Manşet

“12 Eylül yargılanıyor” mu?-Sentez

H. Merkezi: 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası’nın gerçekleşmesinin üzerinden 31 yıldan fazla bir süre geçti. Ancak 12 Eylül AFC’si; öyle “sıradan”, faşist TC devletinin kronikleşmiş darbelerinden daha büyük ve daha kapsamlı bir darbe olduğundan, 12 Eylül darbesinden “eski ve acı dolu bir geçmiş” olarak bahsetmemiz imkansız!

12 Eylül, bir “toplum mühendisliği projesi”ydi. Hayata geçirildi ve toplum üzerinde önemli oranda “başarılı” olduğu inkar edilemez. Tüm kurumlarıyla hala yaşayan bir 12 Eylül varken ve her gün bu durum tezahür ederken; AKP öncülüğünde “12 Eylül ile hesaplaşma” tartışmalarıyla ekranlara kilitlendik!

Darbenin sorumlusu olarak görülen Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılandığı davanın ilk duruşması dün görüldü. Şu saatlerde ise ikinci duruşma görülüyor Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde…

“Kolu kırılan” Evren ve “fenalaşan” Şahinkaya mahkemeye getirilmedi bile… Mahkemenin belki de en traji-komik yanı, mahkeme başkanının mağdur avukatlarını, “yer olmadığı” için sanık sandalyesine oturtma ısrarı oldu… 12 Eylül ile hem o dönemi yaşayanlar hem de sonraki kuşaklar yani halk, yani toplum zalimce baskı altına alınmışken, bir de “12 Eylül yargılaması” adı altında gerçekleştirilen bir tiyatro da halk düşmanlarının sandalyesine oturtulmaya çalışılıyordu avukatlar!

Her ne kadar bu iki halk düşmanı, devrimci kanında boğulan katilin kesinlikle yargılanması gerekliyse de; “12 Eylül ile hesaplaşmanın” anlamı dünkü komik mahkeme değildi elbette.

Zaten açılan dava bile halka yapılan eziyet ya da halk düşmanlığı üzerinden değil, “darbe fiili” üzerinden açılmıştı. Bu yüzden bu dava 12 Eylül ile hesaplaşma davası değildir.

Zaten bu dava, 12 Eylül zihniyetinin devam ettiricisi AKP hükümetinin aslında bu zihniyeti “arındırma” çabasıdır. Bu yüzden bu dava 12 Eylül ile hesaplaşma davası değildir. Tiyatrodur.

Duruşmalara geçmeden önce dava açıldığı süreçte yaşanan tartışmalara şöyle kısaca bir göz atalım:

 

Ve ikili şovlarına başladı: “Darbe yapmak suç değildir”

Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılanması vesilesiyle darbecilerin yargılanması konusu tekrar ülke gündemi sıralamasında yukarılara yükseldi. Konunun içeriğini ise ikilinin mahkemeye verdikleri savunma ve bu savunmaya yönelik tepkiler oluşturuyor.


İkilinin savunmalarına gösterilen tepkiler

Sıralamayı biraz tersten kuracağız ama önce savunmaya verilen tepkilerden bir kaçının üzerinde duralım. Önemli bir kesim ikilinin yaptığı savunmayı ikinci bir darbe olarak adlandırdı. Örneğin BBP Genel Başkan Yardımcısı Remzi Çayır “Darbe suç değil demek, bu millete ikinci bir darbedir” dedi. Bir daha vurgulayalım ki bu sadece bu zatın düşüncesi değil. Hatta bunun egemen bir düşünce olduğu da vurgulanabilir. Çünkü bu egemen zihniyete göre ikilinin misyonu dolmuş, artık yapılan suçu kabul etmeleri yeterliydi. Zaten ceza alacakları da yoktu. Böylelikle Türkiye darbe süreciyle “yüzleşmiş” olacak, darbecilerini de “yargılamış” olacaktı. Zaten AKP’liler özellikle cezadan ziyade “milletin vicdanında mahkum” edeceklerini vurguladı. Tabii ki bu koroya “Evet, asmayıp da besleyelim” başlıklı yazılar yazan Radikal’in başyazarı Eyüp Can’ı da katabiliriz.

Zaten darbeciler halkın vicdanında lanetle anılıyor. AKP’nin ve diğer bütün partilerin, egemenlerin hepsi zaten olan bir şeyi (halkın vicdanında mahkum olması) ifade ediyor. Ancak “ikili”, kendilerini savunarak, haddini aşmış ve ondan beslenenlere “darbe” yapmıştır. İkinci darbeden kasıt da budur.

Hızını alamayanlardan biri de zamanın faşist liderlerinden Mahir Damatlar, “ikili”nin yaptığı savunmaya tepkisini “PKK’yı neden bu milletin başına bela ettiği de sorulmalı” diyerek, toplumsal sorunları, bu sorunlardan oluşan hareketleri de askeri darbeyle bağdaştırmaya vex toplumsal hareketleri toplum nezdinde itibarsızlaştırmaya çalışmıştır. Sanki darbeciler olmayan bir Kürt sorununu icat etmiş! Her neyse sayfalarımızda bu düşük promilli, basit düşüncelere daha fazla yer vermeyelim.

Karşı cephe tarafında yer alanların darbe sürecine yönelik açıklamalarının kendileri açısından tutarlı olduğunu vurgulayalım. Ancak temel sorun, ezilenlerin mücadelesini savunduklarını söyleyenler, işçi sınıfının çıkarlarının ardından gittiğini anlatanlar, kendilerini sol ya da sosyalist görenlerin darbe sürecini bu “ikili”nin yargılanmasına indirgenmesine ne demeli bilemiyoruz. Bazıları bu “ikili”ye indirilmesine karşı çıkıyor ancak sorun kişi sayısındaymış gibi bu kişilerin de en fazla zamanın sıkıyönetim komutanları, polis müdürleri, emniyet görevlilerini de içine alacak kadar genişletilmesini istemelerine ne demeli. Ufkun bu kadar “dar” olması karşısında ne söylense azdır.


Darbeciler kendilerini savunuyor

Ancak bu “ufuk darlığını” hatırlatan da bu “ikili”nin yaptığı savunma. “İkili”nin savunmasında öne çıkan başlıklardan birisinin darbenin meşruluğu olduğu şaşırtıcı ya da rastlantısal değildir. İkili savunmasında “1982 Anayasası ve bu anayasayla kurulan anayasal düzenin meşruluğu ve hukukiliği tamdır, tartışma konusu yapılamaz” diyerek açıktan “darbenin meşruluğunu” savunmuşlardır. Zaten iddianame öyle bir şekilde hazırlanmıştır ki, “ikili” bariz bir şekilde şov yapmakta, yapılan darbenin meşruluğu propaganda edilmektedir. İkili yargılanmıyor, onlara yaptıklarını propaganda etme şansı veriliyor. Onlar da bu fırsattan yararlanıyorlar. İddianame, gayet bilinçli bir şekilde “bir kişi nasıl yargılanmaz”ın örneğini oluşturuyor.

“İkili” hiç utanmadan, sıkılmadan devam ediyor: “Bu demekti ki, Türkiye’de kamusal yetki taşısın veya taşımasın, kişiler, organ ve kurumlar, anayasanın yapılması ve halkoyuyla yürürlüğe konulmasının, suç konusu eylemler olduğunu ileri süremez.” Böylelikle darbeciler ayar veriyor, kimsenin yapılan darbeyi suç olarak ifade edemeyeceği söylüyorlar. Aslında kendilerince söylediklerinin tutarlı olduğunu vurgulamak gerekiyor. Kime hırsız denir? Bir şey çalana mı, yoksa çalarken yakalanana mı? “İkili”nin yaptığı savunma şu anlama geliyor, “Darbeye teşebbüs suçtur ama darbe suç değildir! Başaranlar olarak da kuralları biz koyduk!”

İkili devam ediyor propagandalarına: “Mahkeme bu olasılıkla yasama organının yerine geçmeye kalkışarak kanunun suç saymadığı anayasal düzeni ortadan kaldırma, yani darbe yapma fiilini suç saymaya kalkışma fiilini işlemiş olur.” Durun bir dakika! Gerçekten doğru söylüyorlar. Kanunlarda darbe yapmanın bir cezası yok, teşebbüsün cezası var. Örneğin “cinayete teşebbüs etmek” suç olduğu gibi birisini öldürmek de suçtur. Ama darbede böyle değil… Dolayısıyla yargılanamazlar! Mesela burjuva hukukçulardan Prof. Dr. Erdoğan Teziç Evren’i yargılamanın ancak tüm devlet aygıtında görev yapanların yargılanmasıyla mümkün olacağını, aksi halde hukuken yargılamanın zemini olmadığını vurguluyor.

Bir başka burjuva hukukçu Prof. Dr. İzzettin Özgenç darbecilerin yaptıkları gayrı meşru ise bütün kanunların hepsinin gayrı meşru olacağını vurguluyor. Aslında hukukçular gayet doğru söylüyor. Ancak çıkan sonuç tam da misyonlarına göre… Bu “ikili” yargılanamaz!

Keza mahkeme sırasında Evren ve Şahinkaya’nın avukatının yaptığı savunmada bu doğrultuda! Avukat Bülent Hayri Acar diyor ki:

Yapılanların anayasal dayanağı var. 12 Eylül darbedir ancak bu mahkeme yetkisiz. Beğenilsin ya da beğenilmesin, 1982 Anayasası yürürlükte. Bu Anayasa’nın dikkate alınmaması durumunda, Türkiye’nin 11 Eylül 1980’e dönmesi gerekir. O zaman bu devletin hukuku 11 Eylül 1980’de kalmıştır. O tarihten bu yana kurulan bütün hükümetler de gayrimeşrudur. Eğer böyleyse, TBMM adına başvuruda bulunanlar da Cumhuriyet Senatosu’nu kurmalıdır. 1982 Anayasası’nın hala yürürlükte tutulan maddeleri, sayın iddia makamını ve mahkemenizi bağlar. Hiç kimse Anayasa’nın bu hükümlerini yok sayamaz.

Mahkeme de 1961 Anayasası’na göre değil, 1982 Anayasası’na göre karar verecek. Cumhuriyet savcısının böyle bir soruşturma yapma yetkisi yoktur. Soruşturmasız dava olamaz. Dolayısıyla yüksek mahkemenizin de hukuken yok olan böyle bir davaya bakma yetkisi yoktur. Her türlü mahkeme işlemi erksizlik nedeniyle yok hükmündedir. İddianamenin yok hükmünde olduğuna karar verilmesini istiyoruz. İddianamenin kabul kararının da yok hükmünde olduğunu düşünüyoruz. İddianame kabul kararının okunmamasını ve belirttiğimiz hususlarda karar verilmesini talep ediyoruz.”(!)


Darbecilerin yargılanmasından ne anlaşılmalıdır?

Darbecilerin yargılanması, darbede rolü olan herkesin yargılanmasıdır. Bu da bu sistemin sınırları içerisinde asla mümkün olmayacaktır. Egemenler ise geçmişlerini aklama derdindeler. 12 Eylül’ün yarattığı/biçim verdiği bir hukuk düzeni, devlet aygıtı ve bundan nemalananlar yerle bir edilmeden bu yargılama yapılamaz. Bu da bir devrim sorunudur. Darbecileri ancak halk yargılar.

Ancak sistemin darbede rol oynayanları neden yargılamayacağına devam edelim. İş devrimciler, sosyalistler olduğunda suç ve suçluyu övmekten tutun da bir dizi ceza başımıza yağar. Madem darbe yapmak suç ise, darbecileri övmek de suçluyu övmektir.


“Suç ve suçluyu övmek” hiç bu kadar “meşru” olmamıştı

Öyleyse zamanın TÜSİAD Başkanı Halit Narin “Şimdiye kadar onlar güldü, şimdi sıra bizde” diyerek bu suçu paylaştığı için yargılanmalı değil mi? Bütün büyük bankalar yönetim kurullarına askerleri aldığı için bu suça iştirak etmiş olmuyorlar mı? Mesela Kenan Evren’in resim sergisini açan Akbank’a, Akbank’ın koleksiyonuna resim alan Sabancı Holding’e, Evren’e mekan veren Bali Sanat Galerisi’ne, sergide resim alan Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’e, 2002 yılında ABD’de üniversitenin birinde Kenan Evren Kürsüsü’nü açan zamanın Kültür Bakanı İstemihan Talay’a en azından “suç ve suçluyu övmek”ten dava açılması gerekmez mi? Peki ceza verebilirler mi?

Vehbi Koç, 26.01.1982 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “12 Eylül harekâtından önce her şeyi demokratik bir sistem altında yapmak zorundaydık. Bu da karar almak, yasa ya da yönetmelik çıkarmak için aylar geçmesini gerektiriyordu. Yani her şey güç ve uzun zaman içinde gerçekleştiriliyor, her şeye politik açıdan bakılıyordu. Ekonomik yaklaşım hep arkadan geliyordu” diyerek darbeyi açıktan savunduğu için ve darbe sürecinin bütün nimetlerinden yararlandığı için Koç Holding’e dava açılıp, mal varlığına el konulabilir mi?

Aynı Koç’un (diğer patronların da aynı fikirde olduğunu biliyoruz) 3 Ekim 1980’de Kenan Evren’e yolladığı mektupta “Yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir. (…) Komünist partinin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, bir takım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır, bunlara karşı uyanık olmalı ve teşebbüsleri mutlaka engellenmelidir” diyerek Evren’e emir verdiği için Koç’a ve diğer burjuvalara darbenin esas sorumlusu olarak dava açılabilir mi?

Karşımıza şu soru çıkacaktır pek tabii ki? Şili’de, Arjantin’de darbeciler nasıl yargılandı? Özü itibariyle darbeciler oralarda da yargılanmadı. Gelişen halk muhalefetinin ülkemize göre daha güçlü olmasından kaynaklı istemeyerek de olsa oralarda darbecilerin yargılanması daha geniş tutuldu ama darbecilerin tamamı yargılanmadı. Zaten darbecilerin yargılanması, bu sistemde mümkün değildir. Darbecileri ancak ve sadece halk yargılayabilir!

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu