla her yere giderlerdi; bağlar, bahçeler, uzak mahalleler,tepeler vs.. Bir gün pamuk fabrikasına gitmişlerdi beraber. Fatma’nın ailesi de burada çalışıyordu. İçeri girdiğimizde tozdan etraf görünmüyordu. Onların mahallesindeki birçok insan da burada çalışıyordu. Biz ordayken bir işçi bayıldı. Diğer işçiler apar topar dışarı çıkarttılar onu. O gün çok korkmuştum ben. Fatma’nın anne ve babasını da gördük. Hiç durmadan çalışıyorlardı. O anda babasının söyledikleri aklına gelmişti. Bugün bile zaman zaman aklına gelir babasının söyledikleri.

Bu insanlar çok çalışıyorlardı. Hatta hiçbir zaman babasını bu kadar yorgun bir yüzle görmemişti. Bütün bunlara hiçbir anlam verememiştio zamanlar ama bundan babasına hiç bahsetmedi. Çünkü artık babasının yalancı olduğunu düşünüyordu. O gün anlamadığı şeyin cevabını bugün çok iyi biliyordu ve babası gerçekten bir yalancıydı, hemde acımasız bir yalancı. Babası yalan söylemişti çünkü o insanların yoksul olmasının

nedeni kendisi gibi insanların varlığıydı. Bunu anladıktan sonra Fatma ve onun ailesi gibi insanların yoksulluğunun sorumlusu olarak kendini görmeye başladı. Bunun bilincine tam olarak vardıktan sonra da babasının parasını tümden reddetti.

Büyüdükçesi yasallaşmıştı ve zamanla babasıyla da arası bozulmuştu ve en son ilişkileri kopmuştu zaten. Ama annesiyle ilişkisini her zaman sürdürmüştü. Fabrikada gördüklerini babasına söylememişti ama babasının söylediklerini Fatmaya anlatmıştı. Fatma’da daha sonra bunları annesine sormuştu:

-Siz çok çalışmadığınız içinmi biz bu kadar yoksuluz anne?

-Hayır. Zenginler akıllı olduğu için zenginler kızım

-Peki tanrı bütün yoksulları aptalmı yaratmış anne?

-Sen akıllı ol zengin olda bizi kurtar kızım

Fatma o anda akıllı bir kız olmaya karar vermişti. Akıllı bir kız olup yoksul olmayacaktı, hemde ailesini de kurtaracaktı. Ama yaşadıkları Fatma’da değişik etkiler yapacaktı. Aklın parayla satın alındığını ve aklı satın alınan insanların nasıl aptal yerine konulduğunu da görecekti. Fatma ile arkadaşlıkları yaşam boyu devam edecekti. Hatta daha sonraları arkadaşlıkları yoldaşlığa dönüşecekti. Ama Fatmayla bir süredir görüşememişti, nerde olduğunu da bilmiyordu.

Fatma’nın oturduğu sokakta küçük bir kız çocuğu vardı, adı Geceydi. Geceyi kendi kızıymış gibi severdi, çok güzel bir çocuktu. Onu hep gül yüzlüm diye çağırırdı. Onun ailesi de çok yoksuldu. Fatmayla her buluştuklarında onu da yanlarına alırlardı, oyuncak bebek gibi oynarlardı onunla.

Bir gün Fatma’dan aldığı bir haberle yıkılmıştı. O gün gece ve ailesinin kaldığı evin çatısı çökmüş ve gece ile birlikte iki kardeşi de ölmüştü. Bu haber kendisini çok sarsmıştı. Kendi kızı ölmüştü sanki. Bu olayın etkisinden çok uzun bir süre kurtulamamıştı. Daha sonra, bir kızı olursa adını Gece koymaya karar vermişti ve gerçektende öyle yapmıştı.

Bu olaydan sonra kendi ait olduğu zengin sınıfından daha da soğumuştu. Ailesine hiçbir şey anlatmıyordu ama içten içe kendi yaşamından nefret etmeye başlamıştı. Çünkü Gecenin ölümünden kendi yaşantısını ve zengin insanları sorumlu tutuyordu.

Geleceğine yön verecek düşünceler oluşmaya başlamıştı. Bir gün gelip de tercih yapmak zorunda kalacağını daha o zamanlardan hissetmeye başlamıştı. Ama çok sağlam ve tutarlı olmadığının da farkındaydı. Fatma’nın iç dünyası daha farklıydı. Onun çok fazla bir seçeneği yoktu. Gecenin ölümü onu da çok derinden etkilemişti. Annesinin yanına gidip sordu:

-Anne biz yoksullar aptal olduğumuz için mi hep böyle ölüyoruz?

-Hayır kızım. Allah sevdiği kullarını erken yanına alırmış

Fatma’nın kafası karışmıştı. Allah yoksulları bu kadar seviyorsa neden bu insanlar hep acı içinde yaşıyorlardı. bu durumda bir yanlışlık vardı. İşin gerçeğini bir bütün olarak daha sonra öğrenecekti ama o anda annesini kandırdıklarını düşünmüştü Bunu annesine söylememişti tabiki. Ama tercihini yapmıştı o anda. ‘Beni asla kandıramayacaklar’ diye düşünmüştü içinden.

Fatma’nın fazla bir seçeneği yoktu aslında. O yaşamdaki tercihini kendisinden daha önce yapacaktı. Bu zamandan sonra Aylin’le Fatma hayat hakkındaki düşüncelerini birbirleriyle daha çok paylaşacaklardı. Birbirlerine kendi yaşamlarını anlatıyorlardı. Aylin kendi yaşamını anlatırken, Fatma da kendi dünyasının ezilmişliğine ve suskunluğuna meydan okuyordu.

Fatma hep kendisi gibi yoksul insanlarının yaşamlarını anlatırdı. Kendiside zaman zaman görürdü tabiki insanların yaşamlarını ama Fatma onların içinden biri olarak anlatıyordu ve çelişkileri daha iyi görüyordu. Fatma çok zeki bir kızdı ve derslerinde de başarılıydı. Adananın en iyi liselerinden birini kazanmıştı. Fatma ile birlikte lise yıllarında siyasi mücadeleye katılmışlardı.

Farklı liselerde okuyorlardı ama aynı siyasi yapılanmanın içinde yer alıyorlardı. Bundan dolayı sık sık görüşmeye devam ediyorlardı. Bu yıllarda Fatma’nın kardeşleriyle de samimiyetini geliştirmişti. Kardeşleri arasından en çok pınarı severdim. O da Fatma kadar zeki bir kızdı ve Fatma’yı çok severdi. Ben Fatma’yı çok iyi tanımama rağmen bana hep Fatma’yı anlatırdı.

Birçok yönüyle Fatma’ya benziyordu. ve ona düşkündüm. Kim bilir belki bir daha ne zaman görecektim onu. Lise yıllarımız, siyasi mücadeleye yeni girmiş olmanın acemiliği ve heyecanıyla doluydu. Sıralara, duvarlara yazılar yazardık. Bilip bilmeden insanlarla tartışır, slogan atar gibi konuşurduk insanlarla. Polislerle köşe kapmaca oynardık.

Hep köşeleri onlar kapardı ama kaç kere koşu rekoru kırdık. Hatırladığım kadarıyla rekor en son Fatma’nın elindeydi. Bunun dışında kendimizi geliştirmek için olanaklarımızda vardı. bizimle ilgilenen tecrübeli arkadaşlarımız çoktu. Her yeni öğrendiğimiz şeyi Fatma ile tartışırdık. Zamanla sıraya, duvara yazı yazmaktan vazgeçtik.

Çünkü yazdığımız şeyler duvarı kirletmekten başka bir işe yaramıyormuş o zamanlar. Baktık ki insanların yüzüne slogan atınca insanlar hiçbir şey anlamıyormuş, biz anlattığımızı sanıyormuşuz. Aslında bunları net olarak şimdi anlıyorum.

Fatma’yla bunları anlamamız uzun sürdü. Lise yıllarımız böyle geçmişti ikimizde Ankara’da aynı üniversiteyi kazanmıştık. Ben makine mühendisliğini o da hukuku kazanmıştı. Okul kayıt gününde polisler bütün iyi niyetleriyle bize siyasetten uzak durmamızı söyleyen broşürler dağıtıyorlardı! Sonradan okulda karakol bulunduğunu da öğrendik.

– Fatma baksana ne güzel yer. Bizi düşündüklerinden okula karakol bile kurmuşlar!

Fatma yüksek bir kahkaha attı.

-Aslında keşke kışlada kursalarmış Aylin! Belki Yunanistan gelir kutsal üniversitemizi işgal eder. Biz ne yaparız o zaman!

Karşılıklı gülmeye başlamıştık

Siyasetinde lisedeyken polislerle oynadığımız köşe kapmacaya benzediğini görüyorduk bazen. Herkes kendi standıyla köşe kapmaya çalışıyordu. Bazıları önceden rezervasyon yaptırıyordu. Bazı yerlerin manzarası daha güzeldi herhalde tam anlayamadık biz devrimcilerin bir bölgesi vardı çok kutsaldı. Orada birbirimizle sohbet ederdik.

Devrimci magazin diye bir şeyi ilk orda biz icat ettik sanırım ve okulun başka bölgeleri yoktu. ‘Görmediğin şey yoktur zaten’ felsefesi işleniyordu sanırım orda.

Ama orası kazanılmış bölgeydi ve kazandığımız için başka bir şeye gerek yoktu. Bunun dışında üniversite hayatı benimle Fatma için lise yıllarından daha yoğun siyaset içinde geçti. Artık çocuk değildik, macera dünyasından kurtulmak gerekiyordu ama bu kolay olmadı tabi.

Yinede Fatma benden daha çabuk sıyrıldı macera dünyasından. Ben kendi kişisel çıkmazlarımın içindeydim ailemle büyük problemim vardı, özellikle babamla. Düşüncelerime saygılı değildi. Annemde benim için büyük üzüntü içindeydi aslında anneme olan düşkünlüğüm ve annemin bu durumu benim bir çok şeyi yapmamı sınırlıyordu.

Yani aslında ben kendimi sınırlıyordum bu durumum derslerimi de çok kötü etkiliyordu. Fatma’nın dersleri fena değildi, yani ilgilendiği dersler. Çünkü ilerleyen yıllarda derslerle çok ilgilenmemeye başlamıştı. Siyasi faaliyetle daha çok ilgilenmeye başlamıştı. Ben görüşüyordum ama derslere az gelmeye başlamıştı. Okulun içinde olduğu zamanlar bile girmediği oluyordu. Bu yaptığının doğru olup olmadığı konusunda emin değildim. Öğrencilerin arasında olmayınca insanlar onu nasıl tanıyacaktı ve düşüncelerini nasıl anlatacaktı.

-Neden derslere girmiyorsun Fatma?

-Yapacak daha önemli işlerim var Aylin

-Ama öğrencilerin arasında olmazsan düşüncelerini anlatamazsın ve senin düşüncelerini anlatman lazım

-Haklı olabilirsin ama gerçekten çok daha önemli işler var, üniversitenin dışındaki dünya çok daha büyük. Hem okuyunca ne olacaksın

-Hukukda mühendislikte önemli şeyler ve çok iyi şeyler yapabilirsin

Fatma hafifçe tebessüm etti.

-Hem mühendislik yapıp hem devrimcilik mi yapacaksın Aylin!

Konuşmamız burada noktalanmıştı ama Fatma’nın bu söyledikleri çok düşündürmüştü beni. Kafam allak bullak olmuştu. Fatma doğrumu söylüyordu. Haklımıydı gerçekten. Aslında doğru ve haklı olması değildi sorun. Her şey bir tercih meselesiydi. O bir tercih yapmıştı ve doğal olarak bir şeyden vazgeçmişti.

Şimdi düşünüyorum da hiçbir şey kaybetmemiş aslında. Çünkü bende onun vazgeçtiği şeyi bir kenara fırlatıp atmıştım. Ben iyi bir mühendis o da iyi bir avukat olabilirdi. Ama ya sonrası. Dayanabilir miydim bu kadar pisliğe acaba! İnsan cesetleri üzerine kurulmuş bu şehirler bu dünya. Ceset kokusu her tarafta.

İyi biliyorum ki Fatma buna katlanamıyordu. Bu çürümüş düzen ilişkileri içinde fazla kalamazdı ve kalmayacaktı da. Kendiside aynı tercihi yapacaktı ama bu karar için yıllar gerekecekti ve bu süre içinde de üniversiteyi bitirecekti ve bir süre mühendislik yapacaktı.

Yoğun insan kalabalığı içinde yürümeye çalışıyordu. Hava kapalıydı biraz. Yolu hızlı hızlı adımlarken geçmişine dalmıştı. Geceydi adı. Ona kim bu ismi vermişti bilmiyordu ama güneş gibi sarı saçları vardı. Gecenin içine doğmuş güneş gibiydi.

Annesiyle babası o küçükken ölmüşlerdi. Onu büyüten teyzesi kendisine böyle demişti. Teyzesi çok tatlı bir kadındı. Kendisine annesini çok anlatmıştı ve yıllar içinde o da annesinin düşünceleriyle buluştu. Annesininde aktif bir siyasi olduğunu teyzesi söylemişti ona. Teyzesi de demokrat biriydi ve bu sayede siyasetle erken tanışabilmişti. Güzel bir çocukluk geçirmişti.

Ekonomik olarak çok bir sorun yaşamamıştı. Dedesi çok sert davranırdı bazen ona. Öğrendiğine göre annesiyle araları çok kötüymüş annesi hayattayken. Ama yinede dedesinin kendisini sevdiğini hissediyordu. Ailede herkes geceyi çok seviyordu zaten. Ama kendisinin de siyasette böyle aktif olmasından rahatsız olmuşlardı tabiiki. Annesinin başına gelenlerin onunda başına gelmesini istemiyorlardı doğal olarak. Ama siyaset ona güzel şeyler öğretmişti, en başta insan olmayı.

Gece çok sosyal bir kız olarak büyümüştü. Geniş bir arkadaş  çevresi vardı. Annesine benzediğini söylemişlerdi ona. Aslında bu durumdan dolayı çok sorun yaşamıştı. Çünkü gerçekten asi bir kız olmuştu. Haksızlığa gelemiyordu işte. Yaşı ilerledikçe sistemin çirkin yüzüne o da tahammül edemez hale gelmişti ve birşeyler yapmak gereksinimi duymuştu kendinde.

Dünyanın bu durumu, her gün yaşanan ölümler, açlık, sefalet onunda sinirini bozuyordu. Ve şimdi bulunduğu aşamada bir tercih yapmıştı o da annesi gibi. Tercihini yaptığı yolu adımlıyordu şuanda. Gece güneşe adım atıyordu şimdi ve yol akıp gidiyordu. İçinde insanlar, içinde gecenin yüreği.

Otobüsten indiğinde hala 20yıl önce otobüse ilk bindiğinde düşündüğü şeyleri hayal ediyordu. Fatma’yı, daha küçücükken kardeşine bıraktığı gül yüzlü Gecesini. Nasıl dayanabilmişti yavrusunu bırakıp giderken. o kadar tecrübe yaşamasına rağmen şimdi olsa yapabilir miyim diye düşünüyordu. Kızını kardeşine bırakıp siyasi mücadelenin içine tamamen girmişti. Ama kızının babası Murat’ta aynı şeyi yapmıştı. Aslında bu ikisinin kararıydı. Muratla lise yıllarından tanışıyordu. Ama o İstanbul’da bir üniversiteyi kazanmıştı. Ama aynı zamanda yoldaşı olduğu için yinede çok görüşüyorlardı. Üniversite yıllarında başlamıştı aşkları.

Büyük bir aşk yaşamışlardı. Ona olan aşkı hala aynıydı ama o da kendisi gibi bir tercih yapmıştı ve onu görebildiği zamanlar çok az olmuştu. Muratla o zamanlar bu anlamsız düzen yaşamının içinde kalmamaya karar vermişlerdi. Ama bu tercihin bir sonucu vardı. Küçük Gecelerini bırakacaklardı. İlk giden Murat oldu. En zor olan bana kalmıştı. Geceyi bırakmak. Çok zor olmuştu bu onun için. Çocuğun yanında ve kardeşinin karşısında ağlamamıştı ama sonrasında ister istemez çok ağlamıştı. En son kızının sapsarı kıvırcık saçlarını öpüp koklamış ve en son kulağına ‘Geleceğim bazen, uykudayken sen’ diye mırıldanmıştı

Aylin hayal dünyasının içinde yürüdüğünün farkına vardı ve kendini silkeleyip biraz toparlandı. Hemen biraz ilerisindeki çeşmede elini yüzünü yıkadı ve biraz kendine geldi. Yağmur bastırmak üzereydi. Kendisine bahsettikleri kızı alacağı yere yaklaşıyordu. Kızın üzerinde siyah tişört kahverengi pantolon ve beyaz bir şapka olacaktı ve sarı saçları olduğunu söylemişlerdi.

Sokakta adımlarını hızlandırırken, yanından geçen insanların yüzüne bakıp düzen yaşamının anlamsızlığını bir kez daha hissetti. Biraz ilerde kendisine tarif edilen bir kız gördü. Biraz daha yaklaştığında onun kendisine tarif edilen kız olduğunu anladı.

Beyaz şapkasının altından sarı saçları fışkırıyordu sanki. Onu görünce çocukluğunda gecekondu mahallesin de kaybettiği küçük Geceyi hatırladı ve sonra kendi kızını hatırladı sarı kıvırcık saçlarıyla.

Birden yine hayallere dalmıştı yeniden ve karşısındaki kıza doğru yürürken içinden bir şiir mırıldanıyordu yağan yağmurun altında…

 

Geleceğim bazen, uykudayken sen

Beklenmedik uzak bir konuk gibi

Sokakta bir başıma koyma beni

Kapıyı sürgüleme üstümden

Usulca girecek, bir yere ilişeceğim

Görüntün doyasıya dolunca gözlerime

Seni kucaklayacak

Ve çıkıp gideceğim

* 22. Gençlik Kültür Sanat Festivali öykü yarışmasında birincilik ödülüne layık görülen çalışma.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu