Makaleler

FAŞİST ABLUKA DAĞILACAK!

Artık daha net olarak görülmektedir ki faşist TC devleti ve onun şu an dümeninde bulunan Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti, Kürt ulusuna karşı topyekûn bir savaşa girişmiş durumdadır. Faşist TC devletinin fıtratında olan Kürt düşmanlığı en üst düzeyde sürdürülmekte, “kadın da olsa çocuk da olsa” bütün Kürtlere gereği yapılmaktadır. Bu faşist saldırganlığın başlangıcı sanıldığı gibi 7 Haziran seçim sonuçları değildir. TC devleti, Gezi İsyanı, Rojava’da yaşanan gelişmeler ve Kobanê Serhildanı sonrasında özellikle Kürt sorunu bağlamında; Ekim 2014’teki MGK toplantısında “yeni bir yönelim” belirlemişti. 7 Haziran bu yönelimde bir kırılmaya ve tehlikeyi işaret etse de, 1 Kasım yeniden seçimiyle bu yönelim yeniden rayına oturtuldu. Şimdi bu yönelimin T. Kürdistanı’ndaki doğal sonuçlarıyla karşı karşıyayız.

Bu yeni yönelimin nedeni, faşist devletin özelde Kürt sorunu genelde ise gerek hakim sınıf klikleri arasında dalaş ve gerekse de Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve mezheplerden Türkiye işçi sınıfının ve halkının demokrasi, özgürlük mücadelesidir. İşçi sınıfının ekonomik ve sendikal merkezli talep ve mücadeleleri, Alevilerin demokratik hak talepli mücadelesi, kadınların erkek şovenizmine ve katliamlarına yönelik mücadelesi, gençliğin kendine yönelen faşist baskılara ve geleceksizliğe, işsizliğe karşı tepkileri ve eylemleri bu rejim krizinin nedenleri olarak ifade edilebilir. Bu durum örneğin Gezi İsyanı’nda ve ardından Kobanê Serhildanı’nda kendini somut olarak göstermişti. Rejimin kriz halinde olması ve dipten gelen dalgaların sarsıcı etkisi, hakim sınıfları ve onların devletini yeni önlemler almaya, var olan somut tehlike karşısında safları tahkim etmeye itti.

Bu yönelimin belirlendiği ve somutlandığı MGK’nın 30 Ekim toplantısında, o dönem hakim sınıflar içinde yaşanan dalaşın da etkisiyle, AKP kliğinin Cemaatle ortaklıklarının bitirilmesi ve yeni bir ortaklığın kurulması gündeme geldi. Bu ortaklıkta AKP, “Ergenekoncu” olarak kamuoyuna yansıtılan faşist kadrolarla yeni bir koalisyona yöneldi. Kürt sorununda “çözüm” masalına ve “Dolmabahçe Mutabakatı”na bu toplantıda son verildi. Yine başta Kürt hareketi olmak üzere, Kürt sorunuyla devrimci demokratik temelde dayanışma içinde olan çevrelere, ülkemizde devrim ve demokrasi mücadelesi yürüten güçlere yönelik, başta DAİŞ olmak üzere her türlü kontrgerilla örgütlenmesiyle saldırılması kararı bu toplantıda alındı.

Nitekim 7 Haziran seçimi öncesinde kontrollü bir şekilde kullanılan (Mersin-Adana HDP binalarının, HDP Amed mitinginin bombalanması vb.), bu güçlerin; ipleri 7 Haziran’dan sonra girilen yeniden seçim sürecinde tamamen salındı. Suruç ve Ankara saldırıları bu yönelimin en kanlı örnekleri olarak tarihe geçti. T. Kürdistanı’nda ise Kürt hareketinin özyönetim ilan ettiği bölgelerde, hendek ve barikat bahaneleriyle ilçe merkezleri, mahalleler ablukaya alındı ve gerçekleştirilen faşist saldırılar sonucunda onlarca Kürt katledildi. Böylelikle tüm ülke çapında estirilen faşist terör dalgasıyla 1 Kasım seçimi için sonuç alınmak istendi. Nitekim seçim sonuçları faşist devletin kendi saflarını tahkim etmesiyle sonuçlandı. T. Erdoğan ve AKP kliği, estirdiği “terör” umacısı ve “istikrar” kaygısıyla arkasındaki kitle desteğini artırdı.

Faşizm Kürt Ulusuna Yönelik Topyekûn Bir Saldırı İçindedir!

Türk hakim sınıfları ve onların devletinin bütün klikleriyle “Kürt meselesinin hallolması”nda “imha ve inkar siyaseti”nde ortaklaşmış olması, bu faşist saldırganlığı kolaylaştıran bir rol oynadı. Bu ortaklık nedeniyle bir dönem kendi aralarında klik dalaşının tarafları olanların, şimdi aynı safta olduklarına da tanık olmaktayız. Hakim sınıf klikleri arasında dalaşın ve yeni saflaşmaların son ve bu anlamıyla TC devletinin yeni yönelimi gösteren örneği onlarca Kürdün katili olduğu tescilli “Albay Temizöz Davası”nın sonucudur. Sanıkların beraat ettirilmesi, Kürt halkına yönelik “beyaz Toros”ların “ak Toros”a dönüştüğünün ve gerçekte bütün klikleriyle hakim sınıfların ezilen bağımlı ulus olan Kürt ulusuna yönelik, imha ve inkar siyasetinin tüm hızıyla sürdüğünü göstermektedir. Anlaşılmaktadır ki 1 Kasım seçim sonucu İslamcı faşistlere Kürt sorununda bir “Sri Lanka Çözümü” rüyası görmelerini tetiklemiş, kimi tetikçi gazetecilerin de açıkça dillendirip yazdığı üzere, “teröre köklü çözüm” adı altında Kürtlere yönelik faşist saldırganlığın dizginlerinden boşaltılması önerileri yapılır olmuştur.

Faşizmin Kürt düşmanlığının sadece Türkiye Kürdistanı’yla sınırlı olmadığının, aynı zamanda Rojava’yı da kapsadığının altı çizilmelidir. Ve bunda belirleyici olanın Kürtlerin hem T. Kürdistanı’nda hem de Suriye Kürdistanı’nda kazanmış olduğu mevziler olduğu tartışma götürmezdir. Daha doğru bir ifadeyle T. Kürdistanı Kürt Ulusal Hareketi’nin gerek T. Kürdistanı’nda (örneğin HDP’nin seçim başarısı) ve gerekse de S. Kürdistanı’nda kazanmış olduğu (örneğin Rojava Kantonlarının ortaya çıkışı, Kobanê Direnişi ve Cerablus’un alınması ve böylelikle özerk bir Rojava Kürt Bölgesi ihtimalinin ortaya çıkışı vb.) Türk hakim sınıfları ve onların devletini kaygıya sürüklemiş, bütün klikleriyle “Kürt tehlikesine” karşı bilinen çizgilerinde ısrar kararı almışlardır. Nitekim bir zamanların “Maocu”(!) Aydınlık çevresi bile T. Erdoğan’ın “Vatan Savaşı”na desteğini açıklamış durumdadır.

Kürt ulusuna yönelik başlatılan bu faşist saldırı dalgasının arkasında sadece T. Erdoğan’ın başkanlık rüyası veya seçim sonuçları yoktur. Faşist diktatörlüğün Kürt ulusal sorunu bağlamında içinde bulunduğu durumun, yönetememe halinin ve bununla bağlantılı olarak kaybetme korkusunun rolü vardır. Rejim Rojava’da yaşanan gelişmelerden son derece kaygılıdır ve bunun T. Kürdistanı’na yansımalarından/etkisinden haklı olarak korkmaktadır. Nitekim Cerablus’un Rojava’ya katılması ihtimali belirdiğinden beri faşist devletin T. Kürdistanı’na yönelik saldırganlığı “topyekûn bir saldırıya” dönüşmüş durumdadır.

Bununla birlikte gerek Cumhurbaşkanı ve gerekse de Başbakan’ın ağzından, Suriye’ye müdahale lafları daha sık çıkar olmuştur. Bu faşist katiller ağızlarını her açtıklarında, Rojava Kürtlerini ve onların kazanımlarını tehdit etmeyi “milli bir spor” haline getirmiş durumdadırlar. Yarı sömürge siyasal, ekonomik ve askeri yapıları gereği kendi başlarına adım atmaktan aciz olan bu uşaklar; şimdilerde Antalya’da emperyalist efendilerini Suriye’ye müdahale konusunda ikna etme çabasındadırlar. Nitekim Başbakan A. Davutoğlu G-20 zirvesi öncesinde; “Entegre bir strateji içinde biz o rolü alırız” sözleriyle kendilerini pazarlığa çıkarmış durumda olduklarını açıkça ilan etmiştir. Şimdi de Paris saldırılarını gerekçe göstererek ellerini güçlendirmek istemektedirler.

Anın Devrimci Görevi: “Sarı Kırmızı Yeşil”le “Kızıl’ın Hemhal Olması

Türk hakim sınıflarını Kürt sorunu bağlamında bu kadar kaygılandıran ve emperyalist efendileri önünde bir kez daha “stratejik uşaklığa” soyunduran gelişmelerden birisi de T. Kürdistanı’nda ilan edilen özyönetimler olmuştur. Kürt hareketinin özyönetim talebinin öncesi olmakla birlikte ilk kez bu kadar gündeme gelmesi ve Cizre ve Silvan örneklerinde olduğu gibi faşist terörle yanıtlanması söz konusudur. Faşist diktatörlük T. Kürdistanı’nda meşruiyetini kaybetmiş durumdadır. Özyönetim talebi ve ilanı, Kürt halkının en meşru, en demokratik talebidir. Ama bu en demokratik talep bile faşist diktatörlüğün bünyesine uymamakta, faşist terörle karşılık bulmaktadır. Bu anlamıyla bugün faşizme karşı direnişin simgesi, Kürt halkının özyönetim talebine destek olmak, direnişinin yanında yer almak olarak ortaya çıkmaktadır.

Özyönetim talebinin ve hayata geçirilmesinin, faşist diktatörlük koşullarında, onu tümden yıkmadan hayata geçirilebilmesinin koşulları olmamakla birlikte; bu reformist talebin bile, Türkiye koşullarında devrimci bir etki yaptığı ortadadır. Burada sorun Kürt halkının özyönetim talebinde bulunması değil, bu talebe yön veren Kürt Ulusal Hareketi’nin siyasetindedir. Kürt hareketinin çözüm önerisi, saldırılara son verilmesi ve “Dolmabahçe Mutabakatı”na geri dönüştür! Ancak bunun bir çözüm olmayacağı, faşist diktatörlüğün fıtratına uygun olarak saldırılarını sürdüreceği açıktır. Dün Cizre, bugün Silvan yarın bir başka Kürt şehri hedefte olacaktır.

Faşist diktatörlük Kürt illerinde adeta bir soykırım tehdidi ve provası gerçekleştirmektedir. Bu faşist saldırganlık karşısında her türden liberal-aydın-demokrat görünümlü ırkçılığın ve şovenizmin rengi daha net ortaya çıkmaktadır. Kürt direnişine teslim olma çağrıları yapılmakta; silah, bomba ve barikatlar bir kez daha lanetlenmekte, özyönetim açıklamaları mahkum edilmektedir. Bunun yanında ideolojik manipülasyonlarla yeni işbirlikçi Kürt önderleri yaratılmaya çalışılmaktadır. Türkiye işçi sınıfı ve halkı, teslim alınmak için uzatılan “şekerli mermileri” elinin tersiyle iten Kürt halkının ve özellikle onun yoksul ve emekçi kesimlerinin direnişini sahiplenmeli ve kendi direnişi olarak görmelidir. Bu faşist saldırganlık ve ablukayla, Kürt ulusal mücadelesinin, tam hak eşitliğinin, gerçek kurtuluş ve çözümün bir devrimle mümkün olduğu ve Kürt ulusal hareketinin her türden reformist, parlamenterist yol ve yöntemlerle değil devrimci bir hamleyle direnmek ve savaşmaktan başka çaresinin olmadığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Sadece Cizre, Silvan, Nusaybin vd. için değil, T. Kürdistanı’nda direnen bütün şehirlerin yanında yer almak, Kürt’ün direnişine katılmak, “Sarı Kırmızı Yeşil”le “Kızıl’ın mücadele birlikteliği örmek anın devrimci görevidir. Çünkü bugün Silvan’da yapılan yarın bu Gazi’de, Okmeydanı’nda, 1 Mayıs Mahallesi’nde yapılacaktır. Gün faşizme karşı direnişin, birlik mücadele ve daha üst birliğin günüdür.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu