DerlediklerimizGüncelKültür&Sanat

ÖYKÜ-FETİH KOÇ | ASKER KAÇAĞI (1/2)

Meselenin özü netleşti bende. Ben asker kaçağıyım, devletin ordusu peşimde, bu kadar çok mu tehlikeliyim? Bu da cevapsız kalan bir soru içimde.

Üç aylık acemiliğimi bitirip , usta bir komando olmuştum. İnsanları öldürmek için beni Bolu özel eğitim komando birliğine verdiler. Atletik bir yapıya sahiptim boyum uzun, kilom da yerindeydi. Dağıtımda bana Hakkari çıktı. Hemen orada Hakkâri’ye gitmeme kararı aldım kendimce.

Karadeniz’in kenti olan Ordu’lu olduğum için, izin kağıdımı aldım direk oraya gittim. Burada bir hafta kaldıktan sonra, dedemin kaldığı dağ köyümüze gittim. Burada hem saklanıp, hem de yaşamımı geçireceğim diye düşünüyordum. Bu dağ köyüne devlet köylülere ne bir alt yapı yapmış, ne de bir dertleri var mı diye sormak için gelmemiştir. Zaten devlet buraya gelmiyor ben de çok rahat bu dağ köyünde bir köylü olup, köylü gibi yaşayıp giderim diyordum kendime.

Bu köyün eski adı Darduk’tu. Ve hala da halkın dilinde bu isim kullanılıyordu.

İznim bitmişti ve ben Hakkari’ye gitmemiştim. Gitmediğim içinde asker kaçağı statüsüne düşmüştüm. Üstelik iznim biteli de iki haftayı da geçmişti. Köyün üst tarafında dedemin arı kovanlarına bakım yapıyordum. Birden köyün alt tarafından köye gelen toprak yoldan askeri cemseler görünmeye başladı.

Cemseler bizim köye doğru geliyordu. Arıları bıraktım, köyü tepeden net gören bir tepeye çıktım. Askerler köyün ortasında durdular, köyün yaşlılarına bir şeyler soruyorlardı. Köylülerde dedemin evini elle gösterdiler. Bu esnada askerlerin tümü dedemin evine yöneldiler. Bu yönelmeyle anladım ki beni arıyorlar.

Hemen dağlık ve ormanlık alana doğru koştum. Sık bir ormandı içine girdim bayağı yürüdüm. Dağı iki saat sonra aşmıştım. Yemyeşil ve güzel bir gölün olduğu bir yaylada buldum kendimi. Burada bir çobana denk geldim. Yanına gittim, merhabalaştık. Çobana;

“Kayıp oldum” dedim. Çoban, bana bir patika yolu tarif etti.

“Uy uşağım ha bu keçi yolini takip edeysun Lazduk köyüne çıkaysun” dedi.

Çobanın tarif ettiği Lazduk köyüne gitmeye karar verdim. Üç aylık acemi askerlik dönemimde arazide nasıl yaşanır, pusulardan nasıl kurtuluruz , düşmana karşı nasıl tedbir alınır ve savunulur eğitimini almıştım.

İnişli çıkışlı patika yoldan yürürken de devletin bu köylülerin hiç bir derdini, sorununu gidermek için uğramadığı bir köye, bir asker kaçağının peşine bu kadar asker seferber etmesini hiç bir mantığa sığdıramıyordum. Nedenlerini anlamaya çalışıyordum. Bu karmaşık düşünceler içinde Lazduk köyün üst tepesine vardım. Köy biraz dağınık görünüyordu. Yemyeşil ormanlıklar içinde bir köy.

Açlık ve susuzluğun da vermiş olduğu takatsizlikten dolayı da epeyce yorulmuştum. Tepede oturup biraz dinlendim. Bu esnada Lazduk köyünde de askeri araçların olduğunu gördüm. Daha dikkatli bakınca askerlerin köyde evlere

girip çıktığını ve koşuşturduklarını fark ettim. Oturduğum tepeden kalktım, daha güvenilir bir ormanlık tepeye geçtim. Buradan daha net görünüyordu her şey. Gündüz köylere giremeyeceğimi ve daha temkinli hareket etmem gerektiğine karar verdim. Ama bu olanlar, askeri hareketlilik tam olarak benim için midir daha net anlamış değildim?

Açlık ve susuzluk derinden vuruyordu beni. Kaldığım yerde ki nemlenmiş otlardan koparıp ağzıma ıslatmak için atıyordum. Derin derin soluklanıp güç toplamaya çalıştım. Akşam olmuştu. Karanlık tamamen çöktüğünde köye gittim. Köy kahvesi ve bakkalı yolun kenarındaydı. Direk bakkala girdim, selam verdim. Üç paket sigara, iki ekmek, helva, peynir gibi ihtiyaçlarımı aldım. Askerlerin neden geldiğini öğrenmek için yaşlı bakkalı konuşturmam gerekliydi.

“Darduk köyüne gidiyordum, arabamın tekeri patladı aşağı yolda, burada tamirci bulabilir miyim?”

Uzun ince burnu olan adam, önce beni tepeden tırnağa güzelce bir süzdü ve dedi ki;

“Haa uşak bugün kim geliyyy bu Darduk köyünü sorayi da. Ha Kırk senedir hiç bize uğramayan devlet bugün bir asker kaçağu için tabur tabur askerle geldi da. Ha bu asker kaçağu de bu sorduğun Darduk köyündenmiş da uşağum. Tamirci de ha bu Darduk da dır da.”

Meselenin özü netleşti bende. Ben asker kaçağıyım, devletin ordusu peşimde, bu kadar çok mu tehlikeliyim? Bu da cevapsız kalan bir soru içimde. Köyden hemen çıktım araziye gittim ormanlık bir tepeye çıktım. Bakkaldan aldığım yiyecekleri açtım, karnımı doyurdum, komando kurallarına göre bir de sigara yaktım. Uykuda yaman basmıştı, yıldızlar altında, nemli toprağın üstünde bir güzel uyudum.

Sabah güneşin doğuşuyla uyandım. Karadeniz’in kuzeyinde dolaşan bulutlar turuncu, kızıl erguvan renklere bürünmüştü. Güneşi ve bulutları kısaca izledim. Bugün yağmur yağar mı acaba diye düşündüm.

Bunları düşünürken alt yolda iki yaşlı kadın, sırtlarında yükle ve yüksek sesle konuşa konuşa giderken gördüm. Sabah sabah hayırdır diye içimden geçerken Ezidi bir ata sözünü Yaşar Kemal’in kitabında okumuştum;

“Kadınlar güneşten önce kalkar ve güneşi doğururlar.”

Kırsal ve yoksul alanlarda bu Ezidi ata sözü nasılda anlam ve yaşam buluyor diye mırıldandım kendi kendime. Yerimden hiç kalkmadan bu iki kadının konuşmalarına kulak kestim. Ne konuştuklarını duymak ve anlamak istiyordum. Ne kadar çabaladıysam da sesten başka hiç bir şey anlayamadım, yolda akıp gittiler yükleriyle birlikte.

Yerimden kalktım biraz daha caddeyi ve etrafı gören bir tepeye geçtim. Tepenin alt tarafında da küçük bir ırmak akıyordu. Burada yine ekmek, peynir

ve helva yedim, bir sigara yaktım ve etrafı iyice gözlemledikten sonra aşağı yola inip ırmaktan su içmeye karar verdim.

Buram buram kokan bin bir çeşit diz boyu bitkilerin içinden yola indim. Akan ırmağın üzerinde eski bir tahta köprünün altından su içip, elimi yüzümü güzelce yıkadım. Oturdum suyun akışını izlerken;

“Ne yapacağım, nasıl kurtulacağım bu beladan” diye derinlere daldım.

“Neden beni İzmir, Kayseri, Afyon, Bursa ve bu gibi illere değil de Hakkari’ye verdiler. Savaşmak ve insanları öldürmek istemiyorum. Ama Bursa ve İzmir gibi yerlere verselerdi gider askerliğimi yapar ve kaçak duruma da düşmezdim.”

Böyle düşünceler içinde dalmışken araç sesi duydum. Kalktım yola baktım ki askeri araçlar peş peşe dizili bir şekilde bana doğru geliyorlar. Afalladım, yerimde dondum kaldım. Yapacak hiç bir manevra yoktu. Hemen kendimi köprünün altına attım. Bir dakika geçmeden üzerimden benim peşime düşen devletin askeri ve askeri cemseler geçiyorlardı. Köprü üzerime ha yıkıldı, ha yıkılacak gibi sallanıyordu. Nefesimi tutmuş, hiç soluklanmadan öylece kaldım korkular içinde.

Köprüden ve üzerimden tam yedi askeri araç geçti. Araç seslerin kesilene kadar köprünün altından çıkmadım. Sessizlik iyice ırmağa çöktükten sonra hemen kalktım ve hızlı bir şekilde akşam kaldığım yerin çaprazlamasına, yukarıya doğru dağın yamacına çıkmaya başladım. Yarım saat sonra yüksek bir tepeye vardım. Buradan gelen askeri araçlar ve çevre köyler rahatlıkla görünüyordu.

Dağ yamaçlarına kurulmuş dağınık köylere askeri araçlar girip çıkıyorlardı. Akşama kadar bu hareketlik devam etti. Bütün gün kaldığım tepeden ayrılamadım. Heyecan ve korku iç içe karışmıştı bende.

Akşam güneşin batışıyla birlikte askeri araçlar tekrar dönüp geldikleri yoldan geri gittiler. Ben de üst tarafta kayıp olmaya zemin tutmuş patika yoldan dağın öbür yamacında bulunan üç dört evli bir köye gittim. Köyün ortasındaki çınar ağacın gövdesine asılı bir afiş gözüme çarptı.

Uzak olduğu için tam ne olduğunu anlamıyordum. Etrafı süzerek yavaşça çınar ağacına yanaştım. Ağaca asılı afişi görünce gözlerime inanamadım. Afişteki fotoğraf benim fotoğrafım. Ve afişe şu yazılıydı:

“Bu adam çok tehlikelidir, bölgemizde terör örgütü kurup bölge halkın malına ve mülküne zarar vermek istiyor. Gören ve bilen varsa derhal devletimize haber versin. Bu teröristi ihbar edene, yakalayana çok yüklü para verilecektir.”

Afalladım, ani bir şoka girdim. Asker kaçağıydım şimdi de azılı bir terörist olmuştum devlete. Bu da yetmiyormuş gibi, terör estirip halkın malına, canına zarar verecekmişim. Oradan hiç vakit geçirmeden uzaklaştım.

Bir asker kaçağın arkasına devlet güvenlik güçlerini seferber ettikleri yetmiyormuş gibi, bir de beni “azılı terörist” gösterip bölge halkını da bana karşı seferberliğe çağırmış. Bu korkunç ve ürpertici düşüncelerin içinde uzun ağaçların kaplamış olduğu bir yolda koşarcasına yürüyordum.

Yolun nereye çıkacağı konusunda hiç bir fikrim yoktu. Epey yürüdüm bu düşüncelerle birden köpek havlamasıyla olduğum yerde kaldım. Bir köye geldiğimi anladım.

Açlık ve susuzluk yüzünden köye girmek zorunda kaldım. Bakkalı ve kahvesi olan bir köydü. Burada da afişli resmimi asmışlar mıydı bilemiyorum.

Temkinli adımlarla bakkala girdim. Bakkalda yaşlı bir kadın ve erkek vardı selam verdim. Yanıma beni bir kaç gün idare edecek yiyecekler aldım. Tek olumlu olan şey üzerimde beni uzun bir süre idare edecek paramın olmasıydı. İki yaşlı insan istediklerimi poşete koyup verdiler. Beni de alttan alta süzüyorlardı.

Beş paket sigara da istedim ve sonra;“Bu aşağıdaki yol nereye gider?” Diye sordum. Omuzları geniş, yüzü ve burnu uzun yaşlı kadın;

“Uşağım o yol çok gideysun, epey gideysun Mazduk köyüne çıkaysun. Ha ondan sonra Mazduk köyünü soraysun da.” Diye cevapladı.

Yola girdim, akşam karanlığı iyice çökmüştü dağlara, köylere ve yollara. Biraz helvayı ekmeğin arasına koydum, yiye yiye Mazduk köyüne doğru yürüyordum. Yaklaşık on beş-yirmi dakika olmuştu ki yolum iki kişi tarafından kesildi. Ellerinde pompalı av tüfekleriyle durdurdular. Ellerimi kaldırdım. Yanıma yaklaştılar, biri köy bakkalını işleten yaşlı adamdı, diğeriyse daha genç ve tıknazdı. Kendilerine;

“Ne istiyorsunuz, bırakın yoluma devam edeyim. Benim size ve hiç kimseye bir zararım olmaz.”

“Sen o devletun araduğu terörüstsün. Bizim köye de senin fotoğrafun astular. Seni devlete vereceğuz, devlete bize para verecek da.”

Beni önlerine katıp, yolun alt tarafında ki bir kulübeye götürdüler. Bakkal, kulübenin kapısını açtı, tıknaz olan da tüfeğini bana doğru tutuyordu. Kendilerine her ne kadar ben zararsızım, bırakın beni gideyim dediysem de bir işe yaramadı. Kulübede bulunan gaz lambasını kibritle yaktı yaşlı adam.

Kulübe tahtadan yapılıydı ve içinde ot yığınağı vardı. Küflenen otun nem kokusu ağır basıyordu. Beni otların üzerine ittiler. Yüz üstü otların yığınağının üzerine düştüm. Yapacak hiç bir şey yoktu.

“Sen burada duraysun, sabaha kadar yataysun, biz sabah devletu alıp geleyuk.” Dediler ve kapıyı üzerime kapatıp gittiler.

Gaz lambasının vermiş olduğu ışıkla aydınlan kulübeyi iyice bakıp inceledim;

“Nasıl çıkarım buradan, sabah olmadan nasıl kurtulurum buradan.” Diye bir yol aramaya başladım. Tek yapacak şey küçük pencerenin tahtalarını kırıp,

pencereyi genişletip kaçmaktı. Bunun içinde kulübede sert bir cisim aramaya başladım. Otların altında paslanmış eski bir tırpan ve küçük bir çekici kan ter içinde bulup çıkardım. Önce bir soluklandım, sonra yaklaşık beş dakika sesiz kalıp etrafı dinledim. Her hangi bir kıpırtı ve ses yoktu.

Çekiçle kulübenin küçük penceresini kırmaya başladım. Tüm gücümle çekici tahta kulübenin penceresine kaldırıp indiriyordum. Şafakla birlikte, küçük pencereyi bir insanın gövdesi çıkabilecek bir hale getirdim. Hiç zaman kayıp etmeden açtığım delikten firar ettim.

Yorgun ve kan-ter içindeydim.

Yolun alt tarafına indim ve doğuya doğru hızlı adımlarla yürüdüm. Engebeli ve çalı-çırpılı arazide düşe kalka tüm gücümü vererek yürüdüm o alandan uzaklaşmaya çalışıyordum. Güneş dağların ardından doğmuştu ama bulutlar gökyüzüne hakimdi. Yağmur yağacağı belirtisi vardı genel havada. Havayı değerlendirirken araç sesleri de gelmeye başladı. Yol ve kulübeyi aşağıda olduğumdan dolayı göremiyordum.

Kısa bir süre sonra araziye yayılan askerleri gördüm. Çok uzun bir mesafe yoktu aramızda. Hemen orda çalıların içinde bir çukura attım kendimi. Üstümü de çalılarla kamufle ettim. Artık burada olacak gelişmeleri beklemek zorunda kaldım.

Yağmurda yağmaya başlamıştı.

Çiselen yağmur eşliğinde, yaklaşan adımları ve nefes alma verme, öksürme ile çıkardıkları sesleri duyuyordum. Rüzgarın ve yağmurun uğultusu içinde, köpeklerin havlamaları çok eski bir zamandan gelir gibiydi.

Toprağın soğukluğu bedenime geçtiğinden titriyordum. Gözlerimi yumup soluklandım. Yağmur hızlanmıştı, her damla çalılıklarda patlayıp dağılarak üzerime saçılıyordu. Yalnızlığımı içimde koca bir boşluk gibi hissetmeye başlamıştım.

(Devam edecek)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu